*

  • baron de tott'un osmanlıya dair hikayatı, hatıratı. ilk bölümü baron’un istanbul sergüzeştini, ikincisi ise kırım hanlığındaki gözlemlerini kapsamaktadır ki bu bölümü şimdilik bir kenara bırakıyorum…

    osmanlı imparatorluğu’na bakışı ağır bir oryantalizmle maluldür. osmanlı kadını bir koyun gibi güdülmekte, mal gibi alınıp satılmaktadır; halk zır cahildir, batıl itikatlar ve hurafelerle beslenmektedir; dini taassubla gelen tevekkül insanları rehavete sürüklemektedir; devlet sığınılacak değil korkulacak bir şeydir; bu müstebit hükümet adaleti ancak vahşet ve şiddetle sağlamayı bilir; bu ortamda özgür düşüncenin yerleşmesi mümkün değildir, hamam bile insanın erken yaşlanmasına sebep olan berbat bir şeydir vs vs… kafasındaki sorulara cevap değil, cevaplara soru arıyor gibidir.

    ilginç bir tesbit, cehaletin kökenini alfabe ve gramerin zorluklarında bulmasıdır. zorlu öğrenme süreci onu isyana sürükler ve baron haykırır: “bir ömür boyunca ancak iyi okumasını öğrendikten sonra kişi kendisine faydalı eserleri ne zaman araştırıp okuyacaktır?” (bu satırların muharriri de kendini tutamayıp burada şöylece haykırır ki: bir ömür falan almaz bu iş! 4 senelik tarih tedrisatında haftada sadece 2 saat osmanlıca dersi alan herkes –belki tuğra çözemez amma- el yazısı dahil okumayı öğrenebiyorsa baron’un iddiası külliyen yalandır.) sonra bu dilin yarattığı sanatlara saldırır: “harfleri güzel bir şekilde yazmak ve yazılanları çözmekle uğraştıklarından gururları şu şekilde zorluklara meyletmiştir; çifte anlamlar, harflerin değişik şekilde yazılması eğilimlerini ve edebiyatlarını sınırlamış ve kötü bir heves zihni yormak için her türlü yolu denemiş, onlara haz vermiş, hayranlıklarını uyandırmıştır.”

    dönemin sadrazamı ragıp paşa’nın kurdurduğu kütüphaneyi ve ibrahim müteferrika’nın matbaasını müsbet şeyler olarak ansa da “okuma ve yazma meziyetini sınırlayan dil zorlukları oldukça türklerin gerçek anlamda eğitilmeleri mümkün değildir”. yani böyle birkaç iyicil çaba da sönüp gitmeye mahkumdur.

    zaten ülkede ne can ne de mal güvenliği vardır. padişah, zenginlerin mallarını müsadere etmek için her an fırsat kollamaktadır. hristiyan ve yahudilerin hiç değeri yoktur, gayrimüslim tüccarlar müslüman hamallar tarafından aşağılanmaktadır. adalet kadının iki dudağı arasındadır ve kadı çoğu zaman satılıktır. “doğruluk ve şeref kelimelerinin hiç bir şey ifade etmediği bu ülke”de adaletten anlaşılan çoğu kez kelle koparmaktır. eşkiyalar ve haydutların cezalandırılması ancak suçüstü yakalanmalarına bağlıdır; “şeriatın esaslarını tesbit eden peygamber, kuşkusuz geçimini haydutlukla sağlayan milletini bu madde ile korumak istemiştir.” tımar sistemi köylüyü ezmek üzerine kurulmuş bir sistemdir ve hiyerarşi basamaklarında kimin kime gücü yeterse herkes birbirini sömürür, tepeler.

    yani ki, 18. yüzyıl osmanlı’sında düzenin kokuşmaya başladığını itiraf etsek bile, baron en berbat örnekleri alarak bir tablo oluşturmuş gibidir. üstelik kendi memleketi olan fransa, kitabın yayımlanışından beş yıl sonra, baron’un osmanlı’ya atfettiği adaletsizlik yüzünden devrimiyle tanışacaktır.

    kitap bu mübalağa ve önyargılı tavrı unutulmadan okunabilir. ancak bu kez de okuyucuyu başka bir sıkıntı beklemektedir. 1975’teki ilk baskısının (tercüman yayınları) dili o kadar kötüdür ki, anlam yaratmak için cümleleri tekrar tekrar okumak, ne dedi şimdi? diye düşünmek gerekebilir. 2000lerde elips yayınlarınca tekrar basılmış olması da, yayına 75’teki gibi mehmet üzmen tarafından hazırlandığı gözönüne alınırsa pek de umut vaadetmemektedir. evet evet.
  • kısaca bir şey söyleyeceğim. tarihin akışını , belkide türklerin kaderini belirleyen tek hata. rus imparatorluğu petro döneminde avrupadan aldığı teknik bilgileri nüfusuyla birleştirmeyi başardı. ortaya muazzam bir güç çıktı. bu muazzam güç öyle bir hata yaptı ki , statejik olarak avrupa gibi güçlü ülkelerle savaşlara girip kendi kendini eritmektense , kırım-karadeniz-gürcistan hattı üzerinden direkt osmanlıya,ordanda iran ve mısır , son dönemdede hindistan harekatı yapsaydı. günümüzde anglosakson egemenliğini değil , rus egemenliğini konuşurduk.

    ruslar avrupalılar gibi kendinden olmayanı sindirip ötekileştirmedikleri gibi yönettiği bölgelerdeki insanları(öldürmeden) kendi kültürüne entegre edebiliyor. orta asya türkleri, kırgızistan vs buna örnektir. ben ortadoğununda o şekilde entegre olacağını ve hindistandan gelen baharat , ortadoğudaki pamuk vs . rusyayı kesinlikle dünya hakimi yapacaktı. ama rus ayısı daima avrupayla didişti. bu didişmelerin sonucunda fazla birşey kazandığıda söylenemez. patatesden başka bir şey yetişmeyen avrupa, al nerene sokarsan sok.
hesabın var mı? giriş yap