• sadece dine değl, hayata/kendimize/fırsatlara/düşlere/hayallere inanmamakla ilgidir. 1-0 yenik başlamaktır. nasıl olsa eksik kalacak, nasıl olsa bitecek, nasıl olsa kırılacağız diye başlamaktır fırsatlara, insanlara,hayata, olaylara.

    çağın en büyük hastalığıdır. pesimistlikle, yaşanmışlık saydığımız ayağımızdaki pranga ile sürüklemek, geleceği geçmişin gölgesinde bırakmaktır. her şeyi çok iyi bildiğini sanmakla ilgidir. düşe kuramamakla, düşlerin olabilir, kolay gerçekleşebilir olması, mucizelere inanmamakla ilgidir.

    bi bakıma hayatını kontrolunun sende değil, bir takım varsayımlar, genel geçer kurallara bağlı olduğunu de facto kabul edip, boyun eğmektir.

    kendini, etrafındakiler, yaşamı sıradanlaştırmaktır. ben de herkes gibiyim demektir. oysa herşey inançla, hayal kurmak başlar.
  • ne kadar vakit geçti üzerinden bilemeyeceğim ama, bir ara sanırım hayatımdaki monotonluktan sıkılmış olmamın bir sonuc olarak, kameramla kampüste adlı programa katılmayı düşündüm. "ne olacak ulan işte", "bir şeyler çekerim, farklı bir şeyler, olumlu olurum belki biraz, belki eski günlerdeki üretkenliğimi yakalarım" gibisinden düşüncelerim vardı heralde. ne yaptım bende cnn türk'ün ilgili departmanına küçük bir mail attım, istiyorlardı çünkü. bilmem kaç tane küçük kelimeyle kendimi tarif ettim, sıkıştırdım kendimi, yapmak istediğim şeyi konsantre boyutlara küçülttüm, mail oldum gittim elektronik ortamdan cnn türk binasına.

    bir akşam, artık insanların yediği şeylerden yemek gerektiğinin de farkına vardığımdan olacak, lokantanın birine gittim, süper yemek yapıyor adamlar ama biraz pahalı, pis amcalar. oturup patlıcan musakka ısmarladım, salata getirdiler ve yemeye başladım.

    yemek yemek gibi en ilkel ihtiyacımı gideriyordum anlayacağınız; inanç mefhumuyla uzaktan yakından alakası yok bu durumun çünkü dinden bahsetmiyorum("yattımallahkaldırbeninuriçindedaldırbenicanbedendenayrılırkenimanımlagönderbeni" başlıklı duamı, o orospu çocuğu sakallı göz göre göre saatimi ve ergenliğimin vazgeçilmez rokçu bilekliğimi çaldığı gün terk etmiştim. çok olmuştu bunu yapalı). patlıcan ve zeytinyağlı salata yavaş yavaş midemi şenlendirirken, genellikle bana pazar akşamlarını hissettiren lokantada hayatın geçiciliğine dair düşüncelerle kendimi meşgul ediyordum. gördüğüm garsonlar sanki sonsuza kadar burada kalacak ve ben sürekli üzerleinden geçeceğim. evde karıyı kızı düşünen ben olacağım yine, onlar karıdan ve kızdan bıkkınlık duymaya devam edecek. bütün düşünceler bir gün havaya karışır, camda buğu olur siliniriz bir gün.

    telefonum çaldı. hasiktir, dedim, iki dakka bırakmazlar adamı. kimseyle konuşmak da istemiyordum ama, unutmuştum; insan kimseyle konuşmak istemediği zaman birileriyle konuşmak zorundadır.

    cnn türk'ten arıyorlardı. heyecanlanmıştım, olumluluk ve üretkenlik vaadeden bir maceranın giriş şifresini kırmam gerekecekti. "beş dakika sonra arar mısınız, yemek yiyorum da?" dedim hatuna. bozum oldu, yüzünü hayal ettim. sesini çok beğendiğim bu hatunun, o anki yüz ifadesini hayal edip ulaştığım görüntü hep aklımda.

    beş dakika ya da x dakika geçti. önemsiz. bana sorular sormaya başladı. klasik sorular. hala heyecanlıyım ben, yok şu yok bu. bir ara istanbul'da kalacak yerim olup olmadığını sordu hatun bana, "sende kalırım, fransa'dan çok güzel bir şarap geldi bana yakın zamanda, kıpkırmızı bir şarap, tütsü de getiririm, has sandal. sonra da doğu illerinin gizemini hayal ederek tüketiriz şarabı. sonra da geceyi, sabahları birbirimizi, vücut sıvılarımızın ırmağı içinde kayboluruz, yeniden yeniden doğmuş oluruz" diyemeyeceğim için, eski sevgilinin evi aklımda, "evet var, sorun olacağını sanmıyorum" dedim. bu görece anlamsız sorular devam etti, ses tonunun değişmesi gereken sorulara sıra gelene kadar. hafiften bir nefes verdiğini fark ettim. "noluyoz lan" dedi içimdeki şüphe.

