*

  • kütüphanemizdeki withdrawn books sayesinde elime geçirdiğim kitap.
  • faulkner'ın the sound and the fury kitabını okumadan okunduğu takdirde the sound and the fury'de quentin'i anlamanın kolaylaştığı söylenen kitap.
  • aslı biçen'in çevirisiyle yapı kredi yayınlarından çıkan william faulkner romanı.
  • ben bir hafta sonu öğleden sonra otururum okumaya zaten üç yüz sayfa bir şey birkaç saatte yarılarım bu kitabı diyorsanız elinize geçecek tek şey hayal kırıklığı ve can sıkıntısı olur. işsiz güçsüz, yalnız, asosyal, evden çıkmayan, akıcı bir kitabı maksimum iki günde bitiren bir insanım(kendimi övmüyorum zira aynı zamanda çirkin ve işe yaramazım) yine de söz konusu olan abşalom abşalom oldu mu günde yirmi-otuz sayfanın üzerine çıkamadım. paragrafsız sayfalar, bitmeyen tamlamalar, sonuna dair birçok noktası daha başından verilmiş olmasına rağmen çözülemeyen olaylarla dolu bir kitap sizi bekliyor.

    daha önce faulkner'in herhangi bir romanını okumadıysanız, bu kitabı gördüğünüz yerde kaçın. ben ilk ses ve öfkesini okumuş-ses ve öfke abşalom abşalom'a oranla daha kolay ve daha net- ve nefret etmiştim. sonra açıp bir daha okumuştum çünkü bir türlü aklımdan çıkmamıştı hani metal metale çarpar ve havaya yayılan titreşim sesi kulağınızı dakikalarca doldurur ya öyle olmuştu benim için. sonra döşeğimde ölürken'i okudum çok fazla karakterin çok fazla durumun anlatıldığı bir kitaptı-karakterler ses ve öfke'ye göre sürekli hareket halindeydi- o yüzden sanki birçok şey yüzeyde kalmış ama oldukça güzeldi. ardından sanctuary'i okudum. faulkner çok derin anlatılabilecek bir konuyu harcamış, bana ve kitaba ihanet etmiş gibi hissettim. yazarken kendi de sevmemiş bu romanı. özellikle temple drake'in sürekli mağdur olma durumu beni çok yordu ve gerdi.

    ve kişisel faulkner maceramın son durağı abşalom-sadece adıyla hitap ediyorum kendisine, samimiyetten. evet belki çok yorucu ama mikemmel. ha bu arada bi not, kitabın arkasında harita ile kronoloji var aman diyeyim kitabı bitirmeden sakın göz atmayın özellikle kronoloji bölümüne, ben yaptım pişmanım. sonrası spoiler.

    --- spoiler ---
    hikaye bayan rosa'nın quentin-ses ve öfke'deki- ile konuşmasıyla başlıyor. hikayeyi dinliyoruz ve baba sutpen'in şeytanın yanında staj görmüş adi bir o.ç. olduğunu ilk ordan öğreniyoruz. tabi bunun ilk bakışta kişisel bir mesele olduğunu zannedebiliriz ki öyle ama yine de sutpen gerçekten kötü bir insan. ama kötülüğü zevk uğruna veya nedensiz değil. sutpen'in hayatta ulaşmaya çalıştığı bir ülkü var ve bu uğurda herşeyi yapabilir. çalar, yalan söyler, iftira atar, manipüle eder, zorla alıkoyar ve öldürür. tıpkı faulkner'in bir yazarın yazarlık uğruna neler yapabileceğini anlattığı cümledeki gibi. kızı judith'in ise hikaye boyunca hiç kimseye zararı dokunmaz ama ablasının nişanlısını vurup öldüren henry'e kıyasla sutpen'e daha çok benzer. kitapta defalarca vurgulanır bu, judith ucunda aşkına kavuşmak olsaydı tıpkı babası gibi davranırdı, tüm bu saydıklarımın üstüne ensesti bile kabullenirdi.

    ensest demişken faulkner kavram olarak mı enseste taktı yoksa hayatının bir döneminde fiziksel olmasa bile duygusal yönden kendini bir ensest hikayesinin içinde mi buldu bilmiyorum. olayın belki magazinel ve çiğ yönü ama merak etmeden duramıyorum sözlük, beynimi böcekler kemiriyor.

