• (bkz: bitik adam)
  • türkçe'de sezer duru çevirisiyle, barış tut editörlüğünde, yky tarafından yayımlanmıştır. (ilk basımı: aralık, 2000)
  • mozarteum’da ve ardından horowitz kursunda öğrenim gören üç piyano çalgıcısının (piyanist değil!) ekseninde deha, hırs, kıskançlık, ölüm gibi konuları ele alan kitaptır. yazarın üslubu ilk defa okuyanlar için (benim gibi) oldukça zordur. thomas bernhard ın müthiş karamsarlığı, insanlara ve şehirlere (özellikle de avusturya’nınkiler) beslediği nefret insanın moralini bozar, okumayı daha da zorlaştırır. ama kitapta insan psikolojisinin derinliklerine, kötücül duygulara özellikle de kıskançlığa dair süper tespitler bulunur. deha derecesinde yetenekli olan virtüöze karşı duyulan kıskançlıkla karışık hayranlığın adamlardan birinin hayatını nasıl mahvettiğini anlatır ki bu açıdan amadues la büyük benzerlik taşır. kitaptaki wertheimer ile filmdeki salieri adeta aynı adamdır.

    okuduktan sonra glenn gould u inanılmaz merak etmiş, internetten harıl harıl araştırmıştım. -okumayanlar için biraz spolier olacak ama- thomas bernhard ile glenn gould’un hiç tanışmadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. thomas bernhard’ın kendi hayatından izler taşıyan bir kitaba glenn gould’u sanki yakın bir arkadaşıymış gibi katması cidden çok enteresandır. kitapla ilgili yorum yazan bir eleştirmen yazarın glen gould’u bir festivalde goldberg varyasyonları nı çalarken dinlemiş ve çok etkilenmiş olabileceğini söylüyordu ki doğrudur muhtemelen. kitap içinde goldberg varyasyonlarına birçok atıf bulunur. –end of spoiler-

    uzun lafın kısası sağlam bir kitaptır. insanı klasik müzik dinlemeye sevkeder ki bu bile bir kazançtır.
  • untergeher kelimesi çöküş, batış (örn. güneşin batışı) gibi anlamlara gelen untergang kelimesinden türetilmiş, yani kişileştirilmiş aslında var olmayan bir kelimedir, böylece başka bir dile çevrilmesi de zordur. türkçe çevirisindeki bitik adam ismi biraz klişe gibi dursa da, ingilizce çevirisindeki uyduruk loser isminden tabii daha iyidir.
  • thomas bernhard'ın ilk sayfadaki 3 kısacık paragırafından sonra tek bir paragıraf bütünlüğüyle 112 sayfa süren "sıkı" kitabı... sıkı olmasının yanında güç okunan, yorucu da bir kitap... ancak bu güçlük kitabın ağırlığından –ya da sıkılığından– değil, kesintisiz bir bütünden oluşmasından; yazarın "dedim", "dedi", "düşündüm"lerinden; bir de anlatımdaki sürekli yinelemelerden kaynaklanıyor. kimileyin kabak tadı veriyorsa da kullanılan bu biçem, kesinlikle kitabın değerinden bir şey eksiltmiyor.

    bununla birlikte, kafamı kurcalayan şöyle bir ayrıntı oldu: bu romanın başarılı çevirmeni sezer duru sanırım j s bach'ın "iyi düzenlenmiş klavye"* adlı yapıtını bilmiyor. kitabın 107. sayfasında iki, 108. sayfasında da bir kez adı anılan yapıtın baş harfleri küçük dizilmiş. hem de kitap boyunca sürekli özel ad olarak geçen "goldberg varyasyonları"yla yan yana... "iyi düzenlenmiş piyano"yu bir deyim olarak almış sanırım bn. duru. kitabın aslında da böyle mi bilmiyorum ama olmadığını düşünüyorum. sezer duru'nun bach'ın yapıtını bir yerde "iyi ayarlı piyano" bir yerde de "iyi ayarlanmış piyano" olarak çevirmesiyse ayrı konu...

    glenn gould ile ilgili –gerçek ya da kurmaca– hoş bilgilerin yer aldığı "bitik adam"dan, sanatçının betimlendiği kısa bir bölümü de yazıvereyim şuraya. yeri gelmişken kulaklarını çınlatmış olalım böylece bu büyük piyano ustasının:

