hesabın var mı? giriş yap

  • çok değerli insanlar var. hepsinden güzel şeyler katıyorsun kendine. instagram gibi görsel gösteriş bombardımanı yerine, salt kelimelerin raksı söz konusu.

    burada zengin olan değil, bilen adam kıymetli oluyor.

  • çekilecek 25 metrelik çizgiyi askerlerin boyuyla ölçmek.

    bir gün sabah içtimasının hemen ardından bölüğe yeni gelen bi' uzman çavuş "gençler bana 1.80 ve 1.60 boyunda adamlar lazım. boyu 1.80 ve 1.60 olanlar beni şurada beklesin geliyorum ben şimdi" der ve gider.

    yaklaşık bi yarım saat sonra komutan gelip sadece 4-5 kişinin kenara ayrıldığını görünce "yok mu lan aranızda 1.80'lik adam. 13 kişi lazım bana. 13 tane 1.80, 1 tane de 1.60 arıyorum. tek tek boyunuzu ölçtürmeyin lan bana" diye söylenir. öndeki birkaç kişiye tek tek senin boy kaç diye sorup 170 komutanım, 1.76, 1.83 vs cevaplarını alınca memnuniyetsiz şekilde içeriye gider bir daha.

    allahım merak içindeyim ne olcak acaba, ne yapıyo bu herif falan derken bir daha gelip, beyler aranızda odtülü sinan varmış, gelsin bakayım yanıma deyip yanına çağırır

    uzman: sinan sen odtülüymüşsün kafan çalışır senin, benim gösterdiğim kişilerin boylarını topla tamam mı?
    sinan: emredersiniz komutanım.

    komutan kafasına göre 15-20 kişiyi yanıya çağırıp boylarını tek tek sorar, 1.73, 1.78, 1.84, 1.76... bu sırada sinan da toplamaya başlamıştır. sinan sırayla söylediklerini toplar ve 25.12 diye bağırınca komutan tamam dur fazla oldu, tam 25 olması lazım, 25 olması önemli, napcaz diye sorar ve sinan'ın teklifiyle 1.84lük arkadaşı çıkartıp 1.72lik adamı dahil eder gruba. toplamları tam 25 metre oldu dimi sinan diye de son kez teyit alır sinan'dan ve kenara ayrılan askerelere gelin benle çizgi çekmeye gidiyoruz der. meğer 25 metrelik çizgi çekilecekmiş ve herif bu adamları tek tek yere yatırıp mesafeyi ölçecekmiş.

    işin daha da komik tarafı, günün sonuna doğru çizgi çekilmiş, bölüğe geri dönülmüştür. uzman çavuş yanımıza gelerek odtü'lü sinan'a bu iyiliği karşısında jest yapıp çay ısmarlamıştır, tatlı tatlı çaylar içilip muhabbet edilirken sinan'dan o ölümcül soru gelir; komutanım botları çıkararak uzandılar değil mi?

    olm yaa ahahahahah

  • "statü sembollerine en çok orta ve ortanın biraz üstü sınıflar rağbet ederler. lüks arabalar, pahalı saatler, gözlükler ve çantalar ancak o sınıfların alametidirler. hatta bu tarz statü sembolleri, ortanın biraz üstünde ve biraz altında olanların zenginliklerinin bir işaretinden çok, en üst sınıflardan gizlemek istedikleri goreceli “fakirliklerinin” işaretidir. en tepedikiler ise, bu acınası çırpınışları hemen sezerler ve kendilerini de onların seviyesine indirecek her türlü statü sembolünden uzak dururlar. gerçek dolar milyonerlerinin çok azının gerçek dolar milyarderlerinin hiçbiri bmw veya rolex kullanmazlar, bu tarz şeylere ehemmiyet vermezler. onların ayrıcalık belirten değerleri çok farklıdır ve alt sınıflar onları taklit edemezler. cunku o doruklarda para geçmez, başka şeyler geçer. "*

  • şu zor günlerde en çok ihtiyacımız olan sevgi insanı.

    hikayeme gelince;

    25 senelik hayatımda ilk kez bugün rastladım kendisine. okul harcını yatırmak maksadıyla koyuldum yola. çeşitli genişlik ve derinlikteki su birikintilerinin üzerinden atladım, sağından solundan dolandım. amacıma ulaşmak için önümde sadece 15 metrelik bi mesafe kalmıştı. gel gelelim 15 metrelik bu mesafenin sol tarafında duvar, sağ tarafında ise, ortasında şu zamana kadar gördüğüm en heybetli su birikintisini barındıran, tek tük arabaların geçtiği bi yol vardı. kaldırım da en fazla 40cm genişliğinde.

