• “... şimdi ne görüyorum? işte anadolu... düşmana akıl öğreten müftüler ve köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır...” yaban/yakup kadri karaosmanoğlu
    https://www.cumhuriyet.com.tr/…ar-hatiralar-1787074

    (bkz: orta anadolu)
    (bkz: ulan öküz anadolulu)
  • ilkokul türkçe kitaplarında anadolu isminin gelişi şu kıssa ile anlatılır:
    "kahraman türk ordusu savaşa giderken yollarına yaşlı bir nine çıkmış. askerlerin çok susadığını gören nine,yanındaki büyük kazandan bakraç ile ayran dağıtmaya başlamış. askerler ayranı içtikçe daha da susamışlar ve "ana doldur, ana doldur" diye bağırmışlar. o gün bugündür bu diyar anadolu diye anılır olmuş" (kitabı açıp yazmadım heralde aklımda kalanlar bunlar).
    ancak epey bir sonra durumun böyle olmadığı anlaşılır ve neden böyle bir uyduruk hikayeye gerek duyuldu diye sorulur.
  • şiirin tamamı şöyle:

    beşikler vermişim nuh'a
    salıncaklar, hamaklar,
    havva ana'n dünkü çocuk sayılır,
    anadoluyum ben,
    tanıyor musun ?

    utanırım,
    utanırım fıkaralıktan,
    ele, güne karşı çıplak...
    üşür fidelerim,
    harmanım kesat.
    kardeşliğin, çalışmanın,
    beraberliğin,
    atom güllerinin katmer açtığı,
    sairlerin, bilginlerin dünyalarında,
    kalmışım bir başıma,
    bir başıma ve uzak.
    biliyor musun ?

    binlerce yıl sağılmışım,
    korkunç atlılarıyla parçalamışlar
    nazlı, seher-sabah uykularımı
    hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
    haraç salmışlar üstüme.
    ne iskender takmışım,
    ne şah ne sultan
    göçüp gitmişler, gölgesiz!
    selam etmişim dostuma
    ve dayatmışım...
    görüyor musun ?

    nasıl severim bir bilsen.
    köroğlu'yu,
    karayılanı,
    meçhul askeri...
    sonra pir sultanı ve bedrettini.
    sonra kalem yazmaz,
    bir nice sevda...
    bir bilsen,
    onlar beni nasıl severdi.
    bir bilsen, urfa'da kurşun atanı
    minareden, barikattan,
    selvi dalından,
    ölüme nasıl gülerdi.
    bilmeni mutlak isterim,
    duyuyor musun ?

    öyle yıkma kendini,
    öyle mahzun, öyle garip...
    nerede olursan ol,
    içerde, dışarda, derste, sırada,
    yürü üstüne - üstüne,
    tükür yüzüne celladın,
    fırsatçının, fesatçının, hayının...
    dayan kitap ile
    dayan iş ile.
    tırnak ile, diş ile,
    umut ile, sevda ile, düş ile
    dayan rüsva etme beni.

    gör, nasıl yeniden yaratılırım,
    namuslu, genç ellerinle.
    kızlarım,
    oğullarım var gelecekte,
    herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
    kaç bin yıllık hasretimin goncası,
    gözlerinden,
    gözlerinden öperim,
    bir umudum sende,
    anlıyor musun ?
  • atatürk'ün emriyle yapılan kafatası araştırmaları konu başlığında fikir teatisi yaparken, birden konuyu bırakıp şahsıma yönelerek ad hominem'e başlamış, "bu mudur üslubunuz, seviyeniz, görgünüz? bu yaptığınız ayıp" diye çıkışınca entrysini (#16093892) silip kaçmış kişidir, ki nazarımda ciddiye alınacak biri de değildir.