    "hayatta en çok korktuğun şey nedir?" dedi ses. resmen atladım, refleksif bir durumdu benimki, "hayatta isem inançlarım olduğu için" diye düşünür, inançlarımı orgazm olmuş gibi "... inanıyorum!!" türünden cümlelerle tanıdığım tanımadığım insanların yüzüne çarpardım. ona da aynını yaptım, ama bu sefer kendime karşı biriktirdiğim belli belirsiz bir inançsızlıkla: inançlarım var hayatta. onları kaybetmekten çok korkarım.

    hayatımda bu kadar bariz bir yalan atmamışımdır. hayatımda bu kadar hızlı bir şekilde geri adım atmamışımdır. yaptığım dönüşü dünyanın hiç bir u su içine alamaz, "aslında hayır, ben inançsızlığın daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. inançsızlık bir tür güçtür bence. hayatımda şimdiye kadar ürettiğim inançsızlıklarımın parçalanmasından korkarım. en büyük korkum budur." hattın öbür ucunda yeni bir inançsızlık alanı hasıl ettiğime adım gibi eminim. amin.

    allahın her günü inanç inanç diye zihnimi ve kalbimi yoran binlerce açık oturumla boğuşuyor olmamın pek de bir önemi olmadığını keşfettim o esnada. hayata katmadığın, tam da merkezine zerketmediğin bir inancın da anlamı yok işte. bir cam fanusun içinden bakabilirsin dünyaya. gün gelir inancın azmiyle, sahip olunan düşüncenin savunulmuyor oluşunun en başta kişinin kendine dair inancının altına c4 yerleştireceğini bilerek arenalara atarsın kendini. o günün gecesi, sadece biraz daha şişmiş bir ego ve anlamsızlık okyanusundan damıtılmış da getirilmiş bir şişe bira karşılar seni.

    bilinçli oluşturulmuş inançsızlıklar vardır. bunlar zayıflığın gücünü gösterir. hiç bir inanç satın alınamaz değil, bedeli kimi zaman ellerimizin kiri oluyor, kimi zaman daha zeki olmadığımız gerçeği, kimi zaman inancımızı tartışmaktan çekinmiyor olmamız, kimi zaman da kötü niyetli bir tür sorgulama sürecinin çekiciliğine karşı koyamamamız. "belki de şaytan tanrının bilinçaltıdır" demişti emre yılmaz bir zamanlar. ben cumartesileri kendi kendimin tanrısıyım. pazar çalışmıyorum. hafta içi de kendi kendimin şeytanıyım; içimi kazıyorum, kumumla kendimi dolduruyorum. zaman zaman boşalıyor, doldurulamıyorum, zaman zaman doluyor, alamıyorum. savunma mekanizması geliştirmekten yorulmuş bir halde, kendimi koruduğum şeyi tam olarak da tanımlaymıyorken, kendimi neden bu kadar ciddiye aldığımı soruyorum, kendime. inanç, diyorum, bir dayanaktır. inanan insan da dayanak noktalarının belirlediği/oluşturduğu bir kapsama alanıdır, diyorum. aynı fabrikada hem tanrı hem de şeytan üretilebilir mi, insan aynı anda hem cenneti hem de cehennemi isteyebilir, arzu edebilir mi, diye soruyorum. eder kardeşim, diyorum, bulunduğunuz şu noktada inançlarınız modernizmin, inançsızlıklarınız da postmodernizmin kurbanıdır artık.

