• sherwood king'in aynı adlı* kitabından orson welles tarafından sinemaya uyarlanmış filmdir.
    filme klişe bi giriş ve konuşmalarla parodik bi hava verilerek girilir. filmde bu klişe konuşmalar, konuşma konuları ve klişe sahneler sık kullanılmıştır.
    orson welles sadece bu filmde tele objektif, açı karşı açı öğelerini yoğunlukla kullanmıştır.
    filmdeki femme fatale karakteri kadın, yine her zamanki gibi kendisine bakıldığının farkındadır; fakat farkında değilmiş gibi davranır.
    yabancılaştırma anlatım çokca kullanılmıştır. mesela kadının şuh bakışlarla şarkı söylemesinden sonraki sahne, radyo jingleyla başlamaktadır.
    klasik kara filmlerde herkes suçludur. bu filmin son sahnesi de klasik femme fataleın cezalandırılmasıyla sonlanır.
    film, ayna sahnesine kadar, çizgisel ve temiz ışıklı sahnelerle akar. tiyatro ve ayna sahnesinde maniherist resimler, imgesel şematik resimlerle biter.
    ölüm getiren kadın, daha sonra suçun üzerine atılacağı erkeğin ve diğer bütün erkeklerin arzulu bakışlarının farkında olarak; ama bu farkındalığı açıkca göstermeyerek; bakmadan bakar. burada baştan çıkarmanın anlamı görece hale gelir. kimin kimi baştan çıkardığını söylemek bu durumda olanaksızlaşır.
    gözetim ile bakışın ilişkisi karmaşıktır. filmde görünürdeki erkekler sürekli bi şekilde hem kadına bakar hem de birbirlerini kadına bakarken yakalamaya çalışırlar. böylece bakışın hem alıcıları hem göndericileri olurlar. röntgencilik yaparak, başkalarının (kadının) denetim aracılığıyla arzu isteğini gözlemlerler.
    kahraman filmin doruk noktasını önceleyen anlatı anında kötü adamı görmez; ama işitir.
    filmde aşk ve evlilik tümüyle tiye alınır.
    dönemin kara film klişelerinden olan renk kullanımı, bu filmde de beyaz elbise olarak kendini gösterir.
    femme fatale, resmi olarak bi erkeğe ait olan; aslında hiç kimseye ait olmayan, narsist benliğiyle gerçek bi tehdittir. ama bu yenilginin çekiciliği, izleyiciye haz verir.*
  • (bkz: shanghai noon)
  • şubat 2005'te çekimlerine başlanacak wong kar-wai filmi. başrolde nicole kidman var. şaka gibi, rüya gibi.

    güncelleme amaçlı edit var bir de, şöyle şekilleniverdi:

    nicole kidman demiş bakın bunları: "evet, wong kar-wai ile çalışacağım kesinleşti ve bu beni son derece heyecanlandırıyor. ancak bu konuda daha fazla bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum. daha önce bir asyalı yönetmenle hiç çalışmadım. dünyanın hiç bulunmadığım bir bölgesi. çekimler şangay'da olacak. onunla (wong) uzun bir süredir new york'ta buluşup bu proje üzerinde çalışıyoruz. (...) beni nerelere götürmek/neler yaptırmak istediği konusunda güçlü fikirleri/hisleri var... wong kar-wai gibi birinden bahsediyoruz, filmi ne zaman isterse o zaman yapar." -- dark horizons, ekim 2004

    wong, kidman'ın senaryoyu özellikle görmek istemediğini söylemiş (china daily, ocak 2005). senaryoya bağlı kalmaktan ziyade sette kafasına eseni çeken yönetmene ve onun stiline olan güvenini gösteriyor olmalı bu. ana hatlarıyla hikayeyi biliyormuş ama... orson welles'in filminin yeniden çevrimi değilmiş haliyle. tehlikedeki bir kadının, casusluğa aşkı bulaştırmasını konu alıyor şimdilik. film başlasın, nerelere gider o.