    bir şey değil de anadolu nickini ziyan etmiş, ona üzüldüm. (bkz: fırat news agency bunu da yazın)
  • anadolu grek değildir - hiç olmadı!
    anadolu'da antik etnojenez
    prof.dr şener üşümezsoy:

    yunan aldatmacası
    anadolu’da antik etnojenez denildiğinde herkesin aklına bir yunan kültürü bir helen kültürü gelmektedir. batılıların bize pompaladığı avrupamerkezci bir bakış açısıyla ve maalesef cumhuriyet’in genç dönemlerinde de batı hayranlığı nedeniyle yunan klasikleri diyerekten çevrilen yazılarla, sanki bu bölge yunan uygarlığının alanıymış, burası yunan ulusunun bölgesiymiş gibi bir kavram ortaya çıkmıştır.

    doğru bir tarih bilgisiyle olaya baktığımızda kazın ayağının öyle olmadığı, yani gerçeklerin hiç de böyle olmadığı ortaya çıkmıştır. önce şu terimlere bakalım:
    yunan: yunan kelimesi pers imparatorluğu’nda darius tarafından batı anadolu’daki büyük satraplığa verilen isimdir. karya, likya ve pamfilya bölgesi yunan satraplığıdır. iç anadolu’daki kapadokya satraplığı, adana çevresindeki klikya satraplığı ve dördüncü olarak da kuzeybatı anadolu’daki satraplıklardır.

    bu boyutuyla bakıldığı zaman bu bölgeler hiçbir şekilde klasik anlamda grek değildir. yunan kelimesinin de greklerle özdeşleştirilmesi bizim tarihçilerimizin bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır.

    grekler üç kabile olarak; dorlar, iyonlar ve elionlar olmak üzere mora ve ege kıyılarında koloniler oluşturmuş bir topluluktur. sayılarını topladığımız zaman otuz bin kişilik bir ordu oluşturabilecek konumdadır.

    ama bu kolonilere karşı çıkan ve onlarla sonuna kadar savaşan kuzeyde bithynia ve iznik bölgesini kapsayan bölgedeki halklar olan traklardır. traklar avrupa’dan gelen bir topluluktur. güneye inildiği zaman karyalar, lidya’nın devamıdır. lidya’nın dağılmasıyla karya ve likya gibi etnik gruplar ortaya çıkmıştır. bu gruplar kesinlikle anti-grek’tir.

    kuzeydeki alana geldiğimiz zaman iyonya ve elionlar karşısında yer alan bölge, tarihten de bildiğimiz truva’dır. burada da greklerle hiçbir ilgisi olmayan bir halkın varlığı söz konusudur.
    bu halk frigyalılar dediğimiz bir etnik grup olarak traklarla beraber trakya’dan gelen bir gruptur. benzer büyük bir etnik grup olarak da keltlerden olan galatlar gelmiştir.
    bu durumda batı anadolu’daki ve anadolu’daki halkı grek olarak almak tarihin en büyük yanılgılarından biridir.

    ikincisi makedonlar, iskender’in atina’yı fethetmesinden sonra greklerin büyük bir bölümünü sürgüne uğratmışlardır. bu sürgünle beraber grekler tümüyle bölgeden ayrılmıştır. ama diğer taraftan ege kıyılarında koloni halindeki grek askerleri ise paralı askerler olarak anadolu’daki pers devletinin hizmetine girmişlerdir.

    yani karya, likya, klikya, iç anadolu’da kapadokya ve kuzeydeki bithynia bölgelerindeki satraplar tümüyle persler’in yönetiminde olan satraplıklardır. pers-yunan savaşlarına baktığımız zaman pers ordusunun iran’dan çıkıp peloponnes’i fethetmesi değil, ege kıyılarından hatta ege adalarından çıkarak peloponnes’i ve tesalya’yı fethetmesi söz konusudur.

    tarihimizi doğru anlamamızda bizi yanıltan nokta budur. yunanlıların dediğimiz bu bölge hiçbir zaman grek değildir. yunanlı dediğimiz bölge darius’un satraplığıdır ve pers ismidir ve bu pers isimli bölgenin, yunanlıyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi tam tersi iranlıdır.

