hesabın var mı? giriş yap

  • görüyor ve arttırıyorum:

    onun estetiksiz haliyle girip derece aldığı yarışmada ben 1. olurdum.

    not: hem çirkinim, hem erkeğim ama yukarıdaki cümlemde %100 ciddiyim.

  • sevgili hemcinslerim; 6 ay sabır, saçlarınızı uzatın... zaten çirkinsiniz amk. çirkinliğinize çirkinlik kattıktan sonra o saçları bir güzel kestirin... emin olun sizi yakışıklı bulacak kadınlar çıkacaktır.

  • zampara seyfettin, doksanlar neslinin unutulmaz filmlerinden biridir. yaza girmeye yakın, televizyon ekranlarında bu filmi defalarca kez izlemişizdir. kazık kadar olmama rağmen geçenlerde oturup filmi bir kez daha seyrettim ve çocukluğumda olduğu gibi yine fütursuzca eğlendim.

    doksanlarda malumunuz türk sineması çok zor yıllar geçirdi. "yeşilçam öldü, yaşasın yeni türk sineması" sloganları altında hiç de kolay bir doğum anı yaşamadık. doğum oldukça sancılı geçti. ve bu sancılı dönemde yapımcılar, pahalı filmler çekip filmlerinin gişede batışını izlemek yerine ucuz televizyon filmleri çekmeye yöneldiler. masraftan kısabildikleri kadar kısıp çektikleri bu filmleri, sinema salonları yerine televizyon ekranlarında seyre sundular.

    bu minvalde çekilen ve ismini anabileceğimiz birkaç film olmakla birlikte "zampara seyfettin" filminin yeri her zaman ayrıdır. tam bir çöp film olmasına rağmen nasıl olur da bu denli sevildi insan gerçekten hayret ediyor. senaryo deseniz kötü, kurgu deseniz yalapşap, oyunculuklar osman cavcı dışında dökülüyor. gerçi dilek pamirtan'ın da hakkını yememek lazım. o da elinden geleni yapmaya çalışmış. ancak kalan oyuncular için aynı şeyi söylemek mümkün değil. filmi izlerken bilerek kötü oynadıklarını düşünmeden edemiyorsunuz. çünkü bilerek ve isteyerek bu denli kötü oynayabilirsiniz anca. yönetmen ünal küpeli, cavcı ve pamirtan dışındakilere "ne kadar kötü oynayabiliyorsanız oynayın" demiş sanki.

    fakat mucizevi şekilde bunca ucuzluğun, basitliğin ve kalitesizliğin içinden harika bir film ortaya çıkmayı başarıyor. bunun birkaç sebebi var aslında. birincisi, başta da dediğim gibi osman cavcı'nın canlandırdığı "acıbademli seyfi" karakterinin muhteşem keyifli bir karakter olması. bu karakterin güzelliğinde, cavcı'nın payı yadsınamaz zaten. karşısında dökülüp giden oyunculara rağmen tüm ciddiyetiyle ele almış karakterini. ve cavcı, her haliyle sempatik, ara sıra itici ama itici olduğunda bile sevimli, temiz kalpli ve her daim yanınızda olmasını isteyeceğimiz saflıkta bir karakter sunmuş bize. yani filmin en büyük artısı, acıbademli seyfi karakterinin ta kendisi.

    bunun dışında filmin oldukça akıcı bir kurgusu var. hatta ders niteliğinde bir akıcılıkta ilerliyor film. gereksiz detaylarda boğulmadan bam bam konuya giriyor ve başladığı gibi ilerleyip gidiyor. filmde izleyeni boğmayacak düzeyde sürekli bir hareket var. zaten kısa olan süresi boyunca filmden bir saniye bile sıkılmıyorsunuz.

    ve filmin hala seviliyor olmasının en büyük sebebi de bize çocukluğumuzu hatırlatıyor oluşu. daha filmin jeneriği akar akmaz ve grup vitamin'in bu filmle iyice özdeşleşen zonta isimli şarkısı çalmaya başlar başlamaz aklımıza, okulların kapanmasını iple çektiğimiz ve yaz tatiline girmeyi heyecanla beklediğimiz o güzel günler düşüveriyor.

    yazlığa gidiyor zonta
    dondurması elinde
    çorap üstü sandaletler
    ...

  • uğur mumcu'nun bbc türkçe'de yıllar evvel verdiği bir röportajındaki cevabıyla ali cabbar ve onun nezdinde arabesk müziğe dair su yorumu eklemek gerek:
    "...arabeski sevmiyorum, çok lümpen müziği arabesk. bizde, türk halkının bir kısmı bu aşk konularında mazohist. kendi kendine işkenceden hoşlanıyor. yani bir kızı seviyor, kız bunu sevmiyor, gidiyor meyhaneye içki içiyor, ondan sonra da ağlıyor. o kızla evlense, kadını da dövüyor sonra, işin tuhaf tarafı. yani mazohizmin müziği arabesk, lümpen müziği, sevmiyorum arabesk müziğini."