    uluslararası bir oyuncu kadrosuna sahip olacak olan the lady from shanghai'ın çoğunlukla ingilizce çekilmesi planlanıyor-- henüz sadece bir plan, wong her an kidman'ı vietnamca konuşan bir göçmen rolüne sokabilir. gong li'nin oyuncu kadrosunda olacağı söylentileri asılsızken (trt metinlerinden etkilenip de bağlanabiliyormuş işte bu cümle), infernal affairs'ın yönetmenleriyle yeni bir film üzerine çalışan tony leung'un da program uyuşmazlığı yüzünden filmde görünmesi olanaksız olacak gibiymiş.

    sırf kadrosu yüzünden beklentileri iyice yükseltmeyen, kendi halinde bir wong kar-wai büyüsü olsun yeter. bundan büyük heyecanları kaldıramaz ah şu yürekler.
  • orson welles ve rita hayworth'un başrolü paylaştıkları, 1947 yapımı bir film... kara film olduğu söylenebilir.
  • gerceklesirse bu proje, wong kar wai'nin yonettigi bir nicole kidman'i izleyebilirse bu yorgun gozler, sinemadan bekleyecegi fazla bir sey kalmayacaktir, tatmin olmus bir sekilde terkedecektir bu dunyayi.
  • peter bogdanovich'in aktardığına göre lady from shanghai, orson welles'in başka bir projede paraya sıkışması üzerine, biraz para kazanmak için çektiği bir film. orson welles'in kendi anlattığı hikayeye göre bir kitapçının yakındaki telefon kulübesinden meşhur film yapımcısı harry cohn'u arıyor welles, "eğer bana para çıkışırsan senin için bomba bi gerilim çekerim" diyor, harry cohn ne çekeceğini sorunca kitapçıda gördüğü paperback bir romanın ismini söyleyiveriyor, lady from shanghai projesi böyle başlıyor. o dönem harry cohn'un kontratı altındaki en meşhur kadın star rita hayworth, aynı zamanda welles ile bitmek üzere olan bir evliliği var, bu filmle evliliğin de canlanacağı fikrine sahip olsalar da film bitmeden evvel boşanıyorlar.

    filmin ilk versiyonu 2 saatin üzerinde, bir deneme gösteriminde seyirciler filmden sıkılınca harry cohn filmi bibuçuk saate indiriyor, ki yaklaşık bir saatlik materyalin gittiği manasına geliyor bu, zannediyorum orjinal versiyonunu izlesek bugünkünden çok daha farklı bir film izlemiş olacaktık diyebiliriz. (buna karşılık bu birbuçuk saatlik versiyonun ne kadar iyi bir film noir olduğu düşünülürse, acaba hayırlı mı olmuş filmin kesilmesi diye de sorulabilir)

    buna karşılık orson welles'in herhalde daha çok canını acıtan durum, filmin müzikleri oluyor. deneme gösterimi için başka bir filmden ödünç aldığı müziğin daha sonra kompoze edilecek müzik için bir örnek olmasını isterken, welles kendisinden habersiz yapılan son versiyonu izlediğinde müziğin, rita hayworth'ün filmin ortalarında söylediği şarkının melodisinden arak olduğunu görüyor. karanlık ve tedirgin edici bir müzik isterken, hayworth'ün romantik tonlamalı müziği tüm filme eşlik ediyor. ben izlerken rahatsız olmadım müzikten, ama öte yandan welles'in radyo geçmişi düşünülürse görsel alandan bile daha fazla ses ve müzik kullanımı konusunda dönem holivudundan daha ileri görüşlü olduğunu biliyorum, bu filmde kendi vizyonu gerçekleşse çok şey farklı olabilirdi gibime geliyor.