    pers yönetimi bu bölgedeki anadolu etnilerinin üzerinde egemenliğini sürdürmüş, onları kendi yönetimlerine bırakmış; ama iranlılaştırma sürecine girmiştir. darius’un meşhur 300 spartalı filmindeki büyük atağı iran’dan değil anadolu kıyılarındandır. bugün foça’da da iranlıların yerleşim yerinin mezarları vardır. sart, iran’ın başlıca satraplıklarındandı.

    büyük iskender imparatorluğu
    batı anadolu’daki halkı grek olarak almak tarihin en büyük yanılgılarından biridir. makedonlar, iskender’in atina’yı fethetmesinden sonra greklerin büyük bir bölümünü sürgüne uğratmışlardır. bu sürgünle beraber grekler tümüyle bölgeden ayrılmıştır.
    anadolu’da helenistik dönem
    daha ilginç bir nokta, yunan karası dediğimiz, bugünkü yunanistan, aslında grek olan bölgedeki tüm orijinal grek kabileleri iskender tarafından sürgün edilmiş veya asker olarak götürülmüştür.

    iskender’in trakya’dan anadolu’ya girip ilk savaş yaptığı bölge biga çayı’dır (granikos). biga çayı’nda iskender’in karşısında yer alan darius’un ordu komutanlarının emrinde yirmi bin grek paralı asker vardı. iskender savaşı kazandıktan sonra bu grek paralı askerlerin tümünü sistematik bir şekilde katletmiştir.
    keza ikinci savaş karya’da olmuş, persli komutanların emrindeki grek askerler aynı şekilde makedonların hedefi olmuştur. en büyük grek nüfusunun katledilişi, klikya’daki issos savaşı’nda gerçekleşmiştir. pers ordusunda paralı asker olan greklerin tümü öldürülmüştür.

    iskender’den sonra selevkoslar döneminde grek sürgünlerin mora’ya dönmelerine izin verilmiş; fakat bu sürgünler daha sonra dönememiştir.

    bu anlamda artık iskender sonrası dönemde hiçbir şekilde bugünkü yunanistan denilen bölgede grek kalmamıştır. anadolu dediğimiz kıyılarda da iskender’in savaşları döneminde ilk hedef aldığı askerler grekler olmuştur.
    pers ordusundaki grek paralı askerlerinin tümüyle katledilmesinden sonra selevkoslar döneminde iskender’in generallerine anadolu’da başkaldıran bölgeler tümüyle pers yönetimindedir ve miltiades ailesi ünlü bir aile olarak burada bu mücadeleyi vermiştir.

    trabzon, samsun ve giresun gibi grek kolonileri burada önemsiz bir pozisyondadır. ama buradaki halk anadolu’daki mosklar gibi pers yöneticiler tarafından yönetilmektedir.
    keza kapadokya’da da aynı yöneticiler vardır. klikya’da da aynı durum söz konusudur.
    bu durumda anadolu’da helenistik dönem dediğimiz dönemin, antik grekçenin konuşulmasından başka helenizmle hiçbir ilgisi olmayan bir dönem olduğu görülmektedir. kaldı ki iskender de makedonluğu öne çıkararak grekliği tümüyle tarihten silme çabasındadır.

    bunu benzetmek istersek pakistan’ın ve hindistan’ın ingilizce konuşması ne kadar ingilizse, anadolu da o kadar grektir.
    bu boyutuyla bakıldığında anadolu’daki grek dilinin konuşulması ticari anlamda grek kolonilerinin başarısıyla ortaya çıkmıştır. ama daha sonraki dönem roma’nın gerek makedonya’yı gerek peleponnes’i gerek anadolu’yu fethetmesiyle karşısında ilginç bir biçimde persli miltiades’in durduğunu görmekteyiz.

