• özellikle çok kötü olaylar yaşamış ya da bir konuda şansı bir türlü açılmayan insanların kullandığı söz öbeği, hayata tutunma aracı.
  • güldür güldür show'da komik bir dille işlenmiş ama kader-kısmet-nasip kavramlarını güzel anlattıklarını düşündüğüm, güldüren, güldürürken düşündüren 10 dakikalık bir skeç

    güldür güldür show 219.bölüm - nasip değilmiş
  • bazı şeyler gerçekten kader kısmet…
    nereden başlasam bilmiyorum. yine uzun bir hikaye olacak...
    ilk erkek arkadaşımı 17 yaşımdayken, trafik kazasında kaybedince, sonraki yıllarım "her insanın bir ruh eşi olur, ben erken yaşta buldum ve kaybettim." inanışı ile geçti. sonra hayatıma giren herkes sadece güzel zaman geçirdiğim insanlar oldu, çünkü ruh eşimi bulmuş ve kaybetmiştim. belki bu sebeple hiç evlilik hayali kurmadım ya da hiç deli divane aşık olmadım. bu yüzden ilişkileri bitirmek ya da terk edilmek çok da mühim bir şey değildi benim için.
    derken 30 yaşımda biri ile tanıştım, öyle ki ilk buluştuğumuzda, ben sadece birkaç kadeh şarap içeceğim bir arkadaş olacağına inanırken, inanılmaz etkilemişti beni. ertesi gün 'dün nasıldı?' diye soran my lovely ex-manager'ıma vereceğim cevabı hiç kimse için söylememiştim öncesinde;"bilmiyorum ama sanırım bu bir buluşmaydı, ve ben bu adamla bir ömür geçiririm." demiştim. belki bu cümlenin ağırlığı nedeni ile çok inanmıştı bizim ilişkimize ... milenyum aşıklarıydık bir çok arkadaşıma göre. ne yazık ki tek taraflıymış (kabul etmesi zor oldu). öyle sevmişim ki onu, yaptığı bir çok saçma şeyi görmezden geldim, alttan aldım ve bir gün düzelir sandım. bir yanım biliyordu belki bu sebeple evlilik teklif ettiğinde kabul edemedim ilk başta ... ama bir şekilde o evlilik yoluna girdik ve hazırlıklar yapılırken terkedildim, üstelik bunu bir telefonda öğrendim. bir açıklama yapma gereği bile duymamıştı. sonraki 2 senem bol gezmeli tozmalı ama daha çok toparlanmaya çalışmalı geçti. çok güzel dostlar edinmişim kendime, haklarını hiç ödeyemem o dönemde benim için yaptıkları nedeni ile ... tam artık alıştım derken, tam artık "belki de yeni birileri ile tanışma zamanı geldi" derken, tekrar çıktı karşıma ve dedi ki 'tekrar deneyelim, bir fırsat ver bana". neden kabul ettiğimi hala tam olarak bilemiyorum. belki cevapsız kalan sorular nedeni ile kapatamamıştım bu defteri, belki hala içimde bir şeyler vardı ona karşı ... ama aklım bu kararımı bir türlü onaylamıyordu. öyle ki terk edildiğimde yaşamadığım psikojik sorunu, tekrar hayatıma dahil olmasına izin verdiğimde yaşadım. psikologun dediğine göre travma yaşıyordum.
    asıl hikaye burdan sonra güzelleşiyor. bir sene sonrası için amerika'ya tatil biletleri aldık ki defalarca "beni yarı yolda bırakmış insansın, sadece tekrar deniyoruz, bir sene sonrası için plan yapmak riskli değil mi? o zamana kim öle kim kala" dedimse de kesin gidicez diye inandırdı beni, oysa ben yine biliyordum.
