hesabın var mı? giriş yap

  • beşiktaşımın 5-1 kazanarak ,
    10 maç yapsalar 10 galibiyet alacaklarını düşünen kasımpaşalı yöneticiye ,
    spora ya da rakibe saygısı olmayan donk isimli ahlaksıza ,
    tayyip diye inleyip duran kudurmuş kasımpaşa taraftarcıklarına ve bu siyasi söylemi kısmayan lig tv ye ,
    emenike daha çok üzülmesin diye kart göstermeyen hakeme ve bunu destekleyen mhk ile federasyona ,
    sözlükte öten galatasaraylı efendilikten nasibini almamış ergen trollere
    koyup geçtiği bir maç olmuştur.

    şampiyon oluruz olamayız bilemem ama bu maçın anlamı budur.

  • ani ve plansız satın alma anlamına gelen bir terim ve aynı zamanda bir business stratejisi.

    işin strateji kısmı daha ilginç, özellikle kuzey amerikada bu strateji üstüne kurulmuş işletmeler var. abd’de marshalls, tj maxx ve ross, kanada’da ise winners impulse buy stratejisi ile kurulmuş indirim mağazalarıdır. klasik outletlerden farklı olarak, buralara giderken ne bulacağınızı veya ne almaya gittiğinizi genelde bilmezsiniz. örneğin, tommy’ye gidiyorsanız aklınızda en azından ne bulacağınızla ilgili bir fikir vardır, ne tarz bi gömlek bulacağınızı üç aşağı beş yukarı bilirsiniz atıyorum. ama bu yukarda bahsettiğim mağazalarda hem ürün seçkisi, hem de ürün kalitesi sürekli değişir. kalite konusunda bir gün calvin klein bir gömlek bulabiliyorken, ertesi gün adını sanını duymadığınız 10 dolarlık bir gömlekle karşılaşırsınız. ürün seçkisi konusunda ise, bir gün traş makinesi bulabiliyorken, ertesi gün adını sanını duymadığınız bir karamelli patlamış mısır bulursunuz. bu iki unsurun sürekli, sık bir biçimde değişmesi o mağazayla ilgili kafanızda genel geçer bir fikir oluşmasını engeller. bundan dolayı da, doğal olarak, bu tip mağazalara kafanızda planlayıp “ belirli bir ürün” almaya gitmeniz çok düşük olasılıktadır çünkü bilemezsiniz ne bulacağınızı.

    işte tam da bu noktada impulse buy girer devreye. kendinizi “ aa ne ilginç bir kar maskesi alayım bunu” derken ve gereksiz bir harcama yaparken bulabilirsiniz. kulağa çok komik ve absürt geliyor dimi? “ yok ya ihtiyacım olmayan bir ürünü neden alayım” diyorsunuz şuan muhtemelen. bu nokta da görece ucuzluk ve agresif indirim stratejileri giriyor devreye çünkü mağazalar dışarıya göre “fiyat” olarak daha ucuz. “ fiyat” olarak diyorum çünkü f/p açısından ve uzun vadeli baktığınızda buralarda satılan ürünlere aslında çok da ucuz değildir, kalitesizliklerinden dolayı. o tommy, guess, calvin klein ürünlerin birçoğu da b gradedir, ikinci sınıf kalitedir.

    henüz bu tip mağazalardan avrupa’da ve türkiye’de çok bulunmasa da, son olarak nasıl tuzağa düşmeyeceğimizle ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. ilk önce bilinçli müşteri olunmalı genel olarak. ürün incelemeleri( reklam olmayan, tarafsız olanları) bizim dostumuz, bol bol okunmalı satın alma gerçekleştirmeden önce.ikincisi, eğer böyle bir mağazaya girerseniz ve bir ürün beğenirseniz, direk internette yorunlarına ve alternatif ürünlerin fiyatına bakmanızı öneririm almadan önce. hala daha avantıjlı görünüyorsa gönül rahatlığıyla alabilirsiniz. üçüncü ve son olarak, şahsen ben tarçınlı sakız ve havuç cipsi gibi saçma şeyleri alayazarken, fiyatına bakıp “ ya ben bu 3 dolara bi metro jetonu alırım” gibi o parayla ne yapabileceğimin alternatiflerini düşünüyorum, işe de yarıyor açıkcası.

    ve son olarak, bu impulse buy’ı kullanan işletmelerin büyük bir çoğunluğu fiziksel mağaza olarak bulunuyor,araştırma .bu bile internet alışverişine yönelmek için başlı başına bir neden.

    edit: link düzeltildi.

  • 3,5 yaşındaki güzel kızımız annesiyle birlikte uyumak için yataga yatmıştır ve dua etmektedirler.
    anne:allahım bize saglık ver
    çocuk:allahım bize saglık ver
    a-allahım bize mutluluk ver
    c-allahım bize mutluluk ver
    a-hadi şimdi sen kendi kendine dua et bakalım
    c-allahım bize cikolata veeeer nolurr
    (kopulur)

  • buraları okuyorsa çoktan facebook statusunu "herkesin derdi ben olmuşum, demek ki zamanında iyi koymuşum" olarak değiştirmiştir.

  • kreşler kapatılacaksa eğer devlet anne ya da babaya ücretli izin vermek zorundadır.
    burada herkes atıp tutuyor " yok doğurduysan bakacaksın", yok bilmem ne.

    bok gibi, iki yüzlü bir topluluksunuz.

    anne çalışmasa çocuk baksa onu eleştirirsiniz,
    anne-baba birlikte çalışsa çocuğa bakacak bir yer arasa onu da eleştirirsiniz.

    size göre kimse çocuk yapmasın. sonra insanlık bir noktadan sonra yok olsun.

    gerçekten katıksız malsınız. size göre şartları iyileştirmenin tek yolu "vazgeçmek ya da yapmamak" ama hayvan gibi vergi ödediğiniz devletinizin sizin için şartları kolaylaştırması bir seçenek değil.

    sorsan hepsi sistem karşıtı, devlet politikalarını eleştiren, avrupa, amerika medeniyetine sahip olmak isteyen insanlar.

    avrupa, amerika, japonya gibi gelişmiş ülkelerde, böyle bir kriz anında tek seçeneğin "bakamayacaksanız o çocuğu yapmayacaksınız" fikri olsa, 10 sene içinde nijeryadan beter olurlar.

    bir araba alırken üç araba parası ödüyorsan,
    dünyanın en pahalı benzinini kullanıyorsan,
    aldığın en uyduruk bir şey için kdv, ötv, öiv, gibi saçma sapan vergiler ödüyorsan
    ve bunu da en uzun ve acımasız mesai saatleriyle, en boktan maaşı alarak karşılıyorsan, devlet afet, salgın gibi durumlarda sana "bakacak" arkadaş.

    b a k a c a k. bakmıyorsa devletten bunu isteyeceksin. kreşleri kapatıyorsan anneye ya da babaya maaşını verip izine yollayacaksın.

  • bütçe olarak game of thrones ve westworld seviyesinde (bölüm başına 8-10 milyon dolar),
    estetik olarak blade runner (yeryüzü) ve elysium (gökyüzündekiler) karışımı,
    yapı olarak the expanse ile benzer (neo-noir dedektiflik + büyük bir komplo),
    ve sosyal kritik bakımından battlestar galactica potansiyeli var (bsg, bush döneminde işkence ve terörizmi işlemişti mesela, bu dizi de aşırı zenginler ve kalanlar ayrımı açısından güncel)

    peki tüm bunların toplamı son ürün nasıl? b sınıfı, eğlenceli bir bilimkurgu. bence bayağı yazık etmişler bu potansiyele.

    o kadar fazla sayıda harika konsept var (örnek: hükümetin cinayet kurbanları için verdiği tazminat, ölenin yaşında ve cinsiyetinde bir beden seçmeye yetmiyor, herkes bulduğuyla yetiniyor. o yüzden çocuklarını kaybeden bir çift, o çocuklarının bilincini bir yetişkinin vücuduna yerleştirilmiş biçimde geri kazanıyor, ona alışmak zorundalar) ama yeterince işlenmeden, hikayeye teğet geçip gidiyorlar.

    konseptlerin dışında, "büyük soruları" da odaklı biçimde işleyememişler (westworld'ün aksine). yani aşırı zenginlerin resmen birer tanrı olmaları ve tam da bu yüzden hayatlarının anlamsızlaşması, merkezi bir tema. ama toplasan 3-5 yüzeysel diyalogdan ileri gitmediler bu konuda.

    olayların katalizörü olan dedektiflik hikayesi de ilginç değil. the expanse'teki dedektiflik hikayesi gibi, bizi yavaş yavaş derin bir komploya ve ahlaksal olarak karmaşık karakterlerin dünyasına sokmuyor. olayın çözüm süreci kötü. zaten her şeyin anlatıldığı sahnede güldüm artık, sanki eski bir hercule poirot bölümü gibi, tüm karakterler toplanmış, sırayla "kötü adam"ı yargılıyorlar.

    daha kötüsü, hem bancroft hem de kız kardeşin hikayeleri, ilerledikce senaryoda bir sürü delik açıyorlar (örneğin, dimi the twin yan hikayesi)

    neo-noir'da asıl önemli olan şey gizem değil tabii. asıl önemlisi, "hayattan bıkmış antikahramanın, bir kadın yoluyla ruhunu kurtarma ve -çoğu zaman- eskiye dönüş mücadelesi". deckard'dan, expanse'teki miller'a kadar kalıp böyle. buradaysa pek işlemiyor. zira bence hem esas oğlan, hem de onun pusulası olan ortega karakteri fazla sığ ve sıkıcılar. kız kardeşten umutluydum, seyircinin sempatisini toplayabilecek şahane bir femme fatale olabilecekken harcanmış.

    koca dünyada, akılda kalıcı tek karakter poe, en akılda kalıcı sahne de yapay zeka sendikasındaki muhabbet idi. onlara ayrılan süre de belli.

    iyi bir bilimkurgu yapmak çok zor iş hakikaten. ben bunu eğlenerek izledim ama casting'den diyaloglara, karakterlerden senaryoya, temponun ayarsızlığından sosyal eleştiriye kadar -bütçe hariç- her bakımdan b sınıfı bir yapım olduğunu hissediyorsunuz. beklentilerinizi ona göre ayarlayın. işin güzel yanı hikaye tek sezona sığmış, ikinci sezon olmazsa merakta kalmam. expanse'in dünyasını daha çok merak ediyorum.

    not : işlenen bilimkurgu fikirleri hakkında ayrıca bir entry gireceğim. hard sci-fi açısından nasıllar, ben olsam nasıl hayal ederdim, onlar hakkında atıp tutarız biraz.

    emeğe saygı editi: esas oğlandaki sixpack inanılmaz. şu görünümün bir erkek için ne kadar zor olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez.

  • siyasal islam böyledir. ahlak dersi verir ahlaksızdır, din dersi verir dinsizdir, namus dersi verir namusuzdur, akıl verir akılsızdır
    bunların dini imanı para pardon dolar olmuş

  • dünyanın en iş işi. mesela adam "biraz okuyayım da karı kıza hava atarım" diye başlıyor, felsefe sosyoloji psikoloji siyaset felsefesi allah ne verdiyse okuyor sonra büyük filozof oluyor, dünyayı yerinden oynatacak kuramlar ileri sürüyor falan. çok garip iş. ya kız? kız porşeli berkecan'ın yanında.