• çocuklar siyasi tutuklulardır! [gilles deleuze] veyahut;
    çocuklar korkunç allahım! [fazıl hüsnü dağlarca]

    ~

    çocuk, dünyaya geldiği anda, zaten onlarca kopuştan geçmiştir ancak dünyaya adımını attığında halen bir çınar gibidir! bir çınar düşünün, dev boyutları, kocaman dallarıyla!
    işte çocuklar da böyledirler, yaratma güçleri hayallerinde [bir kavram olarak muhayyile içerisinde] saklıdır.

    (bkz: insanlar büyüdükçe hayallerinin küçülmesi/#13462046)

    ancak, çocuk dünyaya geldiği andan itibaren her şey değişir, bütün dengeler! söz gelimi ciğerlerine oksijen dolan bebek çığlık atar! ilk ağlayıştır ve hayatın başlangıcı o seste yatar! sonra beslenme alışkanlığı değişir! bu, göbek kordonundan ağza ve memeye geçiştir. değişim geri dönülemez biçimde başlamıştır ve bebek sütten kesilir, artık çocuk olmaya başlamıştır.

    her şey ailede başlar! aile evet gereklidir, aile iyidir, yanımızdadır fakat bir “kapatılma” kurumudur aile aynı zamanda! çocuk da bu açından ‘siyasi tutuklu’ durumundadır çünkü yetiştirilir ve eğitilir, elbette ki ailenin istediği biçimde.

    işte böylesi bir atıf, buna işarettir. okul, ev, kışla, kampus, hastane, hapishane, tımarhane,, her yerde üzerine vazifeymiş gibi bireyi –eğmeye/eğitmeye [veyahut yontmaya] devam eder kurumlar! yontulan şeyin eksileceğinden şüphemiz elbette ki yok!

    iç mihrak: http://2.bp.blogspot.com/…h/siyasitutuklu2 copy.jpg

    (bkz: olmaya devlet cihanda)
  • bir tanıdığın üç yaşında bir oğlu var. çocuk üç yaşına gelince bakıcıya güvenmediklerinden ve artık pek çok özel kreş bu yaştaki çocukları kabul ettiğinden ufaklığı kreşe göndermeye karar verdi. iyi bir kreş için araştırma yaparken yanında bulunma talihsizliğim oldu. tabii her gittiğimiz yerde müdire hanımlar -ki sanırım zorunluluk kadın olması- bizi pek bir ihtimamla karşıladılar, çaylar kahveler ikram edip okullarını gezdirdiler, "şöyle çalışmalar yapıyoruz, böyle süperiz" filan... derken birisi "ingilizce de öğretiyoruz" diyecek oldu, ben de kendimi tutamayıp "ya üç yaşındaki çocuğa ne ingilizcesi öğretiyorsunuz allah aşkına?" diyecek oldum, sen misin bunu diyen, ingilizcenin günümüzdeki anlam ve önemi, iyi bir gelecek için ne kadar gerekli olduğuna dair bir prezentasyon, bir "aaa, sizler gibi aydın insanlar nasıl bunu der?" tavırları filan, "hiç gereği yok" dedim, sustum.

    sonra bir sürü ince eleyip sık dokuduktan sonra birine karar verdiler. çocuk ilk günlerde kıyametleri koparmış "gitmem" diye, kreş kapısında ortalığı yıkmalar, geri kaçmalar, kendini yere atmalar, artık elinden ne geliyorsa... o günlerde morali çok bozuldu arkadaşın, suçluluk duygusu içine girdi, ama başta öğretmenler olmak üzere etrafındaki hemen herkes "aman taviz verme, nasıl olsa alışır, sonra hepiniz rahat edersiniz" diyerek teşvik ettiler. evet, anahtar kelime rahat etmek. o da vazgeçmedi. sonraları gördüğümde sordum, "evet, sanırım alıştı" dedi. "nasıl, artık isteyerek mi gidiyor?" dedim. "aslında tam değil, biraz kabullendi gibi. sabah kalkıyor, kuzu kuzu giyinip arabaya biniyor ama yüzü hep asık.." dedi. "peki rahat ettiniz mi?" diye soracak oldum, bir şey demedi. sanırım ufaklık bir tür öğrenilmiş çaresizlik içinde durumu kabullenmişti, ama onu oraya gönderen arkadaş bu durumdan daha büyük bir suçluluk duyuyor gibiydi.

    işte bu laf bana hep, o sabah uykusundan uyanıp kuzu kuzu kreşine giden o ufaklığı hatırlatıyor. hani kreşin hapishaneye ne kadar benzediği zaten açık da, üstüne bir de çocuğa gerekli gereksiz bir sürü şey öğretmek, disiplin altına almak, daha kendi ana dilini doğru dürüst öğrenmemiş, o dilin kıvrımlarının, inceliklerinin, oyunlarının zevkine, sevincine varmamışken başka bir dili dayamak, tamı tamına bir siyasi tutukluluk hali gerçekten de. yok "okul öncesi eğitim"miş -sanki sonrası pek matah, ayrı hikaye-, yok "7 çok geç"miş, geçiniz bunları, çocuğu kapat, belli saatlerde yat-kalk yaptır, eğit, başka bir dili öğret, eğ, bük, şekle sok. ulan bu mevzular için yıllardır kavga eden, silah alıp dağa çıkan nice insan var, çocuklara yazık değil mi yahu? üstelik gariplerimin örgütlenip isyan etme durumları da yok, bol bol tepiniyoruz üzerlerinde. çocuklara kıymayın efendiler...
  • bildiğim kadarıyla bu sözün sahibi godard olup deleuze bu anlamlı sözü godard üzerine yazdığı denemelerden birinde bir metafor olarak kullanmıştır.
  • gilles deleuze'ün müzakereler kitabında jean-luc godard'ı anlatırken alıntıladığı söz. çocuklara dili öğretirken, sanki bir bilgisayar/mantıkbilim makinesine atmışcasına bir şeyler ezberletiyoruz. bu kodlardan kaçışları yok. birkaç gün önce ilkokula bilgisayar yazılımı dersi koyan ülke başlığı altında ingiltere'ye methiyeler sıralanmaktaydı. deleuze yaşıyor olsaydı ve kodların bizi bu kadar çevrelediğini görseydi yine intihar ederdi.

    mite karşı savaşta, öne sürülen akıl ve mantığın parçaladığı bilinçler, iyi ki varsınız. kavram hapishanelerinden çıktığınız gün, "büyüdüğümde tanrı olacağım" sözündeki ahmaklığı görebildiniz. daha büyük hedefler koyabilmeli insan: "büyüyünce çocuk olacağım"
  • ne zaman oğlan büyük bir keyifle pes oynarken yanına gidip "oğlum, yeter artık oynadığın, bak, yarın türkçe sınavın var, kalk da çalışalım biraz" demeye niyetlensem kafamın üzerinde bir bulutta deleuze beliriyor, parmağını sallayarak bu lafı ediyor, ben de söyleyeceklerimi yutup kös kös geri dönüyorum. allah belanı versin deleuze...
hesabın var mı? giriş yap