    anadolu’daki savaşta ise romalılara hizmette bulunan galatlar olmuştur. galatlar, keltler olarak anadolu’ya giren kabilelerdir ve bu noktada romalılar’ın hizmetinde yer almışlardır. anadolu’nun romalılar tarafından fethedilmesi sonrası artık bu bölge bütünüyle latince konuşan bir halka dönüşmüştür. konstantinopolis denilen istanbul da bu süreçte kurulmuştur.

    burada durum giderek greklerin oluşturduğu çok tanrılı dine karşılık rumların yani romalıların oluşturduğu tek tanrılı hıristiyanlık birbirinin zıddıdır. yani grekler’le rumlar arasında hiçbir ilişki yoktur, birbirinin zıddıdır. ama sanki greklerle rumlar birbirinin devamı gibi gösterilmektedir.

    yunan ve grek kavramları
    yunanlılar ise, yunan deyimini doğru kullandığımız zaman batı anadolu’daki pers kolonilerine verilen ortak bir satraplık ismidir. biz bunu alıp grekler olarak kullanmamız cahilliğimizdendir.

    roma’nın anadolu’da var olan etnilerin tümünü hıristiyanlık çatısında birleştirerek hıristiyanlaştırması bir rum etnosu ortaya çıkarmıştır. bu rum etnosu, grekle hiçbir ilgisi olmayan tam tersi anti-grek anadolu halkıdır: friglerdir, karyalardır, bithynialardır, galatlardır ve bu halklar kesinlikle ve kesinlikle anti-greklerdir. anadolu’da romalılar’ın egemenliği döneminde etnik olarak grek kalmamıştır.

    dil olarak ise iskender’in grekçe konuşması bunları helenleştirmez, yunanlaştırmaz. söylediğim gibi pakistanlıların ve hindistanlıların ingilizce konuşması ve bu sebeple ingilizleştikleri kadar; bu bölge de grekleşmiştir.

    ama etnik olarak da grek kalmamıştır. çünkü roma, peloponnes’i ve teselya’yı fethettiği zaman buralar boş alanlardı.
    anadolu’ya gelindiği zaman etnik halkların roma’yla mücadelesi pers iktidarlarına karşı yapılan bir mücadeledir. perslerden alınmış bir yapıdır. bu boyutuyla bakıldığı zaman geçen yazılarımda bahsettiğim yunanlı milletvekili “türkler de iranlılarla aynı ırktandır” derken vurguladığımız noktadadır. buradaki perslerin ve anadolu’daki etnik halkların rumlaşması hiçbir zaman grekleşme değilir.

    bu rumlaşma, roma’nın ürünü olarak karşımıza çıkmıştır.
    işte tarih yazımında rum imparatorluğu’na bizans imparatorluğu diyerek, sanki bu grek imparatorluğuymuş gibi, greklerin yeniden canlandırılması gibi bir çarpıtma yapılmıştır. oysa gerçekte hiçbir zaman böyle olmamıştır. artık grek de yunan da kalmamıştır.
    yunanlar, persler’in satraplığı olan bir alandır. anti-grek anadolu halklarıdır. kayra’dır, likya’dır, pamfilya’dır, frigya’dır ve bunların hiçbirinin greklerle ilgisi yoktur.

    türkler’in gelişi ve etnilerin yeniden biçimlendirilişi
    bu haliyle bakıldığı zaman anadolu’daki rumlaşma döneminde hunların, alanların daha sonra kıpçakların anadolu’ya girmesi yaygın bir olaydır ve bunlar alparslan’ın anadolu’ya girmesinden evvel buraya gelmiş topluluklardır.
    bu şekilde turan’dan gelen kimmerler ve iskitler türklerin bölgesinden gelmiştir. anadolu’daki bu etnileri yeniden biçimlendiren topluluklardır.

