• alain de bottonun yeni kitabi.
  • alain de botton ustamızın yeni kitabı, çok sancılı bir konuya parmak bastığını belirtip sel yayıncılık'ın tanıtım e-mail'inde yazanlara bir göz atalım, (şahsi kanaatimi okuyup ettikten sonra arz edeceğimdir.)

    "...
    statü endişesi’yle içimizde taşıdığımız ama pek az dile getirdiğimiz bir endişeye ayna tutan alain de botton, toplum tarafından el üstünde tutulma arzumuzun ve başarısız olma korkumuzun öyküsünü anlatıyor bize.

    hepimizin yürekten tanıdığı, bildiği bir öykü bu. etrafımızı saran başarılı ve “biricik” insan portreleri ve yaldızlı yaşam öyküleri karşısında bizler, görünüşte fırsat eşitliğine ve şansın bir gün bizim de kapımızı çalacağına inanıyoruz. ama içten içe, o senaryolardan birini yazamamış olmanın acısını çekiyoruz.

    alain de botton, bizi kemiren statü açlığının “ölümcül” olabileceğini söyleyerek başlıyor söze. ve yine felsefecilerin, yazarların ve sanatçıların sığınağından sesleniyor.

    endişemizin kökenlerini tarihsel olarak bir bir anlatıp, bir de çözüm önerileri sunuyor okura. sonuçta, o merdivenin ucunda, belki yeni bir endişenin, daha da büyük bir endişenin bizi beklediğini seziyoruz. statü endişesinden arınma fırsatını okura sunan, en azından ortak olduğuna bizi inandıran, yürek hafifleten bir kitap bu.
    ..."
    sel yayıncılık
  • alain de botton adlı normal olmayan şahsiyetin okunması gereken yeni kitabı...
  • akademik yazından nasibini almış popülerlik kaygısı taşıyan esprili yazarın kişisel gelişim kitabı.

    ortalama uzunlukta bir kitap sınırları içinde, insanın toplumsal duruşu hakkında bu kadar kafa yormasının komedisi ancak bu kadar anlatılır. bir kısmını okumaya asla zaman bulunmayacak önemli kitaplardan da özetler geçtiği için okuması daha zevkli. alain de botton küresel ekonomiden, psikolojiden, yazılan kitaba iyi karikatür ile görsel malzeme bulma sanatından ve maşallah bohem yaşantısından iyi anlıyor. şöyle bir bakınca sıradan görünen pek çok ayrıntıya yeni bir gözle baktığı için böyle kitapların bir kişiliği olduğunu yadsıyamayız.

    gerçi kitap, yazarın kişiliğinden veya editörün ikazlarından da kişilik kapmış olmalı. statü endişesinin nedenleri diye önümüze sıralanan snobluk ve meritokrasi gibi fazlalıklarımıza cevaben sunulan çözümler, birbirini yeterince desteklemiyor. felsefe, sanat, politika, hristiyanlık ve bohemlik diye sıralamış gördüğü çözümleri de botton, sağolsun. kurnazca ayrıntılara neşe içinde şaşırıyor, genele yansıyan çelişkilere ise kitapta bir açıklama bulamıyoruz. hristiyanlığı statü endişesine -ölüm korkusunu kullanarak insanları hemzemin kıldı diye- derman olarak gösterirken, bu dermanın (bkz: din) aynı zamanda statünün bir kaynağı gibi işlediğini gözardı ediyor. elbette pratik nedenleri vardır bu es geçmenin... sayfa sayısıdır, konudan uzaklaşmayalımdır, herkesin bildiğini tekrarlamayalımdır... olur böyle. hemen ardından bohemlerin kör akılcılığa tepkisinin burjuvaziyi nasıl da durdurup düşündürdüğünden (!) bahsediyor. ama bu sırada, bohem tepkinin ticareti, girişimciliği, toplumsal hiyerarşiyi (ve farklılaşmış statüyü) sonuna dek destekleyen protestan (bkz: hristiyan mezhepleri) bir ahlakla da süslenmiş üretim ideolojisiyle çatışabileceğini göster(e)miyor. hrisyanlığı cemaat ruhunu sahiplenmeye indirgeyip, bohemlerin çözümüne geçerken hristiyanlığın çözümü sanki sessizce sahneden çıkıyor, ama niyesi yok. aynı kitabı paylaşan iki çözüm, birbiriyle çelişmiş oluyor. statü endişesine karşı ürettiği çözümlerin, statü endişesi kaynağı haline gelişlerinden pek bahsetmiyor.

    statü endişemizi başkalarının değer yargılarına alet olmayan iyi insanlar olarak çözebiliriz gibi bir son buluyor. iyi olmanın tanımını yapmayı unutuyor.
  • ahu sıla bayer'in mükemmel çevirisi sayesinde, türkçe kaleme alınmış hissi uyandıran kitap.

