• anarşist olanın şiarıdır.
  • silinemeyen insan icguduleri dusunulunce bir nevi utopya.
  • insanların, anlamı "çıkardığını" değil; "yüklediğini" bize bir defa daha anımsatan kavramsal içeriğe sahip "evet, iddialı" söz öbeğidir. nitekim, anlamı çıkarabilmek için bütün bir evrenin bilimsel bilgisine sahip olmalı ve dahası bu bilimsel bilgileri, evrenin diğer bütün bilimsel bilgileri ile karşılaştırmalısınızdır. aksi halde yaptığınız yalnız "sabit nokta kabul etme"nin bilgisi olacaktır ki, bu da bizim, homo religiousus'u ayırt etmemizi sağlayan temel verilerden (yanlış düşünsel eğilimlerden) bir tanesidir: en masum tezahürü dikilitaşlardan, en yetkin neticesi olan einstein'in "izafiyet kuramı"na değin içselleştirdiğimiz, bu yüzden göz alıcı ve fakat yanıltıcı kaftanlara bürünmüş ve fakat ne yazık ki 'bilimden' saptığımız temel köşe taşlarından birisidir sabit nokta kabul ederek düşünmek. nihayetinde 'anlam yüklemek'ten alıkoyamaz kendini kişi; oruç aruoba'nın deyişi ile söyleyelim: "anlam yoğunlaştırıcısıdır uygar kişi".
    şimdi buradan uygarlık-mülkiyet-aidiyet bağlamında bu tartışmanın bir uzantısı muhafaza ve iddia edilebilir ki, gecenin bu saatinde bunu yapmağa ne niyetim, ne de mecalim var sevgili sözlük kullanıcıları.
  • insanı, bir nevi kendi insanlığından vazgeçirmek. yaşama devam etme motivasyonunu sıfıra indirmek, bu dünya sevgisinden ve sevincinden sürekli mahrum bırakmak.

    en insanca olan birşeye daha, evet geçici ve zamanımız için şık giysiler giydirip veda etmeye çalışmak, bunu yaparken veya yapmayı düşünürken bile mülkiyet bilincini ve dolayısıyla benliği tatmin etmektir. sahip olunan erdem bazında mülkiyete bakacak olursak, kişi mülkiyetinden vazgeçtiğini ya da geçmesinin daha insanca olduğu dile getirirken dahi, bu arzusunu tatmin etmekten öte birşey yapmaz. işte bu noktada bir kez daha kendimize, kendi var oluşumuza bir anlam 'yüklemek' durumunda kalırız. bu benim dürtümdür deriz. dürtü olduğunu inkar edip onu alaya alırken bile, o dürtümüzü tatmin ederiz. işte insan beyni, tüm bunları siz farkına varmadan analiz eder ve ardından işleme sokar da, siz mülkiyete laf ederken esasta mülkün alasına sahip olursunuz. hiçbir güç de sizi o mülkün sevgisinden, daha fazla güç ve erdem arzusundan vazgeçiremez. ama işte insan bunu bilmez. hala insanca olan her şeyden 'yoksun' kalmak için kendini yer bitirir.

    oruç aruoba'nın bir başka sözüyle devam edebiliriz:

    "dünyanın temel bozukluğu, kişilerin yaşam uzamlarının karşılıklı sınırlarının bulunmayışıdır
    -- ya da, sürekli, çiğnenişi...

    dünya bozuktur,
    çünkü kişileri
    kendi kendilerine
    bırakmaz.

    bu durumdan, ama, o 'ötekiler' ne denli sorumluysa, kişinin kendisi de bir o kadar sorumludur -- çünkü, bir yandan, kişi kendisi de bol bol çiğner ötekilerin sınırlarını; bir yandan da, o (aynı) ötekiler, kişinin yaşam sınırlarını çiğnemek amacıyla yapmazlar yaptıklarını.

    (hep birlikte masumdurlar; ya da, hep birlikte suçlu...)"
  • bildiğimiz ya da bilmediğimiz, bilemediğimiz açlıktır. ve böyle akardı don...
  • kişiyi özgür kılar. mevcut iktisadi (burada 'geçimbilimsel' anlamıyla kullanılmıştır; yani benim lugatımda tüm yaşamsal koşullar toplamı anlamında son derece kapsayıcı bir kavram olarak tanımlıdır) bağlamda geçerli olması mümkün değildir. dinsel (burada ise dinsel, gene benim lugatımda, bilimsel olanın karşıtı; olanaklı yalnız iki düşünsel kürenin -bilimsel düşünüş ve dinsel düşünüş- ikincisinin yöntemini tespit eden kavramsal anlamıyla kullanılmıştır) kısıtların (constraint; tahdit) tamamından azade olunabilmesinin ön koşuludur. olumlu neticesi şudur ki; kişi mutlak kayıtsız olabildiği için, artık, bilimsel bir duruş ve tavır sahibi olabilecektir. olumsuz neticesi ise şudur ki; kişi hiçbir varlıkla duygusal bağ kuramadığı için,artık, mutlak anlamda yalnız başına kalacaktır.
  • tarihte, kendisine 'cosmopolist' diyen ilk insan olması hasebiyle aidiyet bilincinden; sahip olduğu tek malı olan 'tas'ını da atarak artık elleri ile su içmeye başlaması hasebiyle mülkiyet bilincinden azade olabilen güzel adam için (bkz: diyojen).
  • gençlikten yaşlılığa doğru, eğrisi aşağıya doğru düşen bir grafiğin konusu olabilir. serde gençlik-başım duman zamanları, insanın derdi gücü kendisiyken, giderek gelecek, çoluk, çocuk derdi basmaya başlayınca, kendi küpünü doldurma, bir yere kök salıp soy ağacı büyütme derdi kaplar bünyeyi.
  • materyalizmden uzaklasip varolusculuga yelken acmanin temelinde yatar.. burjuvaziyi kendi icinde yikip kendi icinde kurdugu dunyada yasayan insandir. insan olmayabilir, bunu basaran degisik bir varliktir zaar. "ben yapiyorum" diyenine inanmak buyuk yanilgidir. zira bunu basaranlar ya pek ortalarda gorulmezler ya da bir gosteris icerisine girmezler.. hem niye girsinler ki. gosteris, burjuva dunyasina aittir. aidiyet ret yemisse, ozgurlugun yaninda asiri zihinsel devingenlikler, derin acilar bir de kapi gibi bir ruh ve tani bilinci vardir bu kisilerde. oyle bir kapi ki, icine adimini atamazsin.
  • terke dayanır.

    bunu başarmak için belirli bir dünya görüşüne sahip olmak yetmez; gezgin olmanız gerekir. yaşadığınız coğrafi bölge ve çevrenizde bulunan insanlar sürekli değişmelidir ki etkileri sizi esir almasın. işte o etkilerdir insanı mülkiyete, aidiyete, verasete ve rekabete sürükleyen. ve dolayısıyla o etkilerdir dünyayı savaşa, yıkıma, mutsuzluğa ve eşitsizliğe mahkum eden. hayata bakış açısı ne olursa olsun çevresel etkilere bir yere kadar dur denebilir.

    cesaret bu noktada devreye girer. daha zararlı olduğunu bildiğimiz halde terk edemediğimiz alışkanlıklarımız varken evimizi nasıl terk edebiliriz? ailemizi? arkadaşlarımızı? paramızı? teknolojik cihazlarımızı? edemiyoruz maalesef. derviş niye yollara düşmüş anlayamıyoruz. belki de çok iyi anlıyoruz ama korkuyoruz:

    "kurulu düzeni kim bırakıp gidecek şimdi?"

    "ya deli muamelesi yaparlarsa?"

    "geride bıraktığım ailemi rezil etmiş olur muyum acaba?"

    "hay allah bavulu da topladık ama ya yanlış yoldaysam?"

    ayrıca;

    (bkz: christopher mccandless)
hesabın var mı? giriş yap