    anadolu’daki antik halklar roma tarafından rumlaştırılmış yani hıristiyanlaştırılmış ve türkler anadolu’yageldiği zaman karşılarında hıristiyanlaşmış bir halk bulunmaktadır. bu halk hiçbir şekilde grekle ilgisi olmayan bir halktır. latin dilini konuşan bu halk esas olarak kendini romeus olarak sunmaktadır.

    selçukluların anadolu’daki savaşlarında karşılarında büyük miktarda peçenek ve kıpçak ordusunun bulunması ve bunların savaşta selçuklular’ın yanına geçmesi diyojen’in yenilmesine yol açmıştır. keza aynı şekilde ilhanlılar’ın anadolu’ya gelmesinden sonra selçuklu yıkılmış; ilhanlılar’ın buraya doğu türkistan’dan getirdiği uygurlar anadolu’da yerleşmişlerdir. bu halklar daha sonra osmanlı’yı biçimlendiren temel formasyonu oluşturmuşlardır.

    osmanlı’nın oluşum sürecini daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi; roma döneminde anadolu’ya getirilmiş kıpçaklar ve alanlar osmanlı’yla savaşan topluluklardır ve bunlar ak tatarlar denilen savaşçı tatarlardır.
    1250’li yıllarda bulgaristan’a ve atina’ya kadar inen altınordu tatarları bu bölgeye yerleşerek etnik bir yapılanma oluşturmuştur. osmanlı türklerinin bu bölgeye girmesiyle bölgedeki kaynaşma bu temel üzerinde gelişmiştir.

    tarihe bu gerçeklerle baktığımız zaman bu bölgede türksüz bir tarih yazabilmek mümkün değildir. yeniçerilerin ordusunda değişik etnilerden halklardan bulunması osmanlı’nın türk olmadığını söylemek için mümkün olan bir veri değildir. zaten türk ordusu ıı. mahmut’tan sonra tamamen anadolu’dan, türk kaynağından alınan çocuklardan oluşmuştur.

    geçmişte balkanlar’dan gelen hıristiyan çocukları olsa da bu bölge yoğun olarak türklüğün kaynaştığı bir bölgedir. bu türk bölgesi de avrupa türkiyesi’ni yaratmıştır. osmanlı döneminde gelibolu üzerinden avrupa’ya giren akıncılar gibi yörük kabileleridir ve aynı zamanda kuzeyden gelen türklerin de bu bölgede varlığı söz konusudur.

    anadolu’da türklük
    bu gerçeklere rağmen kalkıp da osmanlı devleti’nin türk olmadığını ve mustafa kemal’in türkiye cumhuriyeti’ni kurduğu zaman derleme bir ulus yarattığı söylemlerinin aksine kesintisiz bir türk ulus tarihi olduğunu görmekteyiz.
    bunu daha açıklıkla son çin katliamından sonra ortaya çıkmıştır.

    en türk düşmanları dahi bu bölgeye gidip tarihi biraz incelediği zaman türklerin ne kadar kesintisiz bir tarih içinde yer aldığını; uygurların ilhanlılar zamanında gelip tokat civarında beylikler kurduğunu aynı şekilde varsakların doğu türkistan’dan gelip batı anadolu’da yerler aldığını, keza kıpçakların çandarlı beyliği’nde yer aldığını görünce türkleşmenin ne kadar yoğun olduğu ortaya çıkmaktadır.

    sadece insan etnik temelinde değil; akbaş denilen beyaz çoban köpekleri ilhanlılarla beraber anadolu’ya gelen köpeklerdir. bunlar kuzey kökenli nogay köpekleridir. bembeyaz, iri kemikli bu soğuk köpekleri kızılcahamam, eskişehir ve bilecik civarında da halen etnik kimliğini bozulmadan görülmektedir.
    bu anlamda anadolu’ya gelen türkler’in yalçın küçük’ün vurguladığı “yalnız askerler gelmiş ve bu halkla birleşmiş melez olmuştur.” tezi tamamen komik bir olaydır.

    obaların buraya yerleşmesi bir haftada-bir günde değil, yıllarca süren bir süreç olduğu ve bu sürecin nasıl diyalektik bir süreç izlediği ancak bilim adamı vasfıyla olaya yaklaşınca görülmektedir. yalçın küçük’ün “türkler buraya gelirken askerdi, sonra melez oldu.” söyleminin ne kadar yanlış olduğunu görmekteyiz.
    galatlar ve ketler anadolu’ya girerken paralı asker olarak gelmişlerdir; ama karıları, kızları ve obalarıyla gelmişlerdir.

    dörtlü örgütlenmeleriyle anadolu’nun her yanında, dağlarda yerleşim yerleri kurarak anadolu’da işlevlerini sürdürmüşlerdir. yani hiçbir göçer kabile karısını bırakarak batıya gelmemektedir.

    aynı yorumu gumilev de hunlar için yapmaktadır. hunlar, çin’den kaçarak gelmemekte, erkekler bozkırda peri kızlarıyla çiftleşerek melez hunlar oluşmaktadır diyerekten türk tarihini çarpıtma noktasına gitmektedir.

    türkçü olarak gördüğümüz gumilev osmanlı’nın türk olmayıp; slav, bulgar, sırp ve fars gibi karışık olduğunu ileri sürmektedir. oysa etnik temeline baktığımız zaman bozkırdaki türkmen grupları, aynen türkistan’da ve balkanlar’da da görülen gerçek bir olgudur. köpekleri bile saflaştıran bu halk kendisi de aynı şekilde saflığını korumuştur.

    halil inalcık’ın söylediği gibi 1500’lü yıllara gelindiğinde anadolu’da 2000 tane, iç anadolu’da 2400 tane hıristiyan’ın kaldığı, anadolu’nun bütünüyle türkleştiği bir gerçektir. türkler orta asya bozkırında boydan boya giden bir federasyonun birliğini oluşturan bir etnojenezdir.

    diğer taraftan taşı bile kalmamış greklerden bir yunan devleti çıkarma, bulgarlardan bir bulgar devleti çıkarma gibi çabalarda bunların etnik kimliklerinin tartışması olmamasına karşılık, bütünüyle türkleşmiş bir bölgede ve hatta batılı kışkırtmalar olmasa rumların, ermenilerin yani hıristiyanlığın da türkleştiği bir süreci yaşayan osmanlı türk imparatorluğu’nda türklüğün olmadığı tezi tamamen hayali bir olgudur.

    batının uydurma ulusları ve tarihsel uluslaşma süreci
    diğer taraftan yunanlı deyimi de doğru kullanılmalıdır. darius’un satraplığına verdiği isimdir ve greklerle hiçbir ilgisi yoktur. daha da komiği helenistik dönemi yaydığını söyleyen iskender bizzat pers ordusundaki paralı asker görevi yapan grek falanjlarının tümünü acımasızca kıyarak tarihin ilk soykırımını greklere karşı yapmıştır. ilk sürgünü de iskender, grekleri mora’dan ve peleponnes’ten sürerek yapmıştır.

    o halde durum böyleyken olmayan etnilerden etniler çıkararak uluslar yaratma çabasın karşımıza çıkmaktadır. oysa bin yıllık süreçte sürekli devam eden bir ulusu yok saymaktadır.
    ulusal devlet kavramına da baktığımız zaman batının uydurduğu romanya, bulgaristan, macaristan, yunanistan gibi etnik devletler gibi etnisitesi kalmamış topluluklara pompalanan bu durum; aynı şekilde ürdün, suriye, ırak gibi petrol bölgelerine bölünmüş bölgelerden ulusal devleter yaratılmaktadır.

    keza kırgız, kazak, özbek, karakalpak ve başkır gibi aynı tatar ulusunun bütününü oluşturan bu toplulukları da yine uluslara böldüğünü ileri süren emperyalizm karşımızda tarihten bir tokat yemektedir.