    "merdivendeki konumumuz bizim için çok önemlidir çünkü benlik imgemiz (kendimizi nasıl algıladığımız) başkalarının bizi nasıl algıladığıyla birebir alakalıdır. nadir istisnalar dışında (sokrates ve isa gibi) hepimiz kendimize tahammül edebilmek için dünyanın bize saygı duyduğuna dair birtakım işaretler arar, onlara bel bağlarız".

    sonra gelsin statü endişesi, merdivendeki yeri korumak uğruna, ki orada mutlu olup olmadığımız muammadır, korku içinde yaşamak, başkalarının biçtiği değerlerle tartılmak.

    kitap kapitalizmin de bir eleştirisi olarak görülebilir. sahip olunan "şey"lerle kendini varedebilme girdabına kapılan kapitalist toplum insanının eleştirisi.
  • alain de botton'un, çoğumuzun içinde zaman zaman varlığını belli eden statü endişesi üzerine yazmış olduğu, ilgi çekici incelemelerle dolu kitabı. statü endişesinin nedenlerini tarihsel bir süreç içinde incelediği bu kitapta alain de botton, getirdiği çözüm önerileriyle ve her zamanki akıcı üslubuyla okuyucuya yine keyifli bir deneyim yaşatıyor.
  • kitaptan alıntıdır:

    ..."coquin méspirable (namussuz alçak) terimi ne yazık ki bu dünyada çok sayıda insan için kullanılabilecek bir deyimdir. " insanlar kötü niyetli olmadıkları durumlarda da ahmakça davranıyorlardı. schopenhauer, voltaire'in sözlerini onaylayarak alıntılıyordu: "la terre est couverte de gens qui ne méritent pas qu'on leur parle (dünya, konuşmaya bile değmeyecek insanlarla doludur)."

    schopenhaeur soruyordu: bu insanların görüşlerini gerçekten ciddiye alabilir miyiz? onların o ahmakça yargılarının bizi yönetmesine izin vermeyi sürdürecek miyiz? kendimize olan saygımız, bir grup iskambil tiryakisinin ellerine teslim edilebilir mi? diyelim ki bu insanlar es kaza birine saygı duydular. bu saygı ne kadar değerli olabilir? ya da schopenhauer'in sözleriyle aktaracak olursak: "bir müzisyene, bir iki kişi dışında seyirci kitlesinin tümüyle sağırlardan oluştuğu söylenecek olsa, müsizyen yine de seyircinin coşkun alkışı karşısında kıvanç duyabilir miydi acaba?"

    aslında önümüzü gayet aydınlatan bu insanlık eleştirisi, tek bir dezavantaj içerir: bu düşüncenin sonucunda yanımızda yöremizde arkadaşımız kalmaz pek. schopenhaeur'in yine kendisi gibi felsefi mizantropiden muzdarip arkadaşı chamfort bu durumu şu sözlerle dile getirmiştir: "yalnız ve yalnız bize ahlaklı ve erdemli bir yaklaşım sergileyen, sağduyuyla ve akıl gücüyle hareket etmesini bilen insanları göreceğimize, gelenek göreneklerin etkisinde kalmayan, toplumun sahte nezaketinin gerektirdiği törenleri ve saçmalıkları es geçebilen insanlarla görüşeceğimize karar verdiğimizde; yani bir kez bu kararı verdiğimizde (zaten bu kararı vermezsek eğer, yaşamımızı salaklık, zayıflık ve kötü niyetle geçirmek zorunda kalırız), hemen hemen tamamını yalnız geçireceğimiz bir yaşamla baş başa kalırız."