    film sert, maceracı, güngörmüş bir adamı canlandıran welles'in bir femme fatal tarafından oyuna getirilmesi üstüne kurulu. klasik film noir öğelerini karakterin arka planına yedirdiği franco ispanyasında direnişçi geçmişi vs. gibi unsurlarla biraz bulanıklaştırdığını, ne söylemek istediğini bilemez hale getirdiğini düşündüm ben. ama bunun sebebi filmden kesilmiş o bir saat olabilir. şu anki haliyle maceracı deniz adamı, faşist ispanyadan çine kadar her yeri gezmiş, içkisini seven baş karakterin bir film noirda femme fatal oyununa gelmesi biraz garip görünebiliyor, bir eğretilik, bir yerine oturmamışlık duygusu yaratıyor. welles'in kimi hevesleri, takıntılarıyla açıklanabilir. kendisi de hayatı boyunca o denizci gibi güngörmüş ve çok gezmiş bir adam olmak istedi, ama nihayetinde biraz saftı, hep tufaya geldi.
  • andre bazin' e göre filmin görsel anlamda harika oluşu bile, filmi farklı kılmaya yetiyor. bazin şöyle diyor: "sadece yurttaş kane, muhteşem ambersonlar ve şangaylı kadın' ı çekmiş olsaydı bile, orson welles, yine de sinema tarihini kutsamak için dikilmiş herhangi bir zafer anıtı üzerine kazınacak isimler arasında önemli bir yeri hak ederdi."

    bazin aynı zamanda şunu da aktarıyor: "orson welles, hollywood' a sıradan bir film çekmeyi de becerebileceğini göstermek için şangaylı kadın' ı çekmiş ama tersini kanıtlamıştı, her şeyden önce de kendine!"

    son olarak da filmde kullanılan tekniklerle "kurgu.tv" adlı internet sitesinde blain brown'un "sinematografi kuram ve uygulama" adlı kitabından şu bilgiler aktarılmış:

    "seyircinin mekan algısını değiştirebilecek pek çok hile vardır. şangaylı kadın'da welles, sahneye alt metin eklemek için ince ve çok akıllıca bir hile kullanır. filmde welles, susan hayward tarafından bir cinayet olayına sürüklenen sıradan bir denizci rölündedir. hikayede çapraz ilişkiler vardır ve welles'in canlandırdığı karakterin aklı bir karış havadadır. bu sahne gemici ile bütün dalaverelerin düzenleyicisi olan kadının buluşma sahnesidir. kadın, ayakaltı olmayan bir yerde, akvaryumda buluşmalarını önerir. burası ilk bakışta kadının kocasına görünmeyecekleri ya da dikkat çekmeyecekleri bir buluşma yeri olarak algılanır. aslında kadının daha karmaşık niyetleri vardır.

    sahneleme son derece düzgün görünür. buluşurlar ve akvaryumun penceleri önünde dolaşarak konuşurlar. welles bu mutlu, masum mekanı esrarengiz ve ürkütücü hale getirmek için ince oyunlar yapar. önce akvaryumdan gelen ışıklar, karakteri bir kara film tarzında dramatik şekilde arkadan aydınlatır. welles'in oynadığı karakter, içinde olduğu durumun tehlikesini sezmeye başlarken bütünüyle siluet oldukları bir noktaya gelirler. açılamaya girdiğinde welles hiç telaşa kapılmıyor. çoğu yönetmen yakın plan için görüntü yönetmeninden yüzlere biraz ışık vermesini ister, ama welles daha da karartıyor ve yakın planlarda iyice siluetleşiyorlar. çevre aydınlatmasında aynı zamanda su etkiside var, böylece çok doğal şekilde yüzlerinde sudan gelen ışıklar dalgalanıyor.