    "söylediği şeyleri salt düşündüklerinden oluştururdu. sonuna kadar düşünülmemiş şeyleri söyleyen insanlardan iğrenirdi, bu yüzden de nerdeyse tüm insanlardan iğrenirdi." (yky, 2004, sf. 20)
  • sanılabileceğin aksine kitaptaki bitik adam glenn gould değil wertheimer dir ve ona bu ismi glenn gould takmıştır. kitabın ana ekseni de glenn gould üzerine değildir yine adından da belli olacağı üzere wertheimer üzerinedir. mutsuzluğuyla mutlu olan wertheimer. ve tabii ki bernhard gould u tanımıyordur ve kitaptaki kurmaca glenn gould un ölümü de hayli kurmacaya kayan goldberg varyasyonlarını çalarken beyin kanamasından ölme şeklinde olur. merak etmeyin spoiler falan vermedim. dediğim gibi kitap glenn gould u merak ediyorsanız mutlaka okuyun, piyanoseverler kaçırmasın kitabı filan değildir zaten.

    yine de bernhard biyografisine bakanlar onun mozarteum da okuduğunu bilir ve bu yönüyle 3 sıkı "varoluş arkadaşı" olarak anlatılan ve piyano virtüözü olmaya takmış yazar, wertheimer ve gould'un bu yönleriyle gerçekçi portreler olduklarını söyleyebiliriz.

    bu üç arkadaştan dehası olan gould dur ve onu ilk kez piyano çalarken gördüklerinde yine piyano virtüözü olma heveslisi wertheimer o anda umutsuzluğa kapılır ve hevesi kırılır. çünkü mozarteum un en yeteneklisidir gould dan sonra ve dünya çapında bir piyano çalıcısı olabilir aslında ama asla onun dehasına erişemeyecektir. wertheimer yıkılır ve yazar da soğukkanlı bir şekilde yenilgiyi kabul eder.

    ama asıl mesele virtüözite değildir ne de piyano sevdası. zaten bu yüzden yazar da wertheimer da kendilerine başka alanlar bulmakta gecikmezler. wertheimer düşünce bilimleri denen şeye gömülmeye çalışır yazar da felsefeye.

    yaşamı, insanları sıkıcı ve katlanılmaz buldukları için kendilerini adarcasına çalışırlar sürekli ve mükemmele erişmek üsterler sürekli ne ki bütün bu çalışmalar korkunç bir yanılgı olarak karşılarına çıkar. wertheimer arada basit insanlara sığınıp onların başını şişirir kendi hep daha fazla düşünsel sorunlarıyla ama basit insanların karmaşık insanları anlaması ve onları kurtarabilmesi mümkün değildir. sanat sevicileri ve sözümona entelektüeller ne kadar aşağılık ve kirlenmişse küçük bir kasabadaki oduncular, basit insanlar da o kadar kirlenmiştir ve onlardan aşağı kalmayacak şekilde aşağılıktırlar. her şeyi, bütün düşünce bilimlerini ve edebiyatı ve piyanoyu ve kullanabilecekleri insanları alet ederler kendilerine rağmen yaşamda kalma savaşına.

    ama hepsi zayıf kalırlar ve yeterince uğraşıldıktan sonra sönüp giderler. en büyük felsefi kuramlardan sonra bile sadece ağızda kalan bir deyiş tadı olur. hepsi bu. inanılmazlıkların dünyası olmak istemişti ama geriye sadece birkaç gülünç ayrıntı kaldı; bitik adam budur işte.

    söylenegeldiği gibi bernhard 20.yy in en büyük ve belki de son üslupçularındandır ve bu kitabında da hala formunda olduğunu gösterir.
  • kusurlu hayatları kusursuz bir öfkeyle anlatan bitik adam'ı okumadan kimse "bittim ben" demesin. sikerler.
  • tek paragrafa sığdırılmış bir başyapıttır.
  • seçmece:

    "sürekli merakım intiharımı engelliyordu, dedi, diye düşündüm." s, 36

    "...oysa yaşama yeteneğimiz bile yok, var olmayı bile beceremiyoruz, var olunuyoruz!" s,36

    "bir dostumuz olduğunu sanıyoruz, ama zamanla dostumuz olmadığını görüyoruz, çünkü kesinlikle hiç kimsemiz yok, gerçek bu, dedi." s, 37

    "içinde intihar edenlerden söz edilen kitapları okudu hep, içinde hastalıklardan, ölüm olaylarından söz edilenleri, diye düşündüm lokantada ayakta dururken, içinde insan sefaletinden, çaresizliğinden, anlamsızlığından, işe yaramazlığından söz edilenleri, içinde her şeyin hiç durmadan yıkıcı ve öldürücü olduğundan söz edilenleri." s, 46

