• (bkz: marie curie).
  • 21.06.2003 tarihli sinema büyüsü programında yayın edilen filmin adı.
    film kırklarda filan çekilmiş. siyah beyaz...
    aynı zamanda "madam küri, radyumu bulmakla kalmamış, sinemaya xx(yahu küriyi oynayan kadının adını hatırlayamıyorum şimdi, zaten sinema büyüsünde yorum yapan kızın adını da hatırlayamıyorum ben. halbüki yüzlerce kez altta yazdılar yorumcunun adını. hatta yorumcular başrol sahibesinin ismini onlarca kez zikrettiler programda... işte bu unutkanlık, iyi bir şey değil.)'i kazandırmış olmasıyla da ünlüdür" dedirtmiştir yorumculara.

    filmin tamamen gerçeği anlatıp anlatmadığı bilinmez fekat ben gördüklerimi anlatmaya başlayayım...

    küri, o zamanki adıyla bilmemneyovska.. (marrie curieye bakarsak annemizin kızlık soyadına ulaşabiliriz) sorborn (sorbon mu yoksa) üniversitesinde hem fizik, hem de matematik eğitimi alan geleceği parlak bir genç bayandır. babası da bir profesördür, eğitimini tamamlar tamamlamaz varşovaya dönüp öğretmenlik yapmak istemektedir..

    bir gün... derste.. (ki o derste "bir yıldızı parmaklarının arasında tutmak" diye bir cümle sarfetmiştir hocası, hayatının akışını değiştirmiştir bu cümle kızın..) açlıktan bayılır... hocası beyefendi (ayol onun da ismini hatırlayamıyorum) kızın bu içler acısı durumundan etkilenir. kızı bir çorbacıya götürür. "kuzum senin arkadaşın yok mu" filan der. kız da yok der icabında.. arabayla kızı evine filan bırakır (at arabası, o zamanlar yok böyle spor arabalar hemşerim)...

    bilahare bir balo tertibeder hoca. bu baloya da kızın acık para kazanmasını istediğinden ve lobaratuarını kullandırtmak istediğindendir ki pierre curieyi de çağırır. e hiç arkadaşı da yoktur ya marinin.. arkadaş da bulacaktır ona...

    baloya girişte kapıda bizim küri ile bilmemneyovska kız karşılaşırlar. ama hiç konuşmazlar.. içeride hocanın karısı hanımefendi genç insanları karşılar... kızı teyze millete tanıtır. o sırada marinin hocası efendi pierin geldiğini görür, ve izah üzerine izah eder. "benim şööle şööle çok efendi bir öğrencim var, laboratuarını kullanmaya ihtiyacı var doktor küri" der. küri de kabul eder öğrenciyi. konuşmanın nihayetinde "çok iyi bir kızdır öğrencim" der ve çekilir hoca. piyer "neee, kız mı, fakat fakat..." diyip laf ağzında kalarak kalakalır..

    bilahare doktor küri efendi "hem kadın, hem bilime alaka duyuyor... kadınlar bişeyden anlamazlar ki... allahvere de benim eski asistanlar gibi ıslık çalarak laboratuarda gürültü yapmaya... hem nerden çıktı bu canım..." diyerekten laboratuarına varır. asistanı (bakın onun da adını unuttum, deyvid miydi neydi) genç beyefendiyi "şu kenara bir yer hazırla, gürültü yapmadan çalışmasını da tembih et kendisine" filan gibi gayet kat'i ve katı talimatlarla uyarır.

    yukarı kattan elektrometre almaya giden asistan efendi mari bilmemneyovskayı görür. "ana!" olur. kızın kitaplarını taşır, bayağı bir yalakalık yapar. girerler laboratuara... gürültüyü kız değil, mevcut asistan yapar anacım. doktor küri de üfler püfler.. nooluyor be der!

    gel zaman git zaman kızın sakin ve titiz çalışmalarından memnun kalır doktor küri. hatta bir keresinde profesör becerel ilginç bir şey göstertmek için doktor küriyi yanına çağırır. doktor küri, mariyi de götürür yanında. pelvent mi permenent mi ne öyle bir elementi incelerken ışıklı bir hadiseye rastlamıştır bekerel amca. ağızları açık dönerler bekerelin laboratuarından..

    o sırada yayınevinden taze çıkmış yepisyeni kitabını doktor küri özel not ile imzalar verir mari'ye. mari içine dahi bakmaz hemşerim. dalmış çalışıyordur. "size özel bir not yazdım" filan der üstüne üstlük utanmayıp! "oh çok teşekkür ederim doktor" der yine bağrına basmaz kitabı bu kız. manyak mıdır ne? koskoca doktor sana kitabının ilk örneklerinden imza etsin versin.. sen takla atma.. olacak iş midir? o sırada ıslıktan mıslıktan tiksinen doktor küri efendi de laboratuarda ıslık çalmaya gürültü yapmaya başlar.. el tezat..