    üçüncü oyun daha da akıllıca. geniş planda akvaryumdaki hayvanlarıda görüyoruz: 40-50 santim boyunda normal balıklar ve kaplumbağalar. yakın planda ise welles arka planda geriden projeksiyonla boyları çok büyütülmüş balıkların görüntüsünü yansıtıyor. bunun sonucunda akvaryumdaki balıklar devleşiyor. başlarının ardında balıklar az birşey göründüğü halde etki çok güçlü, esrarengiz ve biraz ürkütücüdür. siluet ve dalgalanan su etkisi birleşince ima ortaya çıkıyor: kahraman boyunca suya batmıştır, başı suyun içindedir ve kurtulamayabilir. seyircilerin büyük çoğunluğu tarafından fark edilmemiş ustaca bir darbe. bütün iyi teknikler gibi, bu da işini benzersiz şekilde ve fark edilmeden yapıyor."
  • "bir keresinde brezilya yakınlarında okyanusun kanla kaplandığını, kapkara olduğunu görmüştüm. öyle ki güneş, ufkun üstünde solup gitmişti. fortalaze'da limana girdik. biraz balık tutmak için oltaları çıkardık. ilk benim oltama balık vurdu. bir köpekbalığıydı bu, sonra bir tane daha geldi, sonra bir köpekbalığı daha...öyle ki koca deniz köpekbalıklarıyla kaplandı. köpekbalıklarından su görünmez olmuştu. benim köpekbalığım, kendini kancadan kurtardı. sonra o koku, belki kan izi, o köpekbalığının kan kaybetmesi diğerlerini deliye döndürdü. hayvanlar birbirlerini yemeye giriştiler. kudurmuş bir halde kendi kendilerini yediler. öldürmenin şehveti, insanın gözlerine batan bir rüzgar gibi hissediliyor. denizden buram buram yükselen ölümün kokusu duyulabiliyordu. bu geceki pikniğe kadar bundan daha korkuncunu görmemiştim. biliyor musunuz? o delirmiş köpekbalıklarından bir tanesi bile hayatta kalmadı"

    47 yılında, kara filmlerin, diğer adıyla film noirların zirvede olduğu, her yönetmenin birden fazla kara film çektiği, türün zirvede olmasından ötürü oyuncuların da birden fazla kez benzer rolleri kotardıkları bir dönemde gösterime girmiş the lady from shanghai. filmin başrolü güzeller güzeli rita hayworth sadece bir sene önce gilda filminde gene bir femme fatale'e hayat vermişti. gilda'da da kanıtladığı üzere femme fatale karakterlere başarıyla hayat veriyor. burada benzer bir rolde ama iki rol arasında farklar olduğunu söylemek mümkün. evet, gilda da, elsa da seksiliklerinin, çekiciliklerinin, erkeklerin onlar için çıldırdıklarının farkındalar. iki karakterin de gözünü toprak doyurmamış, paraya aç, bu açlığı gidermek için sefil planlar yapmaktan çekinmeyecek kişiler (gerçi burada paraya asıl aç olan elsa değil grisby). iki karakter de kocalarından memnun değiller. ama elsa'nın gilda'dan bir farkı var. o da bu çekiciliğini gilda kadar belli etmemesi, seksi olduğunu biliyorsa da bilmemiş gibi davranması (sorsan "ben mi seksiyim, hadi oradan be" derdi rahmetli elsa), masumiyetini (yani olmayan yönünü) seksiliğinin önüne geçirmesi. bu açıdan elsa, gilda'dan farklı bir karakter.

    the lady from shanghai hikaye açısından çok farklı bir film değil. türün klişelerini/gerektirdiklerini bir bir kullanır. türün vazgeçilmez ögesi olan femme fatale ilk sahnede görünür. bu femme fatale'in tuzağına düşmekten kurtulamayacak aptal, aşık bir adam da, öldürülmesi planlanan koca da filmde mevcuttur. kocanın öldürtülmesinin nedeni gene çoğu filmdeki nedenlerden farklı değildir. başarılı bir filmdir. welles kamera arkasında ne denli yetenekli olduğunu citizen kane'den sonra tekrar kanıtlıyor bu filmle. özellikle yukarıdaki entrilerden bir tanesinde belirtildiği gibi akvaryum önünde geçen sekans başarıyla kotarılmış.