    inançsızlığın bir güç kalkanı olduğu da düşünülebilir elbet. teflon kaplama, füzelerin dış yüzeyini sürtünme karşısında daha kuvvetli hale getirmek için kullanılmış ilkin ya, uzay dünyanın arka bahçesi ise, insanoğlunun ürete ya da keşfedegeldiği tüm manevi değerlerin sürtünmeden geçip gidebildiği bir benliği arzulamak da gerçekliğin arka bahçesine doğru yola çıkmak gibidir kimi kimi. "var olduğuna inanmıyorsam yoktur". sanırım bu felsefe çökeli çok oldu. eğer derdi, sadece acı çekmekten çekinmesi olan bir bireyden bahsediyorsak, bu izole yaşamsallıkların altının nasıl doldurulacağını da sormalıyız kendisine. hayır da şer de insan evladı için; anlamı yok, anlamsızı var sayarsak, inancı faydacı bir üslupla arasında seçmece yaparak ulaştığımıza uygularsak, yanlışın her daim daha öğretici olduğunu, doğrunun zaten her daim statik olduğunu, görecelilik denen çok dişi mevcut canavarın her türden kavramın altına dinamit yerleştirdiğini unuttuğunu hatırlatmalıyız ona. inanmayan insan yaşam içinde devinip duran hiç bir şeyin kendisini tanımlayamadığını iddia etmek durumundadır/zorundadır. kendisini içine alamayanı aşağılayamaz; müslümanın islamiyeti devam edecektir, anne kendisine kazık evladına inanmaya ve sadece varlığından kaynaklanan uhrevi bir sevgi duymaya devam edecektir. hışımlı hışımlı sorgulamakla başlamak, sakin saki inanmamakla devam etmek durumundadır adamımız. inanmamak başlı başına bir sorumluluktur, haykırmak zorunda bırakır insanı. meseleniz dinse eğer, ateist olup her firsatta inanclara saldiranlardan olmak lazım gelir, yok eğer davanız direk yaşamın kendisiyle ise, tanrı olmanın yollarını arıyorsunuz demek olabilir bu; bir zahmet ecinniler'e göz atmanız, kirillov'u hatmetmeniz gerekebilecektir. ama on dakika içinde intihar edecek olsanız dahi, ev sahibiniz günü gelince kirayı isteyecektir, zira dünyevi sorunlar her daim daha ısrarcıdır. sorumlulukların başladığı yerde metafizik kaygılar yelken açar. yaşam devam etmekte, ve inançsızlık için bir sebep bulmak için kastıran bana, "yaşam inançlar kümesi değil, yarın yerel yönetimler ödevini bitirmek zorundayken sen internette takılıyorsun" diyor, ve bendeniz, asla bir araya gelemeyecek iki yaka arasında köprü kurmaya çalıştığıma 65380934756. kez ayıyorum. bu iş zor yonca. inançsız insanın varlığı başka bir kap içinde eriyemez. tersi de bu yüzden inançlı olmak değildir ya işte; dünya yüreğinizi terk ettiğine göre, artık yalnızsınız. seçilmiş yalnızlık ekiyor, öğrenilmiş çaresizlik biçecek olabilirsiniz...
  • su*.
    suyun içinde saklanmaya çalışmak, devekuşunun sadece başını kuma gömerek saklandığını sanmasıyla benzerlik taşır. fakat ondan farklı olarak, suyun içinde saklanın etrafında olan biteni görme şansı vardır.
    evet su şeffaftır, fakat çok yakında boğacaktır.
  • "küskünlük"ün beslediği ruh halidir.
  • yaşamda ol(a)mayan her şeyin altındaki asıl neden, o şeye duyulan inançsızlıktır. gerisi bahane...
  • içinde kocemen bir boşluğa sahip olmaktır. ve insan ufo'yu yaratmıştır. artık benim de gönlüm iman dolu. geliyorum sana sirius!
  • mü$riklerin, münafiklarin ve sapiklarin inandiklarina inanmamaktir bazen.

    edit: riyakarlari unutmayalim.
  • aslında olmayan şeydir; inançsızlık diye bir şey yoktur. hiçbir şeye inanmamak vardır.

    (bkz: #22654907)
  • olumsuzluk ekinin öyle rahat bir şekilde kullanılamayacağını gayet güzel bir şekilde gözler önüne seren bir kavramdır. neden inançlı olmak diye bir şeyin varlığı nedeniyle geri kalan için bu inançlılık isimlendirmesinin olumsuzu veriliyor? neden her kavramın kendine özel bir ismi olmasın? neden doğru olan inançlı olmakmış gibi var sayılıp da buna göre insanlarda olumsuz bir bakış açısı yaratacak olan olumsuzluk ekiyle oluşturulmuş inançsızlık ismi kullanılıyor? daha fecisi aslında inanmamanın ne olduğunu anlayamayan inançlılar. onlara göre öteki de başka bir şeye inanmaktır. oysaki yok böyle bir şey. ya da her şey inanmak kavramı üzerine oturtulamaz.
  • beklemenin ne olduğunu yalnızca bekleyen anlar. gelecek; soğuk bir ölü gibi önünde dursa da üstünde duran bıçak hep aynıdır. yalnızlar, şişmesin diye konur cesedin üstüne...

    suskunluklar paylaşılır her köşe başında ve her eski sevgiliden sonra kahkahalar birikir ağzın bir kenarında. bin türlü lanetin döküldüğü, anne dudakları kadar kuru artık kalp, anlamlardan uzakta, sakin.
    günler geçtikçe bir endişe alıyor insanı, koca bir yalnızlık kalıyor tabakta arta kalan, asıl yemek olan yalnızlık; her gün yenen yumurta gibi sadece pişme şekli farklı olarak konuyor sofraya.

    ''gene mi bu yemek?''

    inanmadığımız masallara kim inandırabilir bizi şimdi? yalnızlık bu kadar yakışmışken üstümüze nasıl çıplak kalabiliriz o yatakta?
    inanmıyorum, üzgünüm.
    fazla mı geçti zaman? daha neşeliydi bu şarkılar, hangi ara mateme döndü bu ruhsuzluk?
    biri çalmış olmalı belki de yolda düşmüştür, biliyorsunuz ama söylemeliyim hükümsüzdür.

    bir yanda sahte gülümsemeler, birbirini sevdiğini zanneden salak ve acınası çiftler diğer yanda, yanıbaşınızda her türlü güzel şeye inancını günden güne yitiren yalnızlar... çok büyük bir tarikatız biz, sırrımız bu aslında:

    kişi, kalbini kurban etmeden de giremiyor aramıza.
hesabın var mı? giriş yap