    neyse sutpen hayaline kavuşmak için çırpınır durur, batı hint adalarına kadar gider, ilk evliliğini yapar ve karısında zenci kanı olduğunu öğrenir. güneyli bir erkeğin başına gelebilecek en büyük felakettir bu. gerçi sutpen ucunda idealine leke sürebilecek bir duruma düşmeyecek olsa umursamazdı bunu. çünkü daha çocukken düşmanının zenci bir yüz olmadığını o yüzün ardındaki zengin beyazların diğer insanları ezip geçen, un ufak eden servetleri ve sadece doğmakla elde etmiş oldukları asaletleri olduğunu öğrenir. o zenginliğe ve asalete kavuşmak içindir bütün çabası, zengin beyaz evinde kendisine arka kapıya gitmesini söyleyen zenciye ve dolayısıyla zengin beyaza ve tüm dünyaya haddini bildirmektir.

    melez karısını ve oğlunu terk eder, amerika'ya döner ve hayalleri neredeyse kusursuzca gerçekleşir. ta ki bir gün küçük oğlu henry büyük oğlu charles'la çıkıp gelinceye kadar. kendinden başka kimse bilmez durumu. charles ve annesi durumdan haberdar mıydı o nokta bize bırakılmış gibidir. sonra işgüzar karısı kızı judith ile charles'ı nişanlar, nişan öylesine doğal bir durumla öylesine kendiliğinden gerçekleşir ki, farklı bir geleceği okuyucu bile hayal edemez. sonra sutpen henry'e her şeyi anlatır.

    devamı yarın olsun, yoruldum. devamı daha heyecanlı sakın kaçırmayın bak.

    --- spoiler ---
  • modernist edebiyatın en büyük üslupçusu faulkner muazzam atmosferiyle okuru un ufak ettiği eseri abşalom, abşalom!, kelimenin tam manasıyla sarsıcı bir roman.

    önce isme takılıyorsunuz tabi.

    abşalom: babasına karşı düşmanlarıyla birleşerek ayaklanan abşalom, savaşta yenilip, kaçmaya çalışırken uzun saçları bir ağaca takılmış ve davut'un ordusuna komuta eden yoab tarafından öldürülür.

    tabi roman bu metaforla damgalanırken nedendir bilinmez ses ve öfke'deki gibi yine ensest kelimesi ağırlığını hissettirir. rosa coldfield ve quentin'in babasının anlattıkları kimi zaman tahmin kimi zaman da yaşanmış olayların belirginliğiyle anlatılır. bu esnada en mühim anlatıcı quentin'in dedesi olmaktadır, zira sutpen'in, geçmişine ilişkin bilgi verdiği tek kişi kendisinden başka biri değildir. tabi son olarak shreve ve quentin ikilisinin onca bakış açısı sonucunda birleştirdiği parçalar - belki doğru belki değil- kitabı nihayete vardırır.

    roman bayan rosa coldfield'in quentin'e, ablasının eşi sutpen'i anlatmasıyla açılır. sutpen geçmişi hakkında tek bir bilgi yokken kasabaya yanında zencilerle gelip, kimsenin anlamadığı şekilde zenginleşerek sutpen'in yüzkilometresi adında bir çiftlik sahibi olmasını 20 yaşındaki harwardlı'ya anlatır. yer yer yaşanan olayları olasılık ve tahminlere göre açıklar. faulkner tarafından özellikle oluşturulan gizem eşliğinde okurda acaba neler olacak, sorusu çınlamaya başlar. belki anlatıcıların önyargıları belki de bakış açılarının karanlık bir mizansenini sunarak anlatılan olayları tekrarlar. yer yer aynı olayları değiştirerek. evet faulkner sık sık yapar bunu.
    kitabın ağır atmosferinde yüksek sesle uğuldayan gürültülü gizemi ses ve öfke'yi okumuş olanlar özellikle 1. bölümdeki imgesel (benjyli bölüm) ve 2. bölümde quentinin bilincinde yasaklanmışcasına kalan, adını bulamadığı tereddütlerden hafif hafif yaşananlara ısınacaktır.

    sutpen, rosa coldfield'in ablasıyla evlenmiştir ve rosa bu adamdan nefret etmektedir. çiftlikte durgun bir rüyaymışçasına yaşadıkları monoton süreçten hiç bir aile üyesi sıyrılmasada henry'nin okuldan arkadaşı charles bon'un eve davet edilmesiyle henry babasıyla tartışır ve tüm evlatlık haklarından vazgeçerek evi terk eder. eh gizem örmeyi sürdüren faulkner değişik anlatıcı kimliklerinin ardından son kısımlarda rolleri shreve ve quentin'e vererek bu ikilinin yaşamları durmuşçasına bu ailenin yaşadıklarını irdelemesi aktarılır.