    rita hayworth bu filmde gilda'daki halinden daha çekici. şüphesiz filmi izlenir kılan etkenlerden birincisi kendisi.
  • filmdeki ahlaksız avukat arthur bannister,

    "para insana sağlık, mutluluk vs. getirmez öyle mi? hıh… param olmasaydı bir taşra hastanesinde öylece yatıyor olurdum. (…) para hepimizin ortak noktasıdır."

    diyerek kara irlandalı lakaplı michael o'hara’yı (orson welles) etkisi altına almaya, ayartmaya çalışır. birçok noir öyküsü için tanıdık bir konu olan parayla insanları satın alma, para üzerinden iktidar sağlama meselesi bahis konusu öyküde de tartışılmaktadır.

    fazla para kazanmak isteyen kara irlandalı, ölümcül cazibe elsa bannister’ın (rita hayworth) kışkırtıcılığının tetiklemesiyle riskli, ölümcül serüvenine koyulur. para için cinayeti kabullenen o'hara, sevdiği kadına, "5000 dolarımız varken de çamaşırcılık yapman gerekir mi?" diye soracaktır. iyi koşullarda, lüks içinde yaşama arzusu kapitalist sistemde reklam yoluyla tüketici alışkanlıkları oluşturularak, konforlu yaşam biçimi özendirilerek dayatılan bir olgudur. her ne kadar öykü yapısında asıl nokta bu değilse de yan öykülerden biri olarak femme fatale’in kışkırtıcı, baştan çıkartıcı doğasına ışık tutmaktadır. sadece bu değil. femme fatale, eril anksiyetenin başat nedenidir ve iktidar kaygısı, sahip olma tutkusu kadınsı itkilerin ve yönlendirmelerin ışığı altında irdelenir.

    o'hara, sirk uzamındaki labirentte onlarca ayna arasında olasılık halindeki ben'leriyle karşılaşır. sahte ben'ler aynalara çarparak geri döner ve kaybolur. uzam tümüyle wellesci'dir. sahne aynı zamanda femme fatale'in yanılsamalı doğasına, kadınsılığın imkânsızlığına, dolayısıyla anne bedeninde kopuşa gönderme yapar.

    arzu, imkânsızın nesnesidir. arzu, ona ulaşıldığında buharlaşan şeyi ima eder. filmin ismi tematikle bağdaşır: shanghai'dan gelen femme fatale, geldiği yere ait değildir ve dolayısıyla geldiği yer gibi hiç kimseye ait olmayacaktır; öldüğünde bile.
  • filmin gösterime çıkan kırpılmış versiyonunu izlediğim için midir nedir bilemiyorum, yönetmenliğine falan diyecek sözüm yok ama orson welles'in oyunculuğu felaket. anlamsız bir yüz, boş bakışlar, kalas gibi bir gövde, karnından gelen olmamış bir irlanda aksanı. o dönemki eşi rita hayworth'un hani nerdeyse dünyadaki tüm duyguların geçtiği gözlerinin karşısında, sürekli belirsiz bir noktaya bakar gibi duran welles ve biçimsiz hareketleri kaldı aklımda. senaryodaki karakterin kişilik yapısını yansıtmak için özellikle yaptı diyeceğim de welles isminin ağırlığı altında olmamışlığa kılıf bulmak için aşırı iyimserliğe kapılmak olur o da. basbayağı kötü oyunculuk işte.

    filmin senaryosunu da pek tutmadım zaten. filmin uzun versiyonu olsaydı belki böyle bakmazdım ama eldeki filme bakınca çok fazla bu böyle kestirip atması var. olayların çerçevesini çizerken şans öğesi ne kadar fazlaysa senaryo derinliği ve kalitesi de o kadar düşer. bu film de herhangi bir kara filmden kendini ayıracak kadar büyük isimlere sahipken sadece çekim kalitesiyle ayrılıyor. yani welles'in oyunculuğu hariç biçimsel özelliklerin kalitesiyle anlatının kalitesi arasında uçurum var.
hesabın var mı? giriş yap