hesabın var mı? giriş yap

  • ali ece'ye, 20 sene anlatacak malzeme çıkartan takım. bir başlayacak; ah vardy nasıl forvetti, vay be mahrez'in çalımları. aaa bak schmeichel hele, tam babasının oğluydu. arada tottenham'ı da övecek yayılacak koltuğa hevesli hevesli anlatacak, türkiyede bu adamdan daha çok sevinen olmamıştır yemin ediyorum.

  • bir mühendis bir rahip ve bir doktor bowling oynamaya giderler. gelin görün ki bowling salonu doludur. bir iki saat bekleyip de sıranın kendilerine gelmediğini görünce salon sahibinin yanına giderler ve durumu anlatırlar. adam bunları dinler ve açıklamasını yapar:
    - bakın arkadaşlar sizleri anlıyorum, lakin durum sizin bildiğiniz gibi değil, içeride bowling oynayanlar aslında itfaiyeciler. bundan yıllar önce burada bir yangın çıkmıştı ve bu arkadaşlar canları pahasına yangını söndürdüler. ama ne yazık ki kör oldular. ben de onlara olan borcumu ödemek için istedikleri kadar bowling oynama hakkı tanıdım onlara.
    demiş.

    bunun üzerine rahip:
    - çok acıklı bir hikaye, bütün rahip arkadaşlarıma haber verip onlar için dua edeceğim. tanrıya gözlerinin açılması için yalvaracağım, demiş

    ve doktor da:
    - evet tam bir drama ne yazık ki. ben de doktor arkadaşlarla düşünüp ve tıbbın bütün imkanlarını zorlayıp bu insanlara gün ışığını bir kere daha göstermek için çalışacağım.

    bunları dinleyen mühendis biraz düşünür ve konuşmaya başlar:
    - bu arkadaşlar neden gece oynamıyor...

  • "kadınlar kendilerini güçsüz olana bir idol, güçlü olana bir eşya gibi sunarlar."

    cesare pavese

  • uysal ve efendi durduğuna aldanılmaması gereken bir hayvan olan atın tersinin ne kadar tehlikeli olduğunu bizlere gösteren olay.

    çizgi filmlerde karakterlerin fırlarken çıkardıkları ses çınladı kulağımda.

  • tarihin görkemli bilim adamlarından birisidir newton. kelimelerle ne kadar tarif edilse azdır herhalde zekası, kendisinden önceki bilim adamlarından öğrendikleri kendisinin yaptıklarının milyonda biri kadardır. öylesine müthiş bir gözlem kabiliyeti vardır ki öğrendikçe inanamazsınız. oysa ki o da senin benim gibi insandır, fakat neden o'dur? tuhaf tabi ki, çok tuhaf.

    dünya bir televizyon dizisiyse uzaylılar hareketlilik getirsin diye karakter sokuyorlar diziye. işte bunlaradn birisi newton, diğeri einstein'dır. tüm insanoğlunun bakış açısını değiştirmiş adamlardır, birer süper kahramanlardır.

    bir noel gününde, babasını kaybedeli henüz 4 ay olmuşken dünya'ya gelmiş newton bebek tüm kasabanın mucize çocuk olduğuna dair bir umut salmıştı yüreklerine. babası o zamanlar kral ile parlamento arasındaki savaşa katılmak için kralın tarafına geçmiş ve savaşarak ölmüştür. aslında babasının kral savaşında savaşması tuhaf değildir, babası bir çiftçiydi ve krala yakın durarak parasına para katmıştı. woolstrophe'da geniş ve verimli bir arazi bırakırken çok güzel bir malikane de eşine bırakmıştı öldüğünde.

    newton doğduğu zaman mucize bebek olarak söyleniyordu. normalde 3 ay önce doğan newton bir kitaptan daha küçüktü. evet, inanılması güç ama böyleydi. ölür bu yaşamaz diyenler bebeğin inanılmaz inadı ve azmi karşısında şok olmuşlardı. newton 2 yaşına kadar boynunu dik tutmak için boyunlukla yaşamasına rağmen hayata tutunmuş ve yılmamıştı. bu bebek 25 aralık'ta, bir noel gününde doğmuş gerçek bir mucizeydi.