    * peki burada durduğumuzda, gizemi fazlaca açık etmediğimize göre; neden faulkner tüm olayları çözmek ve okur gözünde aydınlatmak için quentin'i seçer? ensest vurgusunun kesintisiz geçip durduğu bu romanda kurban quentin'in kendi vicdanıyla oyalanması değil midir diye düşünüyorum. belki romanın son bölümde yaşanan sarsıcı etkiden çok daha fazlasını ses ve öfke'nin intihara özlem duyan, geçmişinde yaşadığı sarsıntıyla sonu enseste varan bu hikayeye quentin'in bir açıklama getirmeye çalışmasıyla yaşadım.

    *thomas sutpen geçmişinde yaşadığı tek bir andan yola çıkarak kendi idealizmini çiziyor, ve bunca kötülüğe neden olan o tek bir anın, çiftliğin etrafında köhne ve çatısız bir evde yaşayan wash jones'u da maruz bırakması da ayrıca tuhaf.
    zencilere karşı muazzam bir ön yargıyı sesini kısmadan, güney'in geri kalmış ve taşralı hikayesini sunarak romancılığın en güçlü eserlerinden birini bırakıyor faulkner.
  • bu romanı okuyacaklara tavsiyeler:

    romanı okumadan önce bir daha düşünün. kimi zaman bir cümleyi üç beş defa okuyacaksınız.
    kurgu bildiğiniz kurgulara benzemiyor. aynı olayı birkaç defa anlatacak size yazar ama her seferinde ilk kez okuyormuş gibi hissedeceksiniz.
    sayfa 150'deki paranteze dikkat, o parantez 182. sayfada kapanacak ve o parantezin içinde onlarca parantez açıp kapanacak. (bu ve aşağıdaki bilgi, yapı kredinin 2. baskısına göre)
    sayfa 155'te italik harflerle bir cümle başlıyor ya işte o cümle 157'nin sonunda bitiyor ve efendim bu cümle bir edebi kitapta yer alan en uzun cümleymiş (guinness rekorlar kitabına göre).
    kitabı hakkıyla bitirdiğinizde artık pek çok yazarın size yavan geleceğini unutmayın. sizi ancak joyce, kafka, proust gibi yazarlar ihya edecek.

    hadi kolay gelsin.
  • sadece faulkner dayı nın değil modern roman tarihinin başyapıtıdır.

    bu romanı okuyan insan dünyanın en estetik ızdıraplarının neden illaki abd de yaşandığını ve geri kalan coğrafyada yaşayanların neden "biz de insan mıyız amk" şeklinde ağlaştığını çok iyi kavrayabilir.
  • "uzun durgun sıcak bıkkın ölgün eylül ikindisi..."

    "...ama arkadaşına, bunu seni sevdiğim için yaptım, sen de beni sevdiğin için şunu yap diyemedi. diyemezdi, görüyorsun ya..."

    "üzücü bir gerçek, en üzücülerinden biri de şuydu: yürekle ruhun kendilerine ihtiyaç duyana ihtiyaç duymadıklarında hissettikleri o usandırıcı bezginlik."

    "hayır: insanların hatalarına sırtlarını dönüp kaçtıkları zamanlardan çok önceydi bu olanlar."

    "akıl almaz. durumu açıklamıyor. belki de mesele bu: onlar açıklama yapmadı ve bizim de bilmemiz beklenmiyor. ağızdan ağıza geçen birkaç hikayemiz var; eski sandıklardan, kutulardan ve çekmecelerden hitap sözleri ya da imzaları olmayan mektuplar bulup çıkarıyoruz, bir zamanlar yaşamış, nefes almış erkeklerle kadınlar bu mektuplarda, şimdi bize sanskritçe ya da chocktaw dili gibi gelen anlaşılmaz bir şefkatle yazılmış kısaltmalar ya da lakaplar sadece; insanları hayal meyal görüyoruz, yaşayan kanlarında ya da tohumlarında hareketsiz beklemekte olduğumuz insanlar, şimdi kahramanca boyutlar kazanmış olan zamanın bu gölgeli seyreltisinde, zamana kapalı ve anlaşılmaz, basit tutku ve basit şiddet rollerini oynuyorlar - evet judith, bon, henry, sutpen: hepsi. onlar orada ama eksik bir şey var; o unutulmuş sandıktan mektuplarla birlikte çıkarılmış bir kimyasal formül gibiler, özenle çıkarılmışlar, kâğıt eski, solmuş, erimiş, yazı solmuş, neredeyse okunmayacak halde, yine de anlamlı, şekli ve uyandırdığı his tanıdık, görünmez, ama hissedilebilir güçlerin adı ve varlığı tanıdık; onları gerekli oranlarda bir araya getiriyorsun, ama hiçbir şey olmuyor; tekrar okuyorsun sıkkın, dikkatli, üzerinde dura dura, hiçbir şeyi unutmadığından, yanlış hesap yapmadığından emin olmaya çalışarak; tekrar bir araya getiriyorsun, yine bir şey olmuyor: sadece kelimeler, simgeler, şekillerin kendileri, insanlara has o korkunç ve kanlı talihsizliğin abartılmış fonu önünde gölgeli, esrarlı ve sakinler."