    emperyalist güçlerin kendi çıkarları için yarattığı devletler değil, tarihsel uluslar tarihsel süreçler içinde kurulmuştur. bunu en güzel marks söylemektedir. tarihsel uluslar olarak kutsal roma imparatorluğu germen ulusunu, franklar frank ulusunu; selçuklu, ilhanlı ve osmanlı da anadolu-iran türk ulusunu oluşturmuştur.

    anthony smith’in “ulusların etnik kökeni”ne baktığımız zaman bugün uydurulan birçok ulusun tarihsel kökeninin olmadığı, aslında pakistan’ın ve afganistan’ın timur’un oğullarının oluşturduğu bir ulus olduğu görülmektedir. ama bunların kendilerine ayrı bir ulus tarihi çıkarmaktadır. engels’in de söylediği gibi etnik olarak grek diye bir ulus kalmadığı halde, tarihten kaldırılmış kavramlarla grek ulusu yaratılmakta ve sınırları yayılabilecek her yöne yayılmaktadır.

    bu uydurma grek ulusu kavramını engelleyen mustafa kemal’in aslında türkiye’deki hem türklüğü hem de müslümanlığı koruduğu da bir gerçektir. çünkü bu ordular roma’yı ihya etmek için saldırı yapmaktadır. ama bu saldırıda yine bir çelişki vardır. roma anti-grek’tir. anadolu’daki halkın hıristiyanlaşmasıyla oluşmuştur.

    bu biçimde yapılan manipülasyon roma’ya bizans demek, bizans’ı grek olarak almak ve buradan da yunanistan’ı grek çıkartıp bunu istanbul’a taşımak komiklikten başka bir şey değildir. buna inanan birçok insanın da ismet paşa zamandaki klasikler nedeniyle beyinleri yıkanmıştır.

    anadolu’da gördüğümüz her harabe bu antik anadolu etnilerine aittir. daha sonra türkleşme süreci bölgeye girmiştir ama türklerle rumlar bölgede karşılaşmamışlar tersine tarihsel etnojenez sürecinde farklılaşma ve göçlerle anadolu kendi kimliğini bulmuştur.
    türk etnosu en sağlam etnoslardan birisi olarak var olmaktadır. çünkü sürekli orta asya’dan gelen taze kanlarla sürekli yenilenmiştir.
  • şimdiye kadar üstünde sayısız kavmin yaşadığı, dört mevsimin yaşandığı, avrupa ve asyayı birbirine bağlayan sigara markası
  • bu kelimenin anlamina koken olarak "askerlere ayran dagitan yasli kadin" ogesini kurgulayan kisiyi gercekten merak ediyorum, kendisini kutlamak bir ayranini icmek isterim. muhtemelen "dag turkleri" kavramini uyduran kisi ile ayni siyasi gelenekten geliyorlar.
  • "bu kırlarda daha birkaç gün yol alınca, artık orta anadolu ile haşır neşir olmuş, toprağını, çalısını, hayvanını, adamını, köyünü, damını bir parça tanımış olursunuz. her şer size bilmediğiniz, duymadığınız bir kıtayı keşfediyormuşsunuz duygusunu verir: şu bilinmeyen anadoluyu...

    köyler görürsünüz ki, insanlar yerin altında yaşarlar. jeolojik devirlerin biriktirdiği eski yanardağ küllerini, tarih öncesi kazmaların eşi olan aletlerle delebilen insan, bir tepenin altında kendisine dam, oda, ahır, samanlık koğukları oymuştur. bu koğukların içinde ağır, fakat daima serin bir hava bulursunuz. testiler, küpler, kilimler, kaplar için duvarların içerisinde ayrı ayrı yerler oyulmuştur. tepenin altını dolduran bu yeraltı evlerinin, havaya açılan deliklerden içeriye loş bir ışık sızan yeraltı dehlizlerinde, tarih öncesi devrinin mağara adamı gibi dolaşırsınız.