    ve gün gelir, gızın finalleri başlayacaktır. finaller bitince de memleketine dönecektir mari. hatta mezuniyet törenine filan davet eder doktor küri'yi. doktor gayet soğuk "ben öyle kalabalık yerleri pek hazzetmem" diyip reddeyler ilk etapta kızı. reddeyler ama "nasıl olur sizin gibi bir bilimadamı memlekete gidip öğretmenlik yapmakla yetinir" filan da der. akademik olarak yoluna devam etmesini ister kızın.

    zaman çabuk geçer.. mezuniyet törenine gelmiycem diyen doktor, gider vallahi. ama mari'yi göremez. (ahaaaaaa gördünüz mü şemşiyeli bir sahne vardı, orayı anlatmayı unuttuk. laboratuar çalışmalarına başladığı sıralarda mari, bir yağmurlu günde evine gitmek üzere saçak altında kuş gibi beklemektedir. doktor buna iyi akşamlar der ve gider. biraz yürüdükten sonra "aha sizin şemsiyeniz yok mu" der. kız da yok der ne diyecektir. buyurun benim şemsiyemle gidelim der ve böylece kızın evine kadar birlikte yürürler. bu vesileyle kızın evini bilmektedir doktor küri...) kızın evine gider.... ve kızı parisin yakınlarındaki çiftliklerine davet eder. kızın kabul etmeyeceğini düşünür ama kız kabul eder. a ha..

    kızı anasıylan babasıylan böylece tanıştırır doktor küri. uyuyacaklar diye odalarına çekilirler... (küri beyin anası küri hanımefendi, küri beyin kardeşi beyefendinin odasını ayarlar misafir mari'ye) ve ne hikmettir ise (artık terete mi kesti filmin orasını, yoksa hakikaten evlenmeden önceki merhaleleri ihtiva eden bir film sahnesi yok mudur bilinmez) bir sonraki sahnede "piyer, iyi ki evlenmişiz senle" der mari!

    ben anlamadan evlenmiştirler netekim... evlensinler canım, iki bilim insanı evlenmeyecek de ne olacak?

    bilahare bu ikili yemez içmez, mari'nin bekerel'in laboratuarında gördüğü ışıklı hadiseden etkilenmesi neticesi araştırmaya taraştırmaya başlarlar, devam ederler.... üniversiteden laboratuar isterler bu araştırma için. üniversite onlara ahırımsı bi yeri vermeyi kabul eder. "ama nasıl olur, orası bilmemkaç yıldır kullanılmayan izbe bir yerdir" diyen piyer, mari'nin ceketinin eteğini arkadan çekiştirmesi üzerine susar. o ahır gibi laboratuarda çalışmayı kabul eder. bu arada üniversite kurulu da "hem bayan, hem de tecrübesizdir bu arkadaşımız, o vesileyle özel imkanlar veremeyiz kendisine" yorumunu yaparlar...

    hatun ile bey... uzun seneler perment mi permenent mi ne boksa işte ondan toryum ile uranyumu ayrıştırır. sekiz ton permentten bilmemkaçbin kristalleştirme işlemi sonucu bişe elde edecek olurlar. aradan da uzun muzun dememize bakmayın, dört sene geçmiştir. kışın kardan, yazın terden bunalırlar çalışma esnasında. final kristalleştirme operasyonu yapılırken "lord celvin laboratuarlarını ziyaret eder. demek ki bu küriler, bekerel ve kelvin amca sırf aynı fen kitaplarının değil aynı devirlerin insanılarmış yorumunu yaparız biz bu sırada. kelvin amca "bana sonucu muhakkak telgraf ile bildirin, ingiltereye dönmem lazım yahu" der ve gider..

    laboratuarda elneticeyi bekleyen hanımkızımızla beyefendimizin uykusu gelir bi kaç saat uyurlar. uyandıklarında deney mahalline bir göz atarlar ki bekledikleri radyum diil, kristalleştirme tasında bir leke kalmıştır anasını satayım... çok üzülürler, çoooook. yeni yıl balosuna gitme kararı alırlar.. çocukları ile bile ilgilenemiyorlardır ki uzun senelerdir bu deneyler yüzünden...