    mütercim aslı biçen, seni de seviyoruz patron, esaslısın, hem de nasıl.
  • sutpen in elinde -kızılderili lerden nasıl koparttığı da bilinmeyen bir toprak tapusu, bir fransız mimar ve bir miktar zenci köleyle -hayali bölge yoknapatawpha da jefferson mississippi ye girişleri anlatılır. geçmişinden kimseye söz etmeyen, tutkulu, amacına ulaşmak için her şeyi yapabilecek ve bu özelliği sayesinde de başına olmadık şeyler gelen, kızıl saçlı, kızıl sakallı sutpen hiçlikten kurtulmaya çalışan biridir. en sonunda evini tamamlar. eşyalar satın alır. özlemini duyduğu hayata kavuşması için ihtiyacı olan tek şey bir kadın, soyunu devam ettirecek bir dişi dir. kasabada dükkan işleten silik bir adamın kızıyla; yapılan çağrıya köleler haricinde pek kimsenin ilgi göstermediği törenle evlenirler. ve daha sonraki olaylar: patlak veren iç savaş, güney in yenilgisi, sutpen in önceki yaşamından (geldiği yer) kalan çocuğu; yine aynı çocuğun kendi öz kızıyla evlenmek istemesi ve üst üste gelen onca felaket…

    karmaşık atmosferlerle, bilinmeyen, aralarında bağlantı bulunmayan parçalarla açılır. bir yandan okunur diğer yandan da ilişkiler akılda tutulursa sonraki kısımlarda iri iri olaylarla, uzun anlatımlarla karşılaşılacağından akış içindekiler akıla kolayca kazınır. faulkner in meşhur ayrıntıdan bütüne ulaşma tekniği buna neden olur. ayrıca içerikte italik harflerle yazılmış bölümlerin aralarında bağlantılar kurulmalı, en azından uğraşılmalı. ilk bölümlerden son bölümlere kadar kişilerin, diyalogların anlattığı şey -konu bakımından değişiklik göstermez. ama her birinin bakış açısı, ele alış biçimi farklı olduğundan faulkner sizin bu çakışmaları fark etmenizi, böylece bir tepe noktasından, karakterlerle duygusal bağlar, özdeşleştirmeler kurmadan gerçeği kavramanızı sağlar.

    peki abşalom kimdir nedir? ”davud un üçüncü ve en sevdiği oğlu. kişisel çekiciliği yasa tanımazlığı, küstahlığı ve trajik yazgısıyla eski ahid in alkibiades’i denilebilir. adı ilk kez tecavüze uğrayan kız kardeşi tamar ın öcünü almak için davud un büyük oğlu olan üvey kardeşi amnon u öldürmesi dolayısıyla geçer. bu yüzden sürgüne gönderildiyse de yoab ın yardımıyla bağışlanır. daha sonra davud öldüğünde kimin tahta çıkacağı konusundaki kararsızlık yüzünden bir ayaklanma başlatır. önceleri tam bir başarı kazanmış gibidir. ve davud az sayıdaki yandaşları ve kişisel muhafızlarıyla birlikte kudüs ü ve krallığın önemli bir bölümünü abşalom a bırakarak ürdün e kaçar. kaçanların ardına düşen abşalom ürdün ün batı bölgeleri olduğu sanılan efaim ormanı nda tam bir yenilgiye uğrar ve saçlarından bir meşe ağacına takılmış halde yakalanarak yoab tarafından öldürülür.”

    murat belge nin deyimiyle “tiz sesle yazılmış bir güney profili”.
  • ilginç ve zor bir yazar olan william faulkner'ın kitabı.abşalom, üslubu ağır ve zor bir kitap olmasına rağmen kendi okutuyor.
hesabın var mı? giriş yap