• sinema tarihinin en kaliteli yönetmenlerinden biri. arşivliq.

    western mitlerini, modern şehirlere taşıyan bi, western sewdalısı. adamın biri yabancı olduğu bi şehre gelir, birden olaylara karşışır, pislik çıkar... genelde bu yapıdadır filmler.

    filmlerinin yönetmenliği dışında, yapımcılığını, senaristliğini ve müziklerini de yapması açısından komple bi sanatçıdır.

    dur bildiklerimizi sayalım, eyes of laura mars, elvis, big trouble in little china, christine, the fog, escape from new york, the thing, prince of darkness, they live, village of damned, lan dur, halloween serisi, sonra, bi de vampires...

    holiwud'un sewmediği bu amca, kendi halinde, uzun, beyaz saçları, cılız görüntüsüyle tastamam farqlı bi adamdır. kurt russell da favori oyuncusudur. değerli bi büyüümüzdür.
  • ing. maragoz can
  • zaman zaman takma isimler kullanır. şöyleki: frank armitage, johnny carpenter, james t. chance, john t. chance, rip haight ve martin quatermass...
  • (bkz: mr carpenter)
    (bkz: mr brown)
  • marangoz john ..
  • roger corman ekolüne mensup mudur bilinmez ama çok yakın bir çalışma anlayışı vardır.. carpenter şimdiden ziyade gençken fazlasıyla bulunan tutkunun esiri olmuş seyirciyide kendine esir etmiş üstatlardandır sinemada gerçek ilhamın çıkdığına inandığım düşük bütçe konusunda kendini geliştirmiş ve üslup konusunda kafir bir zihniyetle kendini bilemiş, hep bir hinoğlu hin edasıyla aman vermemiştir.. külliyatı korku türünde en çok etüt edilesi olup, sinemacılara cesaret akımını oluşturmuştur..
  • filmlerinde genellikle yüksek dozlu, ani iniş çıkışlarla, yüreklerini hoplatarak, ödlerini patlatarak izleyiciyi korkutan değil konuyu dantel gibi işleyen, yavaş yavaş ama sürekli germeyi tercih eden bir korku-gerilim filmleri üstadıdır.. aslında tehlikeli bir noktadadır.. çünkü izleyici can sıkıntısıyla ruh sıkıntısı arasında gidip gelir.. ancak zaten carpenter'in derdi ruhunu sıkabildikleri iledir.. canı sıkılanlar çıkıp gidebilir.. prince of darkness'daki alice cooper ve avanesinin sokaklarda ruh gibi dikildikleri sahneler, in the mouth of madness'daki arabanın yanından ikinci kez geçen bisikletli, the fog'un başlı başına bir sis gibi ağır ağır izleyicinin üzerine çökmesi insanın ruhuna ulaşabilen ve ruhuyla bütünleşen sahnelerdir bence.. coen biraderlerin barton fink'te duvar kağıtlarının yapışkanları eriyerek duvarlardan söküldükleri sahneyle başlayıp john goodman'ın elinde silahla alevler içinde otel koridorlarında yürüdüğü sahneye kadar yükselttiği ve kar altında izlese bile insanı terletmeyi başaran sıcaklık hissini carpenter'ın verdiği ruh sıkıntısıyla eş değer bulurum.. aksiyon yerinde sayar ama tansiyon tavana vurur..
  • they live'le tanıştığım, the thing'le kaynaştığım, prince of darkness'la hastası olduğum, in the mouth of madness'la "baba aştı olayı artık" dediğim yönetmen. genelde gece yarısı anlatılan korku hikayeleri tadı verir, ters giden, olmaması gereken bi şeyler olduğunu hissettirir, ama tam da göstermez. h p lovecraft hikayeleri için yaratılmış yönetmen.
  • siki cumhuriyetci, muhafazakar goruslere sahip olsa bile, korku sinemasinin en onemli kurallarini italyan korku kulturu ile harmanlayarak kurumsallastirmis oldugunu iddia edebiliriz. filmlerinde sik sik gorulen "gunahkarlarin cezalandirilmasi" temasi hala populer korku/gerilim sinemasinin en onemli kurallarindan birisi olarak kabul edilir. ayni zamanda o siralar italyan sinemasi disinda pek populer olmayan katilin bakis acisindan izlenen sahneler ile (bkz: halloween), populer sinemanin temeli olan ozdesles(tir)me kavramina yeni boyutlar katmistir diyebiliriz. bunun disinda hem teoride hem de pratikte siki lovecraft fanidir.
  • assault on precinct 13 az taninan ama sinirli sure icinde gecen filmlerinin yanilmiyorsam ilkidir. muzik ve film uyumu had safhadadir, filmin sonuna kadar karakola saldiran ceteden kimseyi gormezsiniz... bu anlamda spielberg 'in the duel filmini hatirlatir... gerilir de gerilirsiniz, ama budur ...
hesabın var mı? giriş yap