    o esnada pda'ime --objective update-- mesajı geldi: -ekmek al!!*

    daracık kaldırım üzerinde ilk 5 metreyi sorunsuz olarak yürüdüm. önümde koskoca bi 10 metrelik mesafe vardı daha. o sırada köşeyi hızla bi araç döndü. panikledim. kaçacak hiçbir yerim yoktu. hiç bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. eğer o hızla gelmeye devam ederse donuma kadar ıslanıcam. duvarla bütün oldum, gözlerimde dehşet ifadesi... artık sadece o sürücünün insafına kalmıştım. zaman yavaşlamıştı o an sanki, bütün algılarım keskinleştiğini hissettim hatta bi ara uzay geometrisinden 1-2 alan formülü bile hatırlar gibi oldum. aracın su birikintisine varmasına bir kaç metre kalmıştı ki artık gözlerimi kapadım. ne olduysa o an oldu işte. ıslanmamıştım... gözlerimi açtım. araba yavaşlamış, içindeki şoför ise bana bakıp gülümsüyordu. gülümsedikçe etrafa ışık saçıyordu adeta. zaman normal seyrine döndüğünde arkasından bakakaldım öylece. medeniyet dediğin böyle bir şey olsa gerek dedim içimden. gittim harcı yatırdım. eve giderken de ekmeği unuttum...

    bu nasıl bir empati yeteneğidir a güzel insan

    (bkz: yağmurlu havada su sıçratan şoförler)

  • bir cumartesi akşam üzeri, izmir'den aydın'a gideceğiz. çevreyolunda ilerliyoruz, sollamaya çıkmıştım, arkamda bir honda civic inanılmaz taciz ediyor, tecrübesiz biri olsa panikle kaza yaptırır, o kadar diyorum. sollama bitince sağ şeride geçtim, bu araç beni geçince ben de arkasından tepki gösterdim, ya korna çaldım ya selektör yaptım. bu açtı çakarları, sireni bile var ama, arsızlık resmen. iyice taciz ediyor, sıkıştırmaya çalışıyor, "sağa çek" diyor. tesadüf ya, birkaç gün önce polisin dur ihtarına uymamanın cezasının 200 lira civarında olduğunu öğrenmiştim, polis olduklarını düşünmüyorum ama öyleyse bile "en kötü cezayı öderim" diye durmadım. belli çünkü, art niyetliler, egoları zedelendi, olay çıkarmak istiyorlar.

    taciz bir süre devam etti, arabadaki grup arkadaşlarımdan geri zekalılığıyla ünlü olanı "abi kenara çek polis bak" diyor, o kafayla türkiye'de 30+ yaşa kadar nasıl yaşadı muamma. çevreyolunun buca sapağında ayrılıp gitti bunlar, en son biri elinde telsiz gösteriyordu artık, düşünün. ücretli yolun özellikle aydın çıkışında mutlaka polis olur, en kötü "arabayı durdurup ceza yazarlar" diye düşünüyorum, o kadar da arsız olamayacaklarına ihtimal veriyorum çünkü. polisin önünden geçip gittik tabii, kimse bir şey demedi, bizimkiler de plakayı almadığı için şikayet de edemedik ama muhtemelen etsek de bir şey çıkmayacaktı.

    bizim aklı evvele uyup arabayı kenara çeksek biz de ertesi gün sosyal medyada haber olurduk en fazla, yeterince tepki çekilirse failler karakola çağrılır, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılırdı. türkiye'de ölmek bu kadar kolay ne yazık ki, başım sıkışınca polisin, adaletin yanımda olacağına inanmıyorum çünkü şahsi tecrübelerimde asla yanımda olmadılar. mahallenin orta yerinde yer alan evimize güpegündüz hırsız girip elinde torbalarla çıktığında da, beş kişi tek başıma bana saldırdığında da, sokağa çıkma yasağı varken apartmanımın önünde tüm gün bağırıp sağa sola küfredenleri şikayet ettiğimde de polisin cevabı hep "bundan bir şey çıkmaz" ve "biz bir şey yapamıyoruz" oldu.

    kaçanın anası ağlamaz arkadaşlar, böyle şeyler gördüğünüzde kaçmaya bakın. türkiye artık eşkıyaların, mafyaların, kabadayıların ülkesi. onlardan olmaya özenmeyin, zira o yolun sonu hep b*k. kendi hayatınızı korumaya bakın, "korkak" durumuna düşmek böyle magandanın birinin kurşunuyla, bıçak darbesiyle ölmekten çok daha iyidir, unutmayın.

  • banyoya girip bulunan bütün temizlik maddelerini bir kovada karistirmak. tuz ruhu vs dahil. bir miktar yumusatici ve sampuan karisimin etkisini biraz azaltmis olsa da onca seyi solumak. sallanarak anneye gidip ben bir bok yedim demek. doktorlara tasinmak. doktorun ictin mi o karisimi diye sormasina cok fena bozulmak. saf miyim ben onu iceyim, deney yapiyordum triplerine girmek. doktorun keh keh kimyager mi olacaksin sen demesi.

    bonus olarak, yillar sonra gercekten kimyager olmak. hizini alamayip doktora yapmak. öyle bir deney aski iste benimki de. allahim aklima mukayet ol. amin.