    schopenhaeur bu yalnızlık olasılığını seve seve kabul etti. "dünyada tek bir seçim vardır: kişi ya yalnız olmayı ya da kabalığı seçer" diyor, gençlere, yalnızlıkla nasıl başa çıkılacağının öğretilmesi gerektiğini söylüyordu ısrarla: "çünkü insan ne kadar az başkalarıyla iletişim kurmak zorunda kalırsa o kadar iyi durumda demektir." schopenhaeur'e göre aklı başında herkes insanlarla bir süre yaşadıktan ve çalıştıktan sonra "toplumsal yaşamdan elini eteğini çekmek isteyecektir; bir okul müdürü, etrafını saran gürültücü ve yaygaracı çocukların oyununa katılmak konusunda ne kadar niyetsizse, o da etrafındakilerle iletişim kurmak konusunda o kadar niyetsiz ve isteksiz olacaktır."

    ancak kişinin insanlardan uzak durmaya karar vermiş olması, illa ki yanında hiç arkadaş istemediği anlamına gelmemelidir. insanlardan uzak durma kararı, kişinin elinde olanlarla tatmin olamadığını ima eder aslında. kinikler, tuhaf denebilecek ölçüde yüksek standartları olan insanlardır. chamfort'un sözleriyle ifade edecek olursak: "yalnız yaşayan bir adamın toplumdan nefret ettiği söylenir çoğu kez. oysa haydutların gezdiği bir ormanda yürümeyi sevmeyen bir adamın yürümekten hiç mi hiç hoşlanmadığını söylemek gibi bir şeydir bu."
  • alain de bottom'un kitabıdır.

    okuduktan sonra "lanet olsun" deyip var olan tüm hırsları bir kenara atıp, anasını sattığımının memleketinden iki metre beze sarınarak gideceğiz nasıl olsa deyip, ne müdür olmaya ne general olmaya ne de başka birşey olmaya çok heves etmeyebilirsiniz.

    apartman yöneticiliğine bile gerek duymazsın...

    bir lokma bir hırka yeter adam olana der gidersin.

    ola ki fazlaca hevesi hedefi olan, hazır gaza gelmişkene em bi ey, mastır peşinde koşup "anasını ağlatacak laannn ben bu hayatın, en büyük ben olacam" diyen gençlerin aradan geçen on sene sonrasında patinaj yapar halde bulduklarında kendilerini, bir hayli pamsuman olacaktır egolarına...
  • alain de botton tarafından yazılmış, özellikle görsel öğelerdeki seçimlerini takdir ettiğim kitap. yazılı tarihin başlangıcından bu yana insanların değişen varoluş kaygılarını çeşitli kaynaklardan alıntılar ile açıklıyor sayın de botton.

    açıkcası ayşe arman'ın sevdiği bir yazar olmasından dolayı "aman herşeyin kolayına kaçayım, hayatın sırrını büyük puntolu parlak kağıtlı kitaplarla çözeyim" yazarı olduğunu düşünüyordum kendisinin. status anxiety kitabını okuyunca bu görüşüm değişmekle beraber kendisinin özellikle bu kitapta orijinal çıkarımlar yerine var olan ve havada asılı bir olguyu birbirinden bağımsız gibi gözüken kaynakları bir araya toplamak suretiyle tanımlamasını beğendim diyebiliriz. zaten kitabın herhangi bir sayfasında "şu tarihte ünlü bir fransız filozofu şöyle demiş" şeklinde başlayan cümleye rastlamadan okumak pek mümkün değil.

    kitabı orijinal dilinde okudum ama türkçe çevirisinin de çok güzel olduğu söyleniyor. bir kişisel gelişim kitabı olduğunu söyleyemeyeceğim çünkü sizi bir anda zengin edeceğini, genç hanımların sevgilisi haline getireceğini ya da kaşınızı birisinin elini sıkarken 12 derece oynatmanın kendisine üstünlük kurmanız anlamına geleceğini iddia eden kitaplardan farklı olarak genellikle farkında olmadığımız bir orta sınıf "hastalığına" karşı kendimizi nasıl koruyabileceğimizi çok da nasihat havasına girmeden, sorunu detaylı ve eğlenceli bir şekilde tanımlayarak anlatıyor.
hesabın var mı? giriş yap