• öncelikle;

    http://www.jssgallery.org/…_millet/noonday_rest.jpg - jean françois millet

    http://www.igooh.com.ar/imgsnotas/8605.jpg - vincent van gogh

    yazar yekta kopan gerçeğin hallerini tek bir resim üzerinden ucundan da olsa anlatmaya çalışmış bizlere. etrafa baktığımız vakit gördüklerimiz; akabinde algıladığımız/anladıklarımız/anlayacaklarımız, ama ben örneğinde olduğu gibi; yine bize ait..

    bizim görmek istediklerimiz, anlamak istediklerimiz; düşünme eylemi sırasında şekilleniveriyor. baktığımız yerde ne görmek istediğimizi biz belirleyip, biz seçiyoruz bunları sonra oturup biz şekillendiriyoruz her birini. kimsenin de buna karışmasına izin vermiyoruz gibi görünüyor. iyiyse iyiyi, kötüyse kötüyü yaratan da bizler oluyoruz. o halde gerçek ve gerçek olmayan da birbirinden sıradışı ölçüde bağımsız değil. aksine birbirine kenetlenmiş iki kavram. her an biri, biz hangisi olduğunu fark etmeden bilinçaltının hareketi ile belki de bir diğerinin yerini alabiliyor..

    buyrun, bu ilki;

    "yazın o en sıcak günleri geride kaldı. saman balyalarının gölgesine sığınınca, güneşin umursamaz yakıcılığından kurtulabiliyor insan. yanımdaki testiden buz gibi su içerken, gözüm önce ilerideki öküzlere takılıyor. kaçmasınlar diye arabaya bağlanmışlar. acaba isteseler, arabayı sürükleyerek kaçabileceklerini biliyorlar mı? acaba istesek kaçabileceğimizi biliyor muyuz? neyse, zaten öküzlerin tek istediği bir şeyler yemek.

    hemen önümde uyuyan kadın ve adam sabahtan beri çalışmış olmalılar. nasıl da derin bir uykunun içindeler. kadın adamdan uzaklaşmak, hatta korunmak istercesine kendine kapanmış. bacaklarını biraz daha karnına çekse, ana rahmine sığınmak isteyen bir bebeği andıracak. kim bilir uyumadan ne hayaller kurmuştur? başka bir yerde olma, başka biriyle olma, başka biri olma.. oysa adam öyle mi? besbelli burada olmaktan hiçbir üzüntü duymuyor. onun tek istediği daha çok 'burada' olmak. çoğu zaman benim de yapabildiğim tek şey bu değil mi? şimdi ve burada.. 'ora'nın korkusu değil mi, ruhumuzun en cesur köşelerine boyunduruk vuran?

    neyse, adamın eski ayakkabılarının dibine bıraktıkları orakları görünce, birden gözümün önüne bir çekiç görüntüsü geliyor. işçiler, köylüler, emekçiler.. eskimiş ayakkabıları ama pırıl pırıl parlayan orakları...

    aşkı düşünüyorum ister istemez. bir insana, bir fikre sonuna kadar -sonsuza kadar demek ne derece doğru?- bağlanmak. onun için, onunla mücadele etmek.. bildiğim bütün güzel aşk sözleri, şu samanların hışırtısında yok olup gidiyor. sarıdan griye dönen gökyüzünün altında, griden karaya giden yaşamlar bir tablo gibi beynime kazınırken, gözlerim kapanıyor. uyuyorum.. "

    bu da ikincisi;

    " yazın o en sıcak günlerinden biri. şu güzelim testiden içtiğim buz gibi su bile serinletmeye yetmiyor. yaprak kıpırdamıyor. gözlerimi kısıp yukarı bakmaya çalışıyorum ama güneş buna yeltenme dercesine yakıyor. oysa şu karşıdaki adamla kadın nasıl da mutlu. sadece onlar mı? az ileride büyük bir iştahla samanlarını yiyen öküzler, kuyruklarını nasıl da huzurlu bir uyumla sallıyorlar.

    kadın çoktan uyumuş. adam uyuyor mu yoksa bir şeyler mi düşünüyor anlayamıyorum. çocukluğumda uzaklara dalıp giden insanların ne düşündüğünü merak ederdim. sonra bir gün onların ne düşündüğünü düşünmekten başka bir şey düşünmemeye başladığımı fark edince bu huyumdan vazgeçtim.

    neyse, zaten adamın derin derin nefes alıp verişinden uyuduğu anlaşılıyor. demek ki ne düşündüğünü düşünmeme gerek kalmadı. saman yığınından yaptıkları yataklarında, huzurun en ulaşılmazını yakalamış gibiler. acaba evliler mi? evlilerse, severek mi evlendiler? belki aileleri evlenmelerine karşı çıktı, onlar da kaçıp bir mağarada saklandılar. belki ilk kez orada seviştiler. sonra kızın ağabeyleri mağarada genç aşıkları sıkıştırdığında, adam ortaya çıkıp, ayırmak için öldürmelisiniz, diye bağırdı. kesinlikle böyle oldu. adamın şapkasının altından görünen kemikli suratı, kadının uyurken bile uysal bir kedi gibi adama sokulması bunun en güzel kanıtı. oraklarını bile öyle uyum içinde koymuşlar ki.. üst üste, el ele... bıçağın keskin yüzü kadar güçlü bir aşk..

    aşkı düşünüyorum ister istemez. bildiğim bütün güzel aşk sözleri, şu hoyrat sıcağın altında el ele tutuşup uyuyan orakların büyüsünde zayıf kalıyor. belki de artık kendimle ilgili sırlar vermekten kaçınmalıyım. birden gök daha mavi, samanlar daha sarı geliyor gözüme. bir ayağı ile yeri eşeleyen öküzün, gittikçe adama sokulan kadının, kadını nefesiyle kavrayan adamın görüntüsü bir tablo gibi beynime kazınırken, gözlerim kapanıyor. uyuyorum..."

    kaynak: (bkz: karbon kopya)
  • iki resmi yazı ile tekrar çizmiş yekta kopan. öykü nasıl yazılmalıdır konulu bir ders varsa bu öykü okutulmalıdır. defalarca okunmalıdır.
hesabın var mı? giriş yap