    derken ona green card çıktı, bu yüzden daha öncesinde amerika'ya gitmenin onun için riskli olacağını söyleyerek benimle tatile gelmeyeceğini ekledi (çok şaşırdık değil mi). söylediğim şeyi de hatırlıyorum; "sen o green card ile de amerika'ya gidemeyeceksin, şu tatile dahi gelemediğinle kalacaksın" demiştim. nitekim öyle de oldu.
    neyse ben tatilden 6-7 ay kadar önce işten ayrılınca, hep istediğim en azından 3 ay yurt dışında yaşama hayalimi gerçekleştirmek için, 3 aylık ingilizce kurslarını aramaya başladım. zaten amerikaya biletim vardı, gidiş tarihini 3 ay erkene çeker, 3 ay ingilizce kursuna gider sonra da grand canyon'u gezer dönerim diye düşündüm.
    san diego'ya gidince (ki gerçekten cennet gibi bir yer), acaba amerika'da iş bulup kalabilir miyim düşüncesini kovalamaya başladım. san francisco'da tanıdığım birkaç kişi vardi (iş yerinde hizmet aldığımız birkaç firmanın merkezi oradaydı). ve ingilizce kursumun son 3 haftasını exchange öğrenci olarak san francisco'da tamamlamaya karar verdim. ama san francisco, san diego gibi değildi, çok pahalıydı ve 3 haftada otel parası yemek parası derken, grand canyon'da gezerken harcarım diye ayırdığım bütün parayı bitirmiştim.
    iş arama fikri aklıma geldiğinde (yani san diego'dayken), philadelphia'da bir arkadaşımla mesajlaşıyordum. bana resume yazma konusunda ve hangi internet sitelerinden iş arayacağım konusunda falan çok yardımcı olmuştu. derken san francisco'da bütün paramı bitirince, dedim ki "desi, ben kurs sonrasında dönücem memlekete, bileti erkene çekicem. burda 1 gün daha fazla kalabilecek para kalmadı bende". o ise "biliyorum çok uzak ama bilet değişikliği yapacağın para ile buraya gelirsen, benim boş küçük evde kalırsın, cafe'de bana yardım edersin bu sayede para da biriktirmiş olursun. iş aramaya da devam edersin, tabi istersen." dedi ve ben maili okuduktan 10 dakika sonra uçak biletimi almıştım. philly'e gittim orada sanırım 2 ay kadar kaldım, iyi de para kazandım (en çok da tip'lerden, zira komik aksanım nedeni ile müşteriler benimle konuşmaktan fazla keyif almışlar sanırım).

    ama her gün cafe'de çalışıyordum. sadece işçi bayramı (labor day - 4 eylül, philly'e geldikten 10 gün sonra yani) o gün bir çok yer gibi cafe de kapalıydı ve ben fırsat bu fırsat diyip, philly'i gezmeye karar verdim. sabah erkenden kalkıp otobüsle merkeze gittim, açık bir yer arıyordum sadece kahve içip ayılmak için. derken salaş bir mekan buldum ve girdim. sütlü kahve istedim. hazırlandı, kasiyer bana kahveyi uzattı ve ben de parayı. o paranın üstünü hazırlamaya çalışırken ben bir yudum aldım kahveden veeee her zamanki gibi zift ... yüzüm gözüm buruştu, arkamdaki çocuk "is it that bad?" dedi. bardağın arkasına saklayarak yüzümü "yes, but don't tell them." diyip parmağımla kasiyeri gösterdim. gülümsedik birbirimize sonra gittim ben cam kenarındaki son boş masaya oturdum. birkaç dakika sonra arkamdaki çocuk da gelip "can i be your company?' diye sordu masanın yanında. ben sanıyorum ki, o da benim gibi dışarı seyretmek istedi ama cam kenarındaki bütün masalar dolu, bir tek ben tek başıma koca masayı zaptediyorum. "of course" deyip boş sandalyeyi gösterdim. sonra çevirdim kafayı, yine sokağı seyrediyorum. sonradan öğreniyorum tabi, o masaya company olmak için sormamış, bana company olacakmış ... ehee ehe ... orda başlayan sohbet (sabah 10'du yanlış hatırlamıyorsam), akşam 7 civarlarında bitti. bir mekan daha değiştirdik ama tüm gün sadece kahve içip sohbet ettik. geldiğimden beri evde yalnız olduğumdan olsa gerek öyle sıkılmışım ki, biri ile sohbet etmek çok iyi gelmişti. o da hoşnuttu görünüşe göre ama ben yarım yamalak ingilizcem ile zamanda yolculuk, kara delik, jeotermal gibi garip konuları anlatmaya çalıştığım için baya komik oluyordum, bu sebeple keyif alıyor diye düşündüm ... bir de garip bir aksan (onlar aksan diyor biz akıcı konuşamamak) hoşuna gitmiş olsa gerekti ki saatlerce o da oturdu benle. derken hava kararmaya başladı, dedim döneyim ben. arabasıyla bırakmayı teklif etti ama daha az önce tanıştığım birinin arabasına binmek ... o.o
    yok dedim ben giderim, otobüs için jetonum var, nasıl gideceğimi de biliyorum. o ise "endişeni anlayabiliyorum, yabancı bir ülkede yabancı birinin arabasına binmek tehlikeli diye düşünüyorsun ama inan ki bu saatte otobüsle eve dönmek çok daha tehlikeli" ... nasıl kabul ettim bilmiyorum ama tüm yolculuk boyunca sağ elim kapıda, sol elim de emniyet kemerindeydi. bir şey olsa atacaktım arabadan kendimi yani. yolda ise "yarın işten sonra zamanın olursa ve istersen çok güzel bir italyan restoranı biliyorum, gitmek ister misin?" dedi. nasıl hayır diyebilirim ki, çocuğun arabasındaydım. hayır dediğimde ya sinirlenir beni öldürmeye çalışırsa ... çekine çekine "peki" dedim. eve geldim, teşekkür edip direk içeri girdim. ve bütün arkadaşlarıma mesaj atmaya başladım olayı anlatıp ve yarın nolur beni arayın, mesaj falan atın, sağ mıyım diye kontrol edin falan diyordum. evimi de biliyordu üstelik ... gece uyuyamadım, ertesi gün iş'te ruh gibiydim ve akşam oldu, evden beni aldı yine arabayla restorana gittik. çok güzel bir geceydi, yine çok keyifle sohbet ettik. evime bıraktığında ben yine hızla iyi geceler diyip eve kaçtım.
    ertesi gün sabah 10 gibi mesaj attı bana "birkaç dakikalığına dışarı çıkar mısın?" diye. uyku sersemi algım sıfır olduğu için, önce hava yağmurlu mu diye soracak falan derken bir baktım kapıda, ben böyle en rezil en komik pijamalarımla karşısında. elinde bir koli var, bana verdi ve "sonra konuşuruz, işe gitmem gerekiyor." dedi ve gitti.
    eve geldim, kutudan bir kahve makinesi çıktı ama yalnız değildi, filtre kağıdı, kahve, süt tozu, süt, şeker hatta birkaç snacks de vardı yanında ve bir not "you no longer need the disgusting coffee of the americans, you can make your own coffee." yazıyor.
    işte ancak o zaman " aaa bu çocuk benden hoşlanıyor" diyebildim :) teşekkür için mesaj attığımda da, ne gerek vardı falan diyordum. o ise "belki bu sefer seni eve bıraktığımda, koşarak eve gideceğine, bir bardak kahve teklif edersin" ... deli ...
    zaman geçiyordu, ben gün içinde iş arıyor, öğlen cafe'de çalışmaya gidiyor, akşam da onunla buluşuyordum. salt lake'de bir konferans olduğunu duyunca, çalıştığım sektör ile ilgili, oraya gitmeye karar verdim. sonra da (hala deli gibi istediğim) grand canyon'a gidip oradan artık memlekete dönecektim. konferans network için iyi olacaktı, benim de iş bulma konusundaki son şansımdı. ama philly'den erken ayrılmak da ...
    memlekete döneceğimi biliyordu, ikimiz de biliyorduk, şimdi o'na daha erken ayrılacağımı söylemem gerekiyordu ve anlattığımda, çok güzel bir şans dedi, hatta bana kartvizit hazırladı, insanlara dağıtmam için. eğer istersen konferans sonrasında ben gelirim, birlikte gezeriz diyince sevinçten deliye dönecektim. “gerçekten gelir misin?” dedim. “neden olmasın, ben de görmedim canyon'u ... senden de bu kadar erken ayrılmak da istemiyorum.”

    konferansın son günü salt lake'e geldi. oradan bir araç kiraladık, grand canyon, horseshoe band, las vegas ve en son los angelas'a geldik. ben los angeles'tan dönecektim artık ülkeye ve vedalaştım, bu kadar uzun mesafe ile 2 aylık bir ilişki devam etmezdi çünkü. o ise bu son değil diyordu, ben ise çok emindim unutacaktık birbirimizi ... "i believe god has a plan for us!" diyip vedalaşmayı reddediyordu.
    derken döndüm memlekete, o ise günde 2 kere beni aramaya devam etti, bazen saatlerce konuşuyorduk. bir kaç ay sonra baktım bu böyle devam edecek, o da türkiye'ye gelmek istiyor özellikle ailemle tanışmak için. babama bahsettim "sonumuz ne olur bilmiyorum ama ben böyle böyle biri ile görüşüyorum" diye.
    annem hiç istemedi. kesinlikle karşıydı, türk değil, müslüman değil, üstelik taaa amerika'da ... söyledim bunu da o'na ... "seni sevdiği için" dedi. hiç kötü bir tepki vermedi, her şeye rağmen oldukça saygılıydı, anlayışlıydı. istenmediğini bile bile geldi ailemle tanıştı. ilk tanışmada annemin bile fikri değişir gibi oldu “iyi çocuk ama ben kesinlikle istemiyorum” diyordu yine de.
    ve şuan tanışmamızın 4. yılını kutlayacağız ... yaklaşık 2 senedir de evliyiz. demem o ki,
    kader kısmet olunca hiç bir şey önünde duramıyor.
    eski sevgili tekrar hayatıma girmese ve tatil için amerika'ya bilet almasa; ben yıllarca daha amerika'ya gelmeyi düşünmezdim.
    o'na green card çıkmasa, buraya yalnız gelmek zorunda kalmazdım.
    iş'ten istifa etmiş olmasam 3 ay kursa gitmeye fırsatım olmazdı.
    kurs icin san diego'ya gitmesem amerika'da kalmayı hiç ama hiç düşünmezdim.
    iş bulmak için san francisco'ya gitmesem, paramı bitirmiş olmazdım.
    paramı bitirmesem, philadelpia'ya gelmeyi hiç düşünmezdim.
    philadelpia'da işçi bayramı nedeni ile işyerleri kapanıyor olmasa, ben çalışmaktan şehri gezmeye hiç fırsat bulamazdım.
    kasa önünde o kahveyi içip yüzümü ekşitmesem arkamdaki o çocukla hiç konuşmuş olmazdık.
    hiç konuşmuş olmasak, ya da ona gülümsemesem o yanıma gelmezdi.
    arabasına binmesem ertesi gün yemeğe çıkma teklifini kabul etmezdim.
    yemekte o kadar eğlenmesek ve amerikalıların kahvelerinin ne kadar kötü olduğundan şikayet etmesem, bana o kahve makinesini almazdı.
    bana kahve makinesi almasa, benden hoşlandığını anlamazdım.

    ve biz bugün burada olmazdık ... olacaksa, dünyanın diğer ucundan karşılaştırıyor insana işte hayat arkadaşını ... önünde hiçbir şey engel olarak görünmüyor.
    şimdi ben kadere inanmayayım da kim inansın di mi ...
  • yine uzun bir entry geliyor …
    uzun süredir iş arıyordum, araya bir sürü şey girdi.
    önce yasal izin için bekledim sonra pandemi patlak verdi, sonra da çocuk derken … baya uzun sürdü bu işsizlik.
    mba de bitmek üzere, iyice gerilmeye başlamıştım. hiç iş bulamayacakmışım gibi gelmeye başlamıştı, ufaktan psikolojim de bozulmuştu.
    derken bir recruiter bana ulaştı ve güneş enerjisi firmasında güzel bir pozisyondan bahsetti. maaş çok iyi değildi ama zaten parayı düşünecek durumda değildim, bir an önce çalışmaya başlamalıydım, yoksa kafayı yiyecektim.
    çalışacağım kişilerle bir görüşme ayarladı yüzyüze (pandemiden sonra her şey online olunca biraz yadırgadım böyle bir görüşmeyi) …
    görüşme güzel geçti, recruiter aradı işte çok beğenmişler seni falan diyor, 2 kişi zaten görüşme için seçildi diyor ama senin çok istekli olduğunu görünce çok memnun kalmışlar vs vs …
    tamam, olacak heralde bu iş dedim, çocuğa kreş falan bakmaya başladık. bir tek mayısta bir tatil var, ondan sonra başlarım heralde diye hazırlıklar yapıyorum falan.
    derken haber geldi, diğer kişiyi seçmişler… ben yine yıkıldım tabi, 2 kişi arasından bile seçilmiyorum, daha ne yapabilirim ben diye kafayı tırlatıcam. o gün sinirden herhalde 20 yere falan başvuru yaptım. sabaha kadar … uyuyamadım çünkü. bakmıyorum bile detaylı, ne şirkete ne pozisyona … 1-2 kriter tutuyorsa başvurdum hep …
    neyse biz tatile gittik, iyi de geldi tatil ama hep içim buruk, gene işsizlik çünkü dönüşte…
    döndük 2 gün sonra bu başvuru yaptığım yerlerden biri görüşmek istedi. tamam dedim, toplantı maili gelince, hangi şirketmiş, pozisyon neymiş onlara baktım. çünkü o kadar çok yere başvurdum ki, hangisi olduğunu tahmin bile edemiyorum.
    işte salı aradılar, perşembe görüşme var online. çarşamba günü de benim o güneş enerjisi şirketindeki recruiter aradı, dedi ki aynı pozisyon değil, parası da biraz daha düşük ama düşünür müsün diyor. elbette … çünkü alternatifi evde boş oturmak.
    neyse perşembe diğer şirketle görüşme yaptım. çok da güzel geçti ama diğer adaylarla da görüşecekler (ki 3 den fazla ), en az 1 ay kadar bu görüşmeler sürecek dediler. kendi kendime “2 aday varken bile diğerini seçti önceki şirket, daha fazla aday varsa hiç şansım yok” diye düşünüp bir beklentiye girmemeliyim dedim.
    cuma günü de güneş enerjisi şirketindeki diğer pozisyon için görüştük, görüşmeyi yaptığım ve sonrasında müdürüm olacak kadın, toplantı bittikten ben binadan ayrıldıktan sonra koşarak arkamdan gelip, ne zaman işe başlayabileceğimi sordu. dedim dün. gülüştük.
    o akşam bana iş teklifi yollandı ve pazartesi işe başladım. ve iyi ki de o departmanda başlamışım. bütün departman arkadaşlarım hepsi nevi şahsına münhasır ama çok iyi kişilerdi. hepsi ile bir şekilde bir bağımız oldu. müdürüm ise lokum, lokum …
    diğer departmanda benim yerime işe alınan kişi, ben işe başladıktan 1 hafta sonra istifa etti. müdürü ile anlaşamadığı için, haksız da değildi bence. biraz sorunlu biri gibiydi benim anladığım kadarı ile de …
    derken 1 ay geçti ve bir telefon, diğer şirket teklif yollamak istiyor. seçildiğimi söylüyor ve tebrik ediyordu ik … şimdi 4 hafta kadar süren bir “background” araştırması yapılacağını falan anlatıyor.
    dedim ki içimden, bugüne kadar nerdeydiniz laa… üstüste mi gelir bu.
    tam kendimi bir yere ait hissederken, tam işi ve tüm çalışanları sevmişken, hem müdürümle hem çalışma arkadaşlarımla çok mutluyken, şirket olarak inanılmaz pozitif bir ortamdayken …
    neyse teklifi o akşam yolladılar. eşimle bakıyoruz, böyle bir teklif paketini kabul etmemek için aptal ötesi falan olmak lazım. ama diyorum şu anki iş yerimdekilere ne diyeceğim.
    neyse 3-4 gün kıvrandıktan sonra dedim müdürüm senle bir konuşmamız lazım.
    durum böyleyken böyle, bu şirketle görüşme yaptığım hafta o şirketle de görüştüm ama başka adaylar var falan dedikleri için hiç ihtimal vermemiştim, unuttum bile dedim. ama teklif çok iyi ve ben kabul etmeyi düşünüyorum. “hangi şirket?” dedi, dedim peco ….
    “ne düşünüyorsun, tabi ki kabul et! senin adına çok sevindim.” falan diyor. “bizim adımıza çok üzüldüm, dear coa queen, ama senin için çok iyi olacak!”
    böyle olumlu bir tepki beklemiyordum tabi ben, süreç uzun olacağı için kimseye söylemedik bir süre, benden sadece olay netleşir netleşmez haber vermemi rica etti, ki yeni pozisyonu açabilsinler diye.
    şimdi gelelim kader kısmına… çok üzülmüştüm, güneş enerjisi şirketindeki proje müdürü pozisyonuna seçilmediğim, diğer adayı tercih ettikleri için. ama o pozisyonda başlasaydım;
    -büyük ihtimalle işi sevmeyecektim, müdür ile anlaşamayacaktım.
    -reddedilmenin verdiği sinirle, hiç seçici olmadan (seçici olmaktan kastım, detaylı baksaydım, bu şirket beni beğenmez ya da bu pozisyon beni aşar diyip başvurmazdım bir çoğuna) deli gibi iş başvurusu yapmayacak ve peco dan teklif alamayacaktım.

    aynı zamanda bu departmanda başladığım için hem çok severek çalıştım, çok güzel kabul gördüm çalışma arkadaşlarımdan ve uzun süre işsiz kalmamdan dolayı yitirdiğim kendine güvenimi tekrar kazandım.

    çok güzel insanlarla tanıştım, öyle ki yeni işi kutlamak için benim için küçük bir kutlama yapacak kadar güzeldiler … ve en güzel kısmı da, sırf bana veda edebilmek için neredeyse ofisteki herkes kutlamayı bekledi. her biri tek tek beni tebrik etti.

    şirkette coa queen unvanını kazandım sadece 1,5 ayda.
    yani o an içinde bulunduğumuz durum kötü gibi gelse de, ileride nasıl güzel bir şeye sebep olacağını bilemeyiz. ben kadere inanmayayım da kim inansın!
    şu an yeni iş yerimde (umarım her şey yolunda gider), 2. haftamı bitirdim.

    ps. en güzel kısmı da şu oldu; eski müdürüme “eğer yeni teklifi kabul eder de yeni işi beğenmezsem, en çok da bu şirketi ve sizi kaybettiğime üzüleceğim.” dedim. “niye üzülüyorsun ki, sen gel ben seni her şekilde tekrar işe alırım, bu pozisyon dolsa bile sana ayrı bir pozisyon açtırırım.” dedi …
hesabın var mı? giriş yap