*

  • angela carter'ın, dilimize can yayınları tarafından kazandırılmış güzel bir romanı. edebi lezzet arayanlar için tavsiyemdir.
  • 1984 yılında yayınlanan kitap aynı yıl james tait black memorial prize ödülünü aldıktan sonra 2012 yılında da james tait black ödüllerinin en iyisi ödülüne layık görülmüştür.

    türkçeye sirk geceleri ismiyle ayşe gül göre tarafından çevrilmiştir. çevirisi gerçekten çok güzel.

    en sevdiğim, beğendiğim kitaplar arasında hemen ilk sıralara yerleştiğini söyleyebilirim. biraz zor okunuyor, yoğun bir yazı stili var angela carter'ın, ancak ilk sayfasından itibaren sizi sarıp sarmalıyor, içine çekiyor. büyülenip kalıyorsunuz. kitabı okurken gerçek edebiyat bu diyorsunuz. bir yandan kitabı bir an önce bitirmek bir yandan da sindire sindire yavaş yavaş okumak istiyorsunuz.

    neler var bu kitapta, neden bahsediyor derseniz: ana kahraman ünlü bir sirkte çalışan meşhur trapezci fevvers ve onun hikayesini gazeteye yazan ve daha sonra bir palyaço olarak sirke katılan amerikalı gazeteci jack walser. fevvers'ın kanatları var ve gösterisinde bunları kullanıyor. kitap fevvers'ın hayat hikayesi ile başlıyor. victoria dönemi londra 'sını anlatıyor. daha sonra sirk turneye çıkıyor. saint petersburg , daha sonra sibirya ve trans baykal bölgesi ormanlarında geçiyor roman. kahramanlar genelev çalışanları, sirk sanatçıları, sirk hayvanları, fakir halk, köylüler, mahkumlar ve bir şaman.

    romanda postmodernizm, feminizm, postfeminizm ve büyülü gerçekçilik öne çıkıyor.

    özellikle birinci bölümde victoria dönemi ingilteresinde kadının geleneksel rolü sorgulanıyor. karakterler hiç bir şekilde dışardan göründükleri gibi değiller. sirkteki hayvanlar bile geleneksel rollerinden uzak. örneğin sirk sahibinin kahinlik yapan bir domuzu var, kaplanlar klasik müzik hayranı ve vals yapıyorlar, maymunlar insanlardan akıllı, ayyaş ve kötü bir karakter olan maymuncu orada burada sızıp kalırken maymunlar kendi kendilerine çalışıyor.
  • ingilizce aslını okurken büyük keyif aldığım ve kalemine hayran kaldığım angela carter'ın magic realism türündeki güzel eseri. postmodernizm, postmodern edebiyat, üçüncü cinsiyet, late capitalism ve feminizm çalışmaları sırasında okunması yararlı görülür. yazar birbirinden farklı bir sürü kavramı tek bir eserde barındırabilmiştir. örneğin, bir yanda kanatlı ana karakterimiz sophie fevvers'ı "yaratık kadınlar müzesi" sahibi "madame schreck"ten satın alıp, "azrael" diye seslenip, ölümsüzlüğü elde etme hırsıyla onu idam etmek isteyen, boynundaki güllü falluslu altı madalyonuyla okültist/satanist "christian rosencreutz" karakteri var iken -ki isim seçimi ilginçtir, rosenkreuz alegorisine atıftır- diğer yanda sibiryanın bir köyünde yaşayan ve "finno-ugric" bir lisanda -ki doğruluğu dilbilimcilerce tartışılır- konuşan bir şaman vardır, ve walser'a kendi idrarını ikram ederek onu bir nevi sarhoş eder, veyahut transına ortak eder.

    şahsen hikayenin en can alıcı yerleri sibirya bölümünde gerçekleşmiştir. gazeteci jack walser'ın dramatik değişimini izlemek hayli keyifliydi. bir zamanlar modern insanı ve şüpheciliğini simgeleyen bu karakter sirk ile birlikte geçirdiği zaman süresince kendi benliğinde uzaklaşmaya ve aklını kaybetmeye başlar. tanımlayan iken tanımlanan olur.
  • çok uzun zamandır baskısı yapılmayan bi' roman daha. tam tarihini bulamamakla birlikte can yayınları'ndan son baskısını yapalı 20 sene civarı olmuş. ancak kitabın yayın hakları sel yayınları'na geçmiş durumda. sitesine girip düzenli kontrol ediyorum yayımlanmış mı diye fakat uzun bi' süredir ''hazırlanıyor'' görünüyor. geçenlerde iletişime geçtim sel ile 2021 yılı içerisinde satışa sunmayı planladıklarını söylediler, türkçe adıyla 'sirk gecelerini' . kitap fazla baskı yapmadığından ikinci eli de fazlaca bulunmuyor. eli yüzü düzgün, yıpranmamış olanları da 100-150 tl arası satılıyor.

    edit: yaklaşık üç ay bi' araştırma soruşturma evresinin sonunda nispeten uygun bi' fiyata elime geçti.

    görsel
  • “her şeye karşın kişiliğinde hala eksik bir şeyler vardı. mobilyalı olarak kiraya verilmiş bir eve benziyordu. hiçbir şeye inanmama huyu sanki kendi benliği için de geçerliymişçesine, kişiliğinde kişiye özel denebilecek o ufak tefek ayrıntıların kırıntısı bile yoktu. doğru zamanda doğru yerde olma eğilimi var demiştik ya, aslında kendisi de bir objet trouvé sayılabilirdi çünkü, öznel olarak, aradığı kendi özü olmadığı için kendi benliğini hiç bulamamıştı.”
hesabın var mı? giriş yap