*

  • (bkz: ben cocukkene)
  • sozlugun ebesinin irzina goz dikmi$ yeni bir furyanin ba$langic kelimeleri.
    (ara: ben kucukken*)
  • ben daha ufacıkken
  • ben küçükken diye başlayan bir cümle duyduğumda, çocukluğumun belleğimden hiç silinmeyecek bir anısı gelir aklıma. sanki ben yaşamamışım da bir filmden hatırladığım çok dokunaklı, çok acıklı bir sahne gibidir.

    80'lerdi. yengemin annesi ziyaretimize gelmişti. evine gideceği vakit geldiğinde ben, benden bir yaş küçük kuzenim ve yengem onu minibüs durağına bırakmak için yola çıktık. evle minibüs durağı arasındaki mesafe yürüyerek 10 dakika var yok. sultan teyze'yi minibüse bindirdik. arkasından el sallarken önümüzden geçen kurşunların bize isabet etmemesi büyük şans diye düşünürüm hala.

    biz hiçbir şeyin farkında olmadan el sallamaya devam ederken, bir el bizleri arkamızdan tutup eczanenin içine çekti. alpay abi (allah rahmet eylesin) o gün hayatımızı kurtarmıştı. eczanenin arkasında iğne yapılan bölüme sakladı bizi. çatışmanın ne kadar sürdüğünü hatırlamıyorum. belki çok kısaydı ama bana saatler sürmüş gibi gelir hep. çatışma bittiğinde eczanenin camı kırılırcasına çalmaya başladı. alpay abi kapıyı açtı. çok uzun boylu ve yakışıklı bir delikanlı yatıyordu yerde. alpay abi'den yardım istedi arkadaşları. yarasına baktı ve kendisinin bir şey yapamayacağını, acil hastahaneye götürmeleri gerektiğini söyledi. arkadaşları yaralı genci apar topar çıkardılar. alpay abi ortalığın durulduğuna kanaat getirdiğinde yardımcısına bizi eve bırakmasını söyledi. ferhat abi (allah ona da rahmet eylesin) kuzenimi omzuna aldı, beni elimden tuttu, yengem de yanımızda hızla bizi eve bıraktı.

    şu an korkup korkmadığımı hiç hatırlamıyorum ama yengemin tir tir titreyişi, bugünmüş gibi gözümün önünde. ertesi sabah gazetede o gencin öldüğünü okuduğumuzda günlerce yerde yatan bedeni gözümün önünden gitmemişti. hala da gitmiş değil ama...

    ben küçükken, küçük değildim artık.
  • abi dediğimiz adamlar askere gidiyordu, şimdi dünkü çocuklar askere gidiyor yahu (bkz: evet yaşlandık)
  • evdeki dörtlü sehpa takımını birleştirip, kurdelelerle bağlayıp, üzerine de battaniye örterek yaptığım "oyun evi"mi pek severdim. içine yastık yerleştirip yatar veyahut bütün oyuncaklarımla o "oyun evi"min içinde oynardım. en çok da onun içinde çikolata yemeyi ve caprisun içmeyi severdim...

    biliyorum ki benim çocuğum hiç kendi "oyun evi"ni yapmayı öğrenemeyecek, istemeyecek çünkü yapmayı... her şeyin hazırı var nasılsa şimdi ve o hazırlar arkadaşlarında varken onda nasıl olmaz(!)... oyuncak ev mi istedi, alınacak...

    ---

    * barbie bebeklerimin yataklarını, yastık ve yorganlarını kendi küçücük ellerimle dikerdim pamukları kumaşlara doldurarak... sonra da süslerdim üzerini kimi zaman pul, kimi zaman düğme, kimi zaman boncuk dikerek...

    biliyorum ki benim çocuğum kendi oyuncaklarını kendisi dikmenin keyfine erişemeyecek, beğenmeyecek çünkü; mağazaların vitrinlerinde gördüklerinin yanında hiçbir değeri olmayacak kendi ellerinden çıkacak parçaların...

    kısacası:

    ben küçükken olanlar hep özlenecek benim tarafımdan...
  • geçen bir zamandır o hepimiz için, sadece anlatabildiğimiz.
    hep buralardan bakılır, masumiyet penceresi içinden seçebildiklerimiz, görebildiklerimiz ve hatta duyabildiklerimiz bize kalanlardır diyor bir sultan hatis .
  • şehrin boş günlerinde biriken sular balgamlıydı, istikametin hedefsiz çizgisi köprünün ayağından hallice. evler güneşe yaslanmış ve pencerelerden doyurucu düşçülük sızıyordu. sevgisizlik ve umutsuzluk artık dünyayı doldurmuş.

    odada bir soba. söz onun. şüphe içinde gürleyerek konuşuyor. fırının altındaki delikten umutsuzlukları gözlüyor her dakika. öğüt veren alevleri insanı bir alıp bir geri veriyordu. o uyuyunca ben de uyuyordum. uyanık olarak uyuyordum. uykuma yön vermek, onu kendi hâline bırakmak istemiyordum. uyumaya devam edince tekdüzeliğe alışmaya başlamıştım.

    küçüklük, musluğu kapatınca damlayan temkinli düşmanlık gibi çemberin kenarında dönüp duruyordu. alışılan tekdüzelik sedire uzanmış, zamanı sayıklıyordu. sedir de sertti. pileli örtüleri tüm mahremini örtüyordu. yanakları al kırlentleri dünyaya meydan okurcasına mimari destekçisi olmaya hak kazanmıştı, yeri sağlam ve duyarlıydı.

    ben küçükken ile omuz omuza yürüyen hayalperest bir tekdüzeliğin içindeyim. sobanın gürlemesini izliyorum. başını dik tutan çıranın gururunu arıyorum. kışın munisliğini, tekdüzeliğini arıyorum.
hesabın var mı? giriş yap