• konusu ingiliz toplumundaki göçmenler olan ve başrolünü audrey tautou'nun oynadığı ve şenay adında bir türk kızını canlandırdığı film. ilk önce bu rol için meltem cumbul düşünülmüş ama kendisine ulaşılamamış yada başka bir film çalışması varmış o sırada, bu yüzden yönetmen stephen frears tautou'yu seçmiş.
  • audrey kardeşimizin stephen abiyi kafalamak için "benim ninem türktü" manyelini sallaması da bizim açımızdan hoş bir anektod olmuştur... ayrıca, filmin fotoğraflarını gördüm, hakikaten türk kızına benzemiş cimcime.
  • 6 kasim 2002 tarihli londra film festivalinin acili$ filmi olan film.
  • bir de karikaturize gocmen burosu polisleri vardi ki, tam evlere senlik. filmin bir yerindeki "she is muslim; she is untouched, like an angel" demeleri ise yabancilarin kizlarimiza nasil yan gozle baktiklarini anlamam acisindan onemli bir kaynak oldu. bir de audrey tautou'nun ilginc dansi var elbette; disko-sufi muzik esliginde semazenleri andiran bir sekilde donuyor. eh, o kadarcik oryantalizmi de hos gorelim artik.
  • bosa bok atildigini dusundugum, gayet basarili film.

    gocmenlik burosu gorevlileri kanimca gayet guzel karikaturize edilmisler, cunku ingiltereyi bilmem ama, burada, ozellikle new york'daki gocmen burosu elemanlarinin cogu, legal gocmenlerden olusuyor. bunlar da kraldan cok kralci gecinen tipler...

    sinematografik olarak sade ve yerinde buldugum bir film. isik, kamera acilari vs. avrupai bir noir tadinda... oyku iyi kurulmus, dramaturji saglam.

    audrey tautounun aksanina gelirsek, bence olabildigince basarilidir. bi turk olarak, amerikan aksaniyla konusmak benim icin ne kadar zorsa, oyuncu bile olsa, baska bir kulture dair aksan tasimak da biri icin o kadar zordur... ayrica turkiyenin alt kulturune ait bir karakter canlandirigi goz onunde bulunursa, kizcagizin yansittigi yorum, turk aksanlari paralelinde o kadar da kotu degildir.

    kimileri oykunun duygu somurdugunu dusunseler de, yasamayan bilemez dedigim bir stres unsuru olarak kacak gocmenlik, maddi yetersizlik, caresizlik, hafife alinamayacak kadar onemli hayat hikayeleridir. drama, hayatin icinde, sadece oykulerde degil, yasamlarda bizzat varligini surduren bir gercektir.

    amerikan filmlerinin amerikan hayat sartlarini ne kadar iyi yansittigi dusunuluyor ki, burada turkluk elestiriliyor? ancak bir turk, o da kendi yasam standartlari acisindan turkleri yeterince yansitabilir. hakkarideki turk ile istanbuldaki turk bir midir? ama ikisi de turk iste... bence bu filme de irkci duygularla degil, insan hikayeleri gozuyle bakmak gerekir. yansitilan turk kizi karakterinde -ki sinemasal gerceklik unsuru gibi bir faktoru de goz onune bulundurursak- aykiri bulunacak birsey yoktur...

    ha, her seye bok atmak isteyen bunye, bunun yerine kalkip iyi bir turk kizi filmi cekmelidir ki millet feyz almalidir, bu da nacizane son degerlendirmemdir. sozluge forum tadi verdigim icin ozurlerimi bir borc bilir, saygilarimi sunarim...
  • hastane ilac odasindaki figuran doktorlar ve -nijeryali abimizin, biz kimmiyiz: soforlugunuzu yapan, odanizi temizleyen, cukunuzu emenleriz dedigi- organ kuryesi disinda genetik ingiliz gozukmeyen londra filmi.
    bu bakimdan saskia sassen'e sapka cikartan film. film, hor gorulen islerde calisan gocmenlerin de tipki global sirketler gibi kendine ait global bir kulturu ve alt yapisi odugunu cok sekilli bicimde gosteriyor.
    ayrica londra da geciyor diye milenyum gozu, big ben gormedigimize sukrediyor, turistik londranin gozukmemesini tebrik ediyoruz.
    bahsi gecen otantiklik derdine gelince, alkol icerim ama domuz yemem sorunsalini ile oynasildigini haber ederiz. diger turk detaylari arasinda yol kenarlarinda satilan bilecik isi baharatlik ve yilmaz guney posteri, sac baglama sekli, ve kazak deseni gozumuze carpti, onayladik. bahsi gecen dans muzigine gelince laila orient kadar oryantal olmadigini belirtmeden gecemeyecegiz.
    yonetmene gelince: seyrettigimiz iki filmi high fidelity ve dirty pretty things sonucunda sehirlerin turistik olmayan yuzlerini hakkiyla gosterdigini soyleyebiliriz.
  • 2,3 basarili tespit,hafiften karanlik bir atmosfer,az da olsa hissedilen stephen frears in ozgun tarzi ve ortaya cikan eften puften bir film.turk kizi karakteri araciligi ile hissettirilmeye calisilan caresiz kalmis bir dogu kulturu parcasinin bati dunyasindaki daralmalari hic olmamis.aglamakli surat ifadesinden baska bi numarasi olmayan nijeryali hersey doktoruda iptal.ancak detaylardan once hikaye ve senaryo hic olmamis.basarili plan anlayisi ve karanlik atmosfer baslarda inceden bir iyi film havasi versede,ileri ve son kisimlarda,ozellikle intikam noktasinda tibbi bir operasyondan cok bir hikayenin bokunu cikarma,abartma operasyonu izliyoruz.film mimari yapisi itibariyle oltayi oldukca siglara atiyor,cektigindede capariyi maalesef bos goruyoruz.

    bide bu herif nijeryada yasayan minicik kiziyla neden ingilizce konusuyor onu anlamadim.
  • amelie'deki geceleri "acaba şu anda kaç kişi orgazm oluyordur?" diye düşünen audrey tatou ile bu sabah gazetede gördüğüm türk olmuş audrey tatou arasındaki fark göz önünde bulundurulduğu vakit işte oyunculuk budur dedirten film. hemen gidip görmek lazım.
  • nijeryali otel hizmetcisi okwe'nin (chiwetel ejiofor) patronu juan rolündeki sergi lopez de basarili bir oyun cikarmis kanimca. bu kendini pek acikgöz zanneden juan da mi türk asilli yoksa diye sorulabilir.
  • 26 eylul, 5 ekim arasi alkazar, odeon cineplex, seba, afm akmerkez, afm mayadrom, tesvikiye afm, carousel afm, tepe cinemaxx, kadikoy, cinepol sinemalarinda gosterimde olacak film.
hesabın var mı? giriş yap