    7 yaşına geldiğinde eğitimi için okula başladı. öğrenime devam ederken 9 yaşında annesi tarafından terk edildi. newton'un annesi, kasabanın 40 km ötesindeki başka bir kasabaya gelin gitmişti. annesinin kaçtığı papaz 47 yaşındaydı ve newton o günden itibaren kendisinden sevgisini saklayan annesine karşı hep kin güttü. anneannesiyle kalan newton 10 yaşına geldiği zaman papaz olan dayısının yanına gitti. papaz dayısı oldukça entellektüel bir adamdı ve newton ilk defa orada çok daha geniş bilgi hazinesi olan kitaplarla tanıştı. okudukça hayran kaldı, okudukça mutluluğa ulaştığını farketti. okulunda birinci olan newton daha iyi bir eğitim görmek adına aile dostları clarke ailesinin yanına taşındı.

    clarke ailesinin yanında hayatının belki de ilk ve tek aşkı olan catherine'le tanıştı. 13 yaşındayken ingiltere'ye inşa edilen yel değirmenlerinin inşasını izlerken belki de bir taraftan da catherine'i hayal ediyordu. baba clarke sandığınız gibi gavet değildi, eczacıydı. çok kültürlü bir adamdı, çatı katlarında inanılmaz bir kütüphane bulunmaktaydı. newton aradığı huzuru işte o kütüphanede buldu. okudukça ve öğrendikçe kendisini geliştir. clark ailesi ünlü düşünürleri ve bilim adamlarını ağırlıyordu. newton bu tartışmalarla büyüdü. 17 yaşına geldiği zaman tüm bu tartışmalardan etkilendi. huygens'i, descartes'i, robert hooke'u dinledi. bu bilim adamları genç newton'u o zamanlar görmüş olmalarına rağmen ilerde tüm dünyayı sallayacağını belki de hayal bile edemeyeceklerdi.

    küçük yaşlarında neden insanların yere düştüğünü, el ele verip yuvarlak içinde dönen çocukların neden geriye doğru itildiklerini, gökkuşağının neden hep aynı renk olduğunu, yere düşen bir bilyenin neden yerden sektiğini, güneş'in neden hep aynı taraftan doğduğunu, zamanın güneş'e göre nasıl ayarlandığını merak ediyordu. açık ara tuhaf, meraklı bir çocuktu ve kendisine bir anlam veremiyordu. işte bu newton aradığı huzuru clarke ailesinin yanında buldu. newton eve misafir gelen bu adamları dinledikçe huzur buluyordu, aradığı yerin bu adamların yanı olduğunu çözüyordu. kitaplar okuyordu, galileo'yu, kepler'i öğrenmeye çalışıyordu. okuduğu kitaplar sonunda kendisini anlamlandırmaya başlamıştı ve genç yaşında ne olacağına karar vermişti. kendisine benzer insanları gördükçe büyülendiği o anları belki de hiç unutmayacaktı. hangi birimiz unutabiliriz ki?

    yıllar geçti, newton okulundan mezun oldu. bu yetim ve annesi tarafından terk edilen çocuk orta öğrenimini bitirmişti ve yaşıtlarına göre oldukça entellektüel birisi olmayı başarmıştı. ancak üvey babası ölmüş ve annesi onu yanına çağırmıştı. newton 17 yaşındayken üzgün biçimde annesinin yanına döndüğünde annesinin yaşlı papazdan olma 3 çocuğu vardı. annesine göre artık newton'un yeri bu malikaneydi ve bakması gereken bir arazi vardı. annesinin kendisini terk etmesini asla içine sindiremeyen newton'a bir de emirvaki olarak tarlaya bakması öngörülmüştü. annesine göre newton'un aldığı eğitim yeter de artardı bile şimdi yapması gereken şeyler terk ettiği annesine ve nefret ettiği üç üvey kardeşine bakmaktı. fakat newton bu işe çok gönülsüzdü ve hep huzursuzluk çıkartıyordu. sonunda annesi newton'un bu tutumuna dayanamadı ve yine clarke ailesinin yanına gönderdi. fakat üniversiteyi okuması için gereken parayı vermedi.

    newton üniversiteye gittiği zaman burslu olarak okumaya başladı. aldığı bursu haketmesi için üniversiteye gelen efendi çocuklarının bakımını üstlenmesi, tuvaletlerin temizlenmesi gibi işleri yapmaktaydı. tüm bu işlerden arta kalan zamanlardaysa öğrendiği şeyler hakkında kafasını meşgul ediyordu.