    "onu çeken, insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi, insanların kendileri değildi, mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlyordu, diye düşündüm, insankolikti o, çünkü mutsuzluk özlemi çekiyordu. insan mutsuzluktur, dedi hep, diye düşündüm, yalnızca budala olan bunun aksini savunur. doğmak mutsuzluktur, dedi, yaşadığımız sürece de bu mutsuzluğu sürdürürüz, bir tek ölüm kesip atar bunu. bu, hep mutsuzuz demek değildir, mutsuzluk yoluyla mutlu olabiliriz, dedi, diye düşündüm." s, 47 (schopenhauer etkisi göze çarpıyor)

    "durmadan kendi kabuğumuzun dışına çıkma deneyi yapıyor, ama bu deneyde başarısız oluyoruz, hep tepetaklak yuvarlanıyoruz, çünkü kendi kabuğumuzun dışına ölüm dışında çıkamayacağımızı anlamak istemiyoruz." s, 65

    "her şey, her zaman gridir ve insanlar bir bunalım etkisi yapar." s, 92

    "kuramda anlıyoruz insanları, ama uygulamada onlara katlanamıyoruz, diye düşündüm, onlarla çoğunlukta isteksiz birlikte oluyor ve onlara kendi bakış açımızla davranıyoruz. oysa insanlara kendi açımızdan değil her açıdan bakmalı ve ona göre davranmalıyız." s, 93

    "wertheimer glenn'in ölümünü bile kıskandı, dedim kendi kendime..." s, 103

    böyle güzel bir kitaptır işte.
  • ‘’uzun süre tasarlanmış bir intihar, diye düşündüm, umutsuzluğun birden ortaya çıkarttığı bir eylem değil.’’
    –kitabın açılış notu-

    ‘’bi bitmediniz amk’’
    –kitapla alakası olmayan bir film repliği-

    bernhard ın bu eseri, okuyucu da glenn gold un un kusursuz çaldığı goldberg varyasyonları etkisi yaratma amacı güdüyor; ‘bitik adam’ wertheimer de okuyucu oluyor haliyle. sanki kitap bizi bitirmek için planlanmış mükemmel bir enstrüman, bir piyano, bir steinway…

    en son ‘genç werther in acıları’ ile yakup kadri nin ‘yaban’ romanında bu hisse kapılmıştım: nefes alamamak. ne menem bir şey! ölse de kurtulsak. hem kendi de kurtulmuş olur; diye de empati yaptırır adama. intiharı meşru kılar, hatta tek çözüm yolu. gerek goethe nin eseri gerek yakup kadri ninkine ek olarak ‘bitik adam’ da yoğun bir nihilist salata var. ayriyeten, bizi kendi dehlizine çekmeye çalışan bir uslup.

    başlarken pencereden dolan intihar, nefret etmeler, iğrenç bulmalar, yaşamın anlamsızlığı kitap biterken de yerinde kalıyor.

    av evinde kendini insanlardan korumaya alan wertheimer in ölmeden bir gün önce akortsuz bir piyano istetip, bütün arkadaşlarını çıldırtmaya çalışması sonrasında ise kendi çıldırıyor. kız kardeşinin acı çekmesi için onun evine çok yakın bir yerde kendini ağaca asıyor. wertheimer in süslü intiharı kesinlikle dramatize edilmeden, olması gereken buydu elbisesine giydirilerek sunuluyor. yakın arkadaşı hikayeyi anlatan bile cenaze törenine gidip-gitmemek arasında kararsız kalıyor.

    'yaşamak delirmek için yeterli bir sebep;yaşamak, intihar etmek için yeterli bir sebep.'' dedi, diye düşündüm ben. ahaha!

    ben böyle düşünmüyorum aziz bernhard.

    bazı noktalarda haklısın, eyvallah.
    -ver oradan yiğidin hakkını…

    ‘’bizim varoluşumuz sürekli doğaya karşı olmaktan geçiyor.’’
    -doğrudur.
    ‘’çünkü biz hep özgün olduğumuzu sanırız ama aslında değilizdir.’’
    -buna da hak veririm

    ama oturmaya mı geldik dünyaya? biz biliyoz da mı oynuyoz?

    aslında şöyle bir imkanımız olsa: wertheimer,sait faik in o sıradan ve olabildiğine doğal kahvehane insanlarından biri ile karşılaşsa. arkadaş olsa. sonra bir rakı masasında onu teselli etse. dese ki:’’ ya bırak şu allah ın belası kız kardeşi, siktin kafamı glenn gold diye diye. senden değerli mi kardeşim’’. bir 'hişt hişt' sesi gelse arkadan. gelmedi mi fena!

    peki aziz bernhard, benim de sana sormak istediğim bir soru var:
    -dünyanın bütün insanları aynı anda kendi hür iradeleriyle kendilerini yok etseydi ne olurdu?

    süren başladı. istediğin kadar kağıt alabilirsin. zaman da sınırsız.
    tek kural: intihar etmek yok
hesabın var mı? giriş yap