• başlığını görür görmez alışveriş listeme eklediğim kitap.

    binbir feet masalları hakkında aylar önce bir yazı yazmış ve şöyle bir ifade kullanmıştım.

    --- spoiler ---

    ülke içinde kıvrandığı bu hastalıktan kurtulur mu bilemeyiz. fakat kurtulmayı başarırsa bu torpilsizler sayesinde olacak.
    --- spoiler ---
    torpilsizliğe övgü

    yazarı (bkz: özgür eren koç) bir yıla yakındır hem buradan hem twitter'dan takip ediyorum. politik manada tam olarak aynı yerde durduğumuz söylenemez. ancak belirttiğim gibi, bu ülkenin daha iyiye gitme ihtimali varsa bu ancak dayısızlar sayesinde mümkün olabilir. dolayısıyla her dayısız bu kitabı alıp okumalı.*
  • binbir feet masalları ile birlikte, başına iş açacağını bilip yine de yazmaktan ve yaymaktan korkmayan özgür eren koç kitabı. bazılarına akılsızlık gibi gelen bu cesaret için bence yazara çok şey borçluyuz. çünkü o gün geldiğinde, muhtemelen ömrümüzün görmeye yetmeyeceği o aydınlık ülke kurulduğunda, geçmişin çiçekli böcekli hatırlanmasını ben de istemem. kimlerle aynı havayı soluduğumuzu, o şeytanların insanlarımıza nasıl zararlar verdiklerini, kimleri öldürüp kimleri acı bir hayata mecbur bıraktıklarını kimse unutmasın istiyorum. unuttuğumuz ve merhamet duyduğumuz anda tekrar tekrar çoğalıp bize, çocuklarımıza ve hatta belki torunlarımıza aynı şeyleri yaşatacak kadar çoğalmış olacaklar. bu yüzden belki de bizzat kendimizin hatırlatacağı o günlerde yeryüzündeki süremiz dolduysa, uçup gitmeyecek kitaplar bırakmak çok kıymetli. dayısızlığa övgü bu kitaplardan biri.

    önceden kestiremediğim ayrıntılarla kitabı birkaç saat içinde bitirip sonunda da "oha amk" dedirterek zekamı yendiği için ayrıca sevdim. kimsenin okurken sıkılacağını düşünmüyorum. kitabın sonuna duyduğunuz merak, mola vermenize bile engel olacaktır herhalde. en azından ben, elimde kitap açık okuya okuya, önüme bile bakmadan sigaraya çıkmıştım.

    hak ettiği değeri bulur umarım, okuru bol olsun.
  • ilk kitabını hızlıca bitirmekten pişmanlık duyduğum için her gün ağır ağır okuduğum özgür eren koç abimizin ikinci kitabı.

    --- spoiler ---

    ece üner kısmı çok güzeldi. isim vermeden öyle güzel anlatılmış ki türkiye'de 100 kişiye okutsanız 99'u "bu ece üner" der. kalan 1 kişi ise sadece discovery channel falan izliyordur(yani çok yanlış anlamamış olmayı umuyorum, bir kişiye değil de bir topluluğa gönderme de olabilir tabii).

    ece üner'e acayip gıcığım o yüzden yazmak istedim. yoksa kitapta wushu federasyonu mu khk mı efendime söyleyeyim halı sahada "yargı dağıtan" savcı mı yani aklımda tutamadım hepsini ama son yıllarda yaşanan birçok şeyi daha ilk yarısına sığdırmış yazar. kalan kısımlarını da rahmetli bir sevdiğimin dediği gibi ağır ağır okuyacağım ki daha fazla gün keyif alabileyim.
    --- spoiler ---
  • tek oturuşta bitirdiğim kitap. kimlerden bahsettiğini anlaya anlaya okudukça iyice sinir basıyor aslında. dayısız , torpilsiz hiçbir şey yapamayan bizlerin içi iyice sıkılır kitabı okudukça, ama bir yandan da hakan’ın yaptıklarıyla ufak bir rahatlama gelmiyor değil. neyse. keşke cinayetleri çözmeye çalışan ekip ve hakan biraz daha derinleştirilseydi ve kesinlikle kitap biraz daha uzun olsaydı. gerçi bu devirde bu kadarını bile yazabilmek koca bir alkışı hak ediyor. okuyucusu bol olsun.
  • amca kadar işe yaramaz... ''kadar'' oran değil niteleme. ingilizcede ikisi de ''uncle'' adamlar ''ikisi de aynı bok'' demek istemiş aslında.
  • dün akşam bitirdiğim kısa roman.

    önceki gün başlamıştım, ne ara bitti lan diye düşündüm. üslup, akıcılık.. film izler gibi hissettim kendimi.

    ülkede gündem olan bir çok olayı kurgusuna katıp (halı sahadan adam toplatıp göz altına aldıran savcı gibi) hafızaya kazıyan arşivlik eser.

    eline sağlık mother of leia.
  • çabuk bitmesin diye ağır ağır okuduğum kısa roman.

    kendimi romanın atmosferi içinde bulmam hiç zor olmadı. aşina olduğumuz olaylardan ve durumlardan bahsediyor. ana karakterin hissiyatına da aşinayız. tam olarak bu yüzden, sıra dışı bir karakter olmasına rağmen, bağ kurabildim.

    --- spoiler ---

    açıkçası başlangıçta romanın hızlı ilerlediğini ve bunun bir sorun olduğunu düşünmüştüm. ilker ve ekibine sorunun peşinden koşmak için yeterli zaman bırakılmamış gibi gelmişti. ancak sanırım yazar bunu bilerek yapmış.

    okuyucu muhtemelen hakan ile bağ kuracaktır ama ilker de hiç yabancı bir karakter değil. ilker, tıpkı bizler gibi 2020'lerin türkiye'sine adapte olmakta zorlanıyor ve bunun sancısını yaşıyor. ortada mantık ve sağduyu kalmamış, ilker de mantıklı ve sağduyulu bir insan olarak bunun acısını çekiyor. sürekli espri yapmasını buna bağlıyorum. inandığı her şeyin çöktüğüne tanık oluyor ve bir şekilde bunu bastırmaya çalışıyor.
    --- spoiler ---

    okumaya devam ediyorum. bitince giriyi editleyeceğim. şimdiye kadar yorumlarım olumlu. eline sağlık mother of leia.
  • bunu yazmakla yazmamak arasında çokça gidip geldim, sonunda yazıyorum. mother of leia nedenini biliyor zaten, diyeceklerimin çoğunu da biliyor.

    evvela mühim olanı: ben bunu okuduğum zaman hepimize olduğu gibi bana da bir mesaj uzakta olan yazarına iyi, kötü, olmuş, olmamış, şurası şöyle, burası böyle, karakterde şu var, şu yok, vokabüler şöyle değişse daha iyi, cümle yapısı böyle gelse daha tatlı... filan demedim.

    dedim ki seni sadece türkiye'de sikerlerse iyi, buna şükür et. neyse ki sadece türkiye'de siktiler ama tatlı da siktiler. herifin pasaportu delindi gavuristanda. bak benimki delinip etmedi, altı üstü vize için elçiliğe verdim bir sefer ve o ara oturma iznim bitti. arada geçen 2-3 gün cehennem gibiydi. ülkeyi terk edeyim desem edemiyorum, sınırdan çıkmak için pasaportum yok. otursam oturamıyorum çünkü oturma iznim bitti. katastrofi amk.

    bu herif bildiğin haymatlos oldu (bence) bu kitap yüzünden. yani bu öyle "okudum bitti" kitabı değil. adamın zaten çüklere yan basmış, daha doğrusu öyle olduğunu sandığı hayatının "dur, sen daha bir şey görmedin amk" demiş hali. ha, dilerseniz "lan yarraam, ne güzel alemanya'dayken deldiler pasaportu. sırf bu sebepten iltica talebin kabul edilecek, daha ne istiyorsun? alnını veya götünü deleceklerine pasaportunu deldiklerine şükredeceğin yerde" de diyebilirsiniz ama zorunlu ikamet hiç öyle tatlı değil. türkiye'den çıkamamak sıkıntı ya hani, türkiye'ye girememek de sıkıntı. akp sağ olsun, bizim çocukluğumuzdan kalan her şeyi yakıp yıkarak bizi kimliksiz, mekansız ve zamansız bırakmak için elinden geleni yapsa da hiçbir şey değilse 20-30 sene boyunca tanış olduğumuz insanlar(ın kahiri) türkiye'de. herif anasının babasının yanına gelemiyor amk, anla.

    bak kitap başlığındayız ama kitapla alakalı tek cümle kuramadım hala. bazen böyle olur çünkü bu işler. önden biraz bir şeyler bilmek gerekir ki anlaşılsın. bu kitapla, daha genelinde özgür'ün yazdıklarıyla, hele ki bu haliyle kıyaslanacak değil ya, benim de (2-3 haftadır yazamadığım son) 3-4 bölüm sonra bitecek ve okur/editör aramaya başlayacağım bir hikayem var mesela. eğer temmuz'la enkidu'nun hikayesini bilmiyorsanız bir bölümünü anlamazsınız. olmaz yani, bilmezseniz "bu ne amk" deyip geçersiniz. benim hikayenin bir bölümünde mühim olan şey, bu adamın kitabının tümünde mühim.

    (tam ben buraya geldiğimde adamın şu entriyi yazdığını gördüm. saat şu anda 2:23. normalde "uykusuzluktan geberdim, yatayım da sabah bitireyim" diye düşünüyordum ama sırf bu yüzden devam ediyorum)

    kitaptan bağımsız devam: bazı insanlar maldır. bu adam da öyle. ben küçükken merak ederdim: savaş zamanı, tepelerinden bombalar yağan kimseler nasıl yaşıyordu?

    cevabını sonradan öğrendim: herif işine gidiyor, çalışıyor, akşam çıkınca lokantada yemek yiyor, sonra tiyatroya gidiyor, eve gidip yatıp uyuyor, lazımsa ışıkları söndürüyor...

    rutin önemli. herif rutinini sikip atmış bir adam. daha doğrusu rutini kendi kendini sikmek olmuş. bak bu herifi al benim şehre koy, durumu değişmez. beni al onun şehre koy, hayat standardım beş katına çıkar. bak ben sendika kuracak, trt'yle iş yapacak kadar ol(a)madım. bunların tümünün başlayacağı yaşta, 22 yaşımda kafamda tümör çıktı, sonunda "öleceksem ailemin yanında öleyim" deyip okul bıraktım, şehir değiştirdim filan. sonra ölmedim ama olan biten, sebebi olan, sürecinde olan, sonrasında olan... şeyler çok şeyi aldı götürdü benden. "lider sensen ben de seni takip ediyorum" diye 40+ yaşında adamlar yanımdaydı lan. sonra...

    dur, konu ben değilim. herif aktif, insan ilişkileri iyi, kafası çalışan herif. adamsa bunların cümlesini siktir edip kendine dert arama peşinde. rutininde akşam tiyatroya gitmek yok, bunun sonucunun da ne olduğu belli: tertemiz deliriyor herif. görüyorum, yapacak biskim de yok zira adam açık değil. açık olsa neyse ama değil. böyle ancak izliyorum işte amk...

    benim hikayede rıfat efendi var. rıfat peder, tdk'ya göre doğru yazılışıyla namıdiğer ulemadan rıfat efendi. dinlerle, dinler tarihiyle kafayı bozmuş, ilahiyat okuduktan sonra ilim ya resulullah deyip sekiz yüz dil öğrenip cümle dinle alakalı ne varsa tümünü okumuş, enki'nin kendi torununun babası olmasını dahi islam'a bağlayabilen bir adam. bu da deli, ama bu iyi tarafından deli. işte bu aradaki fark fena. delireceksen rıfat efendi gibi delireceksin. reenkarnasyon da islam'da vardır diyerek delireceksin, iç şarabı sik arabı diyerek delireceksin. bu adamsa...

    bak koskoca metin oldu, hala daha mevzuya giremedim ya?

    uyku fena bastırdı, ondan asıl olanı kısadan geçeyim peşrevin daha üçüncü hanesine bile başlamamışken:

    bu adam iyi yazıyor. kimdi hatırlamıyorum, diyordu ki yazmak kolaydır, fazlalıkları atmak zordur. kitapta sıfır fazlalık var - ve fakat kritik: eksikleri de var. döneminin insanına ve hafızasına fazla güveniyor mesela, veya polisi behzat ç.'deki suçlular gibi "hafife alıyor". fakat bu rahatsız da etmiyor bir yandan, derdi başka çünkü kitabın.

    derdi ne? kendi dilinden: edebiyat, ağdalı cümleler, aforizmalar filan değil. bir olay örgüsü etrafında olup biten birkaç şeyi hatırlatıp...

    dur lan, zıpoylır olmasın.

    bak şunu ben yazsam kimseye gönderemezdim. yemezdi. bu herifteyse o göt var. ben, yukarıda ikisini andığım kimi şeyler yüzünden kendi sikko hikayemi bile kimseye göndermeyeceğim mesela. hoş, beni düşman belleyenler/belleyecekler kümesinin alt kümesi onu düşman belleyenler kümesi ya, yine de ondaki göt bende yok. bu kitap da böyle bir şey işte:

    bir film gibi - içinden yaşayarak zaten geçip gittiğimiz. gavura, sana bana anlattığının çeyreğini bile anlatmaz. içimizdeki gavurlara, dışımızdaki gavurlara anlattığının da çeyreğini anlatmaz. yazım, esasında bir senaryonun parçaları gibi. tüm metin yok önümüzde, senaryolaşırken bu x sayfalık metin 3x olacak mesela. akışı kral, kıskanmadım dersem yalan söylerim. senaryo diye boşuna demiyorum.

    dil? komsi komsa. derdi zaten dil değil as such, bunu biliyoruz, fakat daha sağlam laflar beklediğim yerlerde fazla durgunluk, karakterin kendisinden beklediğim (veya bekleyeceğiniz) ölçüden de fazla, sanki ilaç almışçasına bir durgunluk... o kadar durgun adam bu hikayede başrol olamaz çünkü o ilaçlar durdurur mesela. önemli mi? bir yandan değilse de önemli de sayılabilir. sorun mu? bence değil. zaten "dur lan az sonra ne olacak bir bakayım" derken bakmışsınız sonuna gelmişsiniz. agata ablam gibi akıyor öyle.

    kimseye alın demem, kimseye okuyun demem. sebeplerini anlattım uzun uzun. müellifinin kendisi "reklam yapamıyorum amk" diyor, hal bu ahval bu. derseniz ki "onda yazacak göt varsa bende de okuyup bakacak göt var", ne ala. demezseniz de yarın öbür gün filmi çıkar, dizisi çıkar izlersiniz nesfilikste filan.

    sonradan ekleme, kendisi için bir not olsun: eğer olur da benim hikaye de ilerlerse bir zaman, 2017'de bitirmeyi düşünürken 2020'de bitireceğim ve bu kitaba referansla yazıp sonunu başka türlü bağlayacağım. herhalde bir 5-10 senemi alır ama olur da o gün gelirse, bir şekilde iletişebiliyor da olursak "senin karakter işleyişini sikerim yavşak" dedirtirim herhalde. bakalım.
  • yazarı, hayata dair gülümseten detaylar başlığına (bkz: #148651026) şunu yazmış. yanlışı görünce eleştirmeye en önden koşuyoruz ama takdir etmeye gelince daha isteksiziz. bundan, hak edene gereken değeri göstermiyoruz. şu minik hikayeyi anlatmak istedim:

    çok sevdiğim bir ağabeyim var ve durup dururken ona bu kitabı hediye edesim geldi. eline ulaştığı gün hemen okuyup bitirmiş, çok da beğenmiş. gerçekten çok zor bir dönemden geçiyormuş o sırada ama benim hiç haberim yoktu. kardeşi intihardan dönmüş, annesi babasını sağ mı ölü mü diye geceleri kalkıp kontrol ediyormuş. anlayın.
    "birkaç saatliğine de olsa bu kitap tüm bunları unutturdu bana", böyle söyledi.

    belki minicik bir şey ama bunu yazarına neden söylemedim bilmiyorum. hiçbir şey değilse gülümserdi. tamam söyledim işte, üstüme gelmeyin.
  • ne dayısı ne dayısızlığı! bu kavram ortadoğuya özgüdür. kurtulunmadığı sürece köle olmaya mahkumuz.
hesabın var mı? giriş yap