    - acaba hangi devirde, nerede yaşıyorum? dersiniz.

    her şey sizden ayrı, her şey size yabancıdır. bu alem sanki başka bir gezegenden kopmuştur. başka bir çağdan arta kalmıştır. toprağında çalı bile bitmeyen bu ölmüş dünya kabuğu üstünde öküzler, inekler, eşekler ancak keçi kadardırlar. dağda adına ekin denilen şey, ancak nasırlı ellerle yolunabilen sıska, dağınık bir şeydir. insanlarla hayvanlar bu kavruk bitkiden nasiplerini nasıl çıkarırlar diye düşünürsünüz. tıpkı karataşlar gibi kavruk, tıpkı karataşlar gibi asırların soğuğunda sıcağında kuruya kuruya adına güzellik denilen hayatiyeti tamamen unutmuş mihnetli bir insan varlığı sizde acı düşünceler uyandırır.

    yerde bir toprak sedirin üstüne çöktüğünüz zaman bu insanlar, size yanık bir toprak kap içinde ekşi ayranlarını sunarlarken nazik görünmek isterler. çocuklar, kadınlar, erkekler etrafınızı alırlar. onlara baktığınız zaman, henüz yenice olan elbisenizden, henüz parçalanmamış ayakkabılarınızdan hatta yüzünüzün taze, sıhhatli renginden utanırsınız.

    gençleri ise, işte bu hayatı korumak ve işte bu dünya nimetlerinin hakkını ödemek için yabancı cephelere götürülmüşlerdir. bu mağaralarda kalanlar, o gidenlerin gittikleri memleketlerin isimlerini bile söylemeyi beceremezler:

    - hasan kalıça'daymış (galiçya'da). mehmet arap içine gitti! derler.
    - neresi bu arap içi?
    - bilmeyik ki? aha buradan iki aylık yolmuş!

    fakat jandarma zaman zaman bu mağaralar alemine uğrar. ya kalıçaya, ya arap içine yeni yeni askerler çağırır. yahut köye, koynunda buruşmuş bir takım sarı kağıtlar bırakır. bunlar gidenlerden geri dönmeyecek olanların haberidir. herkes bu sarı kağıtlarda adı çıkanların kovuklarına üşüşür. buralarda ağlamak bile, ürkek, tıkanık, doyurmayan, içi boşaltmayan bir şeydir.

    yalnız kalınca toprak sedirin üzerine uzanırsınız. sırtınızda bir mezar serinliğinin ürpertileri dolaşır. yaşarken gömüldüğünüz bu mezar içinde bir şey düşünmeye çalışırsınız:

    - peki ama, dersiniz, biz bin yıl önce girdiğimiz şu anadolu topraklarına ne verdik?

    selçuklar, anadolu devletleri, son imparatorluk hayalinizde canlanır. basra körfezi'nden viyana'ya, habeşistan'dan hazar denizi'ne kadar uzanan sahada geçen ve sizin bütün çocukluk hayallerinizi o kadar sarhoş eden şeyler, fütuhatlar, şanlar, alaylar; sarayların, vezirlerin hikayeleri, gök yakuttan taçlar, köprüler, medreseler, camiler?...

    - peki ama, bu yayla ki imparatorluğun mihveriydi. bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. burası kan ve can hazinesiydi. buraya ne bıraktık? birkaç yıkık bümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı... bir büyük masal ki sonu hiçlikle biter!

    uyumaya çalışırsınız. uyumak ve unutmak! bazen bunlar ne kadar kurtarıcı şeylerdir. önünüzde ise aşılacak, daha nice uzun yollar var..."

    şevket süreyya aydemir, suyu arayan adam, 1959
  • grekçe güneşin doğduğu topraklar anlamına gelen anatolia kelimesinin kökeni olan kelimeden bozularak elde edilmiş bir kelime olup türkçe olduğunu, ana dolu olduğunu filan iddia ederek gülünç duruma düşülebilecek bir kelime.
hesabın var mı? giriş yap