    bakın yine önemli bir hadiseyi anlatmayı unuttum. deneyin ortalarında bi yerde mari'nin elleri kansere dönüşebilme ihtimali olan yaralarla dolmuştur. mari "düşünsene piyeeeeer, bu madde, radyumumuz, eli hasta edebiliyosa, iyileştirebilir bile" der. bu çok önemli bir ayrıntıdır dafi, nasıl unutursun....

    yeniyıl balosundan sonra uyku tutmaz çiftimizi. nasıl tutsundur hemşerim. dört yıl yeme içme, çoluğunla çocuğunla ilgilenme, araştırma yap, deney yap, kristalleştirme kabında bir leke kalsın. radyum madyum görükmesin! o sıra mari'nin aklına bir fikir gelir. "biz o lekeyi niye ölçmedik ki piyer?" der. "ya sekiz ton perment içindeki radyum miktarı gözle görünemeyecek kadar azsa!" diye de ekler. hakketten öyle olabir diye düşünür piyer.. gecelikle mecelikle koşarlar laboratuara... bilim insanıdırlar bunlar anacım. sizin bizim gibi uyuyacaklar mıdır ki? karanlıkta kristalleştirme kabına bir bakarlar ki: anaaaaaaaaa ışık yayıyor... "radyumumuz piyer, bu bizim radyumumuz" der mari. ölçer biçerler, hakket toryumlan bilmemneyyumdan (tamam hatırladım, uranyum) sonra kalan elektronik enerji bu ışıklı lekededir..

    artık talih gülmüştür ikilimize.. güzzeeeeeel bir tatil yapmalarının vakti gelmiştir. deneylerden önce kendilerine bir ahırı laboratuar olarak layık gören üniversite yönetimi, artık onlara istedikleri kadar asistan ve full aksesuar bir laboratuar taahhüt ederler... gasteciler de peşlerindedir çiftimizin anacım. bi dinlendirtmezler. arada bir bahçede fasülye kıran mari ilen bir gazeteci görüşür. laboratuar açılacağı haberini filan alır. ama mariyi hizmetçi filan sanar. "keşke bayan küri ile konuşabilseydim bunları" filan der genç gasteci. mari de "zaten onunla görüştünüz" bir ara piyer "ikimizden biri ölürse, araştırmalara diğeri devam edecek mari, bana söz ver" der. mari allak bullak olur o an. "bu nasıl söz piyer, bunu nasıl sölersin, bu kötü bişey, bi daha bana söyleme böyle bişey" der. fakat dememesi gerekirdir elbet...

    tatilden dönüşte laboratuarın açılışı şerefine tertibedilen balo için mari çok kırmızı bir elbise diktirir. fakat elbise öyle kırmızıdır ki, biz siyah olarak görürüz filmde. zaten yukarıda da dediğimiz gibi, film siyah beyazdır... piyer bu elbiseye bir takı eşlik etmeli diye düşünür. tam takıyı alır, eve dönecektir, baloya gideceklerdir ki, atarabasının tekinin atının arabasının altında kalır piyer. düşünceli düşünceli yürüyordur işte. öyle suç ve cezadaki sarhoş amca gibi kalmamıştır ki arabanın altında. sarhoş değildir yani...

    piyer ölür...

    mari derin bir yasa girer... kimseyle filan konuşmaz..

    marinin "bir yıldızı parmaklarının arasında tutmak" konuşmasını yapan hocası gelip onu araştırmalarına devam etmesi konusunda ikna etmeye çalışır... yok... tepki vermez mari..

    bir ara kocasının cesedinden çıkarılan eşyalara bir göz atar. not defterindeki "iş kazaları ile ilgili seminere git, mari'ye küpe al" notunu okur. yıkılır hemşerim.. yıkılır..

    fakat azimli ve dirençli bir insandır kendisi... çalışmalarına devam eder. ödüller neyin alır... film biter. sonları anlatmıyorum ki dünyanın bildiği şey spoyler olmasın.

    geriye kalan hikaye de zaten marie curie konu başlığında incelenmektedir.
  • tam adı monsieur et madame curie olan 1952 yapımı georges franju filmi.
  • annemin, çocukken izlediği ve sürekli hayranlıkla bahsettiği, başrollerini greer garson ve walter pidgeon'un paylaştığı, konusunu, radyumu bulan bilim kadını marie curie'nin gerçek hayat hikayesinden alan, 1943 yapımı film. oyunculuğu ve senaryosu gayet başarılı olan bu filmde, ayrıca o yıllarda kullanılan eşyaları görüp etkilenmemek elde değil. benim için bu filmi anlamlı kılan ise, annemin yıllar önce izlediği bu filmi, aynı koltukta beraber izlemekti, tavsiye edilesi filmlerden...
hesabın var mı? giriş yap