    üniversite bittiği zaman yüksek lisans için sorgusuzca kabul edildi. newton başarılı bir öğrenci değildi ama çok özeldi. üniversitedeki hocaları da bunu görmüştü ancak yüksek lisansına gidemedi. ingiltere, üniversiteyi kapatma kararı aldı çünkü büyük veba yeniden gelmişti. newton yeniden annesinin evine döndü ve tüm öğrendiklerini hazmetmek için gerekli olan yalnızlığı o çiftlikte buldu.

    bir gece ağaç altında oturuyordu ve yanı başına bir elmanın düştüğünü gördü ancak gök yüzünde duran ay'ın kendi kafasına düşmediğini gördü. işte o gece kafasında şimşekler çaktı ve hayatını bu soruya adaması gerektiğini gördü. bu, newton için bir dönüm noktasıydı; aslında o gece tüm insanlık için bir dönüm noktasıydı.

    üniversite tekrar açıldığı zaman yüksek lisansına başladı ve 23 yaşına geldiği zaman yeni bir matematik olan calculus'u yani sonsuz küçükler kuramını geliştirmek için başlaması gereken yeri çözdü. kepler'i tam anlamıyla artık anlamıştı.

    yıllar önce kepler'in bulduğu t^2 = sabit \ d^3 (t: süre, d: uzaklık) denklemi üzerinde oynamalar yaptı. yani güneş'e yakın olan gezegenlerde bir yıl daha az iken, uzak olan gezegenlerde bir yıl daha fazla olmak zorundaydı. peki bunun sebebi neydi? kepler sadece kuralları ortaya koymuştu ama apaçık bir problem vardı. üstelik ay, neden dünya'ya düşmüyordu?

    "milyonlar elmanın düşüşünü izler ancak bunun neden olduğunu soran tek kişi newton'dur" diye ünlü bir deyiş var aslında sorunun aslı bu değildir. newton'un merak ettiği şey elmanın neden yere düştüğü değildi. aslında olan şey şuydu: "milyonlar dünya'nın uydusu ay'ı defalarca üstlerinde gördü ancak kimse neden ay'ın dünya üzerine neden düşmediğini sormadı."

    newton'un içinde bu denklemle ilgili olarak tuhaf bir his vardı ancak bu hissin patmalası için gerekli olan yaş bu yaş değildi, bir kaç yıl sonrasıydı. bunun için öncelikle maddelerin hareket davranışlarıyla ilgili bir takım gözlemler ve denyeler yapması gerekmekteydi. evet, işte bilim bu, işte bilim adamı iç güdüsü bu. muhteşem insanlar bunlar arkadaşlar, muhteşem.

    newton küresel bilyelerle deneyler yaptı ve en büyük keşfine imza attı. bugüne kadar kimsenin anlamlandıramadığı hareket olayını newton anlamlandırdı ve kuvvet olayını keşfetmiş oldu. üç tane kural vardı;

    1) hareket eden her cisim hareket etme eğilimine, duran her cisimse durma eğilimine sahipti.
    2) eğer bir cisme hareket etmek için kuvvet uygulanırsa cisim hareket edecektir, durmak için uygulanacaksa duracaktır.
    3) her etkiye bir tepki kuvveti doğacaktır.

    bu üç denklem newton bu gözlemlerini matematiğe uygulayabilmesi için farklı bir matematik gerekliydi ve bu da 20'li yaşlarda düşündüğü calculus'tan başkası değildi. calculus'u geliştirdi ve kuvvet kavramını matematiksel olarak açıkladı. newton bu keşfiyle adını tüm dünyada duyurdu. evet küçük bir köyde, bir noel gününde doğan bu mucizevi çocuk 25 yaşına geldiği zaman kimsenin göremediği bir şeyin aslında var olduğunu ve bunu anlatmak için de yeni bir matematiği keşfetmişti. deney ile matematiği evlendiren ilk adam newton'du. matematik artık bir soyutluk değildi ve fizik diye bir kavram ortaya çıkıyordu. doğa felsefesi kürsüsü sahibi olan 25 yaşındaki genç profesör newton aslında bütün dünyaya yeni bir kapı açıyordu.

    bu buluşlardan sonra newton felçli annesinin yanına döndü. annesine olan nefretin gün yüzüne çıkacağından korkuyordu ancak öyle olmadı. annesi newton'u görünce mutlu oldu, newton annesinin kendisini sevdiğini 25 yaşında anladığı zaman haftalarca onu hayatta tutabilmek adına elinden geleni yaptı. annesi vefat ettiğinde newton, annesini affetti. anne sevgisinin ne olduğunu anladı.

    annesi öldükten sonra ışık bilimi üzerine yoğunlaşan newton, beyaz ışığın aslında saf değil de tüm ışıkların karışımı olduğunu royal society'e katıldığı ilk gece deneyle sunarak anlattı. ancak tüm bilim adamlarının kendisine destek vereceğini düşünen newton o gece inanılmaz bir darbe aldı ve deneysel olarak haklı olmasını kanıtlamasına rağmen küçümseyici eleştiriler aldı. bilim dünyasının ağır topları 30 yaşına gelmemiş bir adamın royal society'e gelmesine ve kendilerine küstahça bilgi vermesine izin veremezlerdi, öyle de oldu. newton, ışık ile ilgili teorisini yayımlamasının hemen ardından robert hooke ve şurekası newton'u küçümseyen yazılar yazdılar. newton tüm bilim dünyasının kendisine cephe almasına ve haksız eleştirilmesine katlanamadı ve içine kapandı. iyice yalnızlaştığını hissetti. yoğun bir lince maruz kaldı ve sounda royal society'den istifa etti. bilim dünyasının bu muhteşem insanı, bilim dünyasındaki hırslı dinozorlar tarafından sindirilmişti. newton, yaptığı çalışmaları bir daha dünya'ya açıklamamak üzere yemin etti. yeminini 50 yıl boyunca bozmadı ve insanlık onun düşündüğü inanılmaz şeylerin ne olduğunu anlamak için yıllarca bekledi.

    newton, ışık ile ilgili olarak eleştirileri kaldıramadı ve bir daha ışık için çalışmamak kararı verdi. hedefinde hala kepler'in teorisi vardı. içinde tuhaf bir şey vardı, içi içini yiyordu. bu denkleme her baktığında heyecanlanıyordu ve sonunda ne olduğunu anladı. bunu anladığında 30'lu yaşlarındaydı. tüm o düşündüklerinin meyvesini almıştı, newton; görünmeyen bir kuvvet olan merkezkaç'ı bulmuştu.

    bir ipi tutup, ipin ucundaki bir cismi savuran bir kuvvet üç şeye bağlıydı. newton hesaplamalarına göre bu üç şey ipin uzunluğu, bir sabit ve cismin kütlesi idi. merkez kaç kuvvetinin formülü: `(sabit x d x m) \ t^2` idi. newton burada t^2 'yi yakalamıştı. üstelik uzaklık da mevcuttu. peki dolunay neden üzerimize düşmüyordu? işte tüm mesele buydu. dünya ile ay arasında hayali bir ip vardı ve dünya, ay'ı savuruyordu. bu yüzden ay, dünya'nın üzerine düşmüyordu.

    tüm bu denklemlerden yola çıkarak dünyanın yer çekimi kuvvetini buldu ve her zaman bir sabite eşit olduğunu keşfetti. dünya üzerindeki bir cisme dünyanın çapının karesi ile orantılı bir şekilde çekim uygulanıyordu. üstelik bu çekim kuvveti tüm evren'i etkiliyordu. newton inanılmaz bir keşfe imza atmıştı, görünmeyen bir ipi görünür kılmıştı.

    bu keşfini açıklamadı, not defterlerinde saklı tuttu. yıllar sonra robetr hooke kendisine bir mektup gönderdi, buna benzer bir şeyler söyledi. newton bu keşfi kendisi henüz bunları saçma sapan düşünmeden 17 yıl önce zaten ıspat etmişti. newton, hooke'a güldü. cevap yazmadı. hooke öldükten sonra ışık ile ilgili olan teorilerini yayımladı, son sözü söylemek istiyordu.

    bilim camiasına küs olan newton'u, bilim camiasıyla barıştıran adam halley'dir. halley, yıllar önce kepler'in gördüğü kuyruklu yıldızı gördü. bu kuyruklu yıldızın daima aynı kuyruklu yıldız olduğunu söyledi ve newton'un denklemiyle hesaplamalar yaptı. kuyruklu yıldzın ne zaman geçeceğini hesapladı. o güne kadar herkes kuyruklu yıldızların dünya'dan gözüküp gittiğini söylüyordu ama halley bu gök cisminin her zaman yörüngemizde olduğunu iddia etmişti. 1758 yılı olduğunda halley haklı çıkmıştı, tam olarak ön gördüğü şekilde kuyruklu yıldız yine dünya semalarında gözükmüştü. newton haklıydı, halley haklıydı.

    halley, newton'un kitaplarını principa adı altında üç ciltle yayınladı. bu adamın kafasınadkiler artık dünyaya açılmıştı ve tüm dünya şok olmuştu. mektuplarla haberleşilen tüm bu bilgiler efsane olmaktan çıkmıştı.

    newton'un yıllar önce bulduğu ancak yayımlamadığı calculus'u, lebnitz de bulmuştu. kim daha önce buldu tartışması yaşanmaya başladı, bilim dünyası ikiye ayrıldı. newton ironik biçimde tüm dünyayı sallarken yaptığı yayın yine çok ünlü bir bilim adamı tarafından eleştiri almıştı. bilim dünyasının ironisi buydu, ne yaparsanız yapın yaranamazsınız. newton da olsanız einstein da olsanız birisi çıkar ve eleştirir.

    tüm bu tartışmalar yaşanırken 70 yaşında darphane müdürüyken öldü. klasik fiziği bulan newton, doğa felsefesinin aslında gözlemlere dayanan sayısal verilerden olduğu fikrini ortaya çıkarttı. her şeyi matematikle açıklamaya çalışılmaya başlanılması işte bu yıllara denk gelir. bernoulli ailesi matematiğe katkılar yaptılar, du chatelet kinetik enerjiyi buldu. newton'un tüm o mekanik fizikte yazdığı formüllerle teknoloji gelişti. klasik fizik, uygulama alanı buldukça yeni iş makinaları türedi. öyle ki 1969 yılında sadece newton'un denklemi kullanılarak insanoğlu ay üzerine ulaştı. newton yaşasaydı, kendi bulduğu formülle ay'a gidildiğini görseydi kalbi buna dayanır mıydı bilemiyorum.

    newton aristo'nun ve platon'un tüm tabularını yıktı, yeni bir bakış açısı ve gerçeklik getirdi. ancak bu bilimde ilerlemeyi bir anlamda durdurdu. çünkü newton bir tabu olmuştu ve yıllarca yenilikler yapılamadı. fizik bitti denildi, klasik fizik rafa kaldırıldı. insanlar newton'u allahmış gibi gördü ve karşı çıkanlara inanılmaz linçler yapıldı.

    tüm bu tabuyu, 250 yıl sonra yıkacak ve bu devrimi tarihin tozlu sayfalarına kaldıracak, newton'un o görkemli fiziğini yerle br edecek adam da dünya üzerine gelecekti. albert einstein, dünyaya daha farklı bir bakış açısı getirecek ve dünya dışına çıkıp evren'i anlamamızı, zamanın farklı olduğunu ve mutlak bir gerçeğin olmayacağı teorisini attığı zaman newton'u devirecekti. başka bir zaman da einstein'ı anlatırım.

    uzun bir yazıyı hakediyordu, ben de sıkılıyordum; ışıklar içinde uyusun.

  • üstteki deli ne anlatıyorsun anasını satayım. ezan kaldırılsın dedik sanki. yüzyıllardır bayram oluyor bu memlekette ben bir kere bile duymadım bayram öncesi sabah 4te sela okunup üstüne 2 tur tekbir getirildiğini. update mi geldi dine? işiniz gücünüz mağduriyet amk.

  • blizzard'in tarihi basarisinin altinda insanoglunun en derinlerindeki kumar/risk duygusunu gidiklamasi var aslinda. ozellikle amator oyun gelistiricilerin bu firmadan almasi gereken onemli bir ders var.

    diablo serisinin gorsel ve isitsel tasarim gidisatina bakinca pazar beklentilerinin donusumu ve oyuncu kitlesinin degisimi acikca goruluyor.

    diablo: ilk oyunun gorsel ve isitsel tasarimi ugursuz/tekinsiz kelimesinin sozluk karsiligi gibi. karanlik, korkutucu ve gerilimli genel atmosfer, renklerdeki koyu mavi, lacivert, gri ve siyah tonlar, seslerdeki insandisilik ve muziklerdeki kasvetli sakinlik ile konunun hakkini veriyor. malumumuz diablo serisinin konusu "cehennemden cikan cilgin zebani, binbes yasinda yuzbinlik staff'la, nerden geldi bu mana en iyisi sorma". yani cehennem, iblis, yaratiklar, mahzenler, zindanlar falan filan korkutucu konular iste. oyun da bunu son derece basarili yansitiyor.

    diablo ii: gorsel ve isitsel tasarim genel olarak basarisini korusa da, o son derece ugursuz yaklasimin yerini daha epik bir yaklasim, sovalyemsi bir hava, bolca metal ve incik boncuk, muziklerdeki epik tonlar, ve bir kumarbazin hayali gibi odullendirme sistemi. bagimlilarinin aklindaki tek sey "acaba daha iyi bir item duser miydi ya? bolumu bastan mi oynasam?"

    diablo iii: kendisini soyle anlatayim; cehennemden cikan rengarenk teletubbies'lerle kahramanca mucadele eden yuruyen hirdavatci dukkani kilikli kuyumcunun renk renk mucadelesi. adeta teletabi hayrani kumarbaz bir gerizekalinin elinden cikan bu guzide oyun tasarimi tek kelimeyle altin makaron odulunu hakediyor. konuyu monuyu bosverin, o "great demonic extended extra fire resistant arcane helmet of big unholy godosh" item'i dustu mu onu deyin bana?

    oyun temel mekaniginin ne oldugunu ise game developer conference'de bizzat oyunun yaraticilari en guzel sekilde soyle acikliyor;

    click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click click ...

    e peki konusu gitgide onemsizlesen, gorsel isitsel tasarimi ile oyunun ana temasi her oyunda biraz daha kopan, oynanisi delilik derecesinde tekduze ve tekrara dayanan oyun serisi nasil oluyor da hala milyarlarca dolarlik bir pazara sahip oluyor? cok basit; her insanin icindeki kumarbaza hitap ediyor.

    yasiniza gore belki misket, belki futbolcu karti, belki taso biriktirmissinizdir. yani aslinda bir degeri olmayan, bir deger atfettiginiz icin degerli olan, "acaba bu sefer ne cikacak?" diye meraklandiginiz, "en iyisini bulana/kazanana kadar devam etmeliyim" diye gaza geldiginiz ivir zivirlar. iste tam olarak ayni seyin dijital versiyonu da bu oyunlarda var.

    yani en iyi migfer-zirh-bot serisini olusturmak icin durdurulamaz bir istek duymak, amulet-ring-belt-staff-sword gibi seylerin ozelliklerini ezberleyip hep daha iyisini aramak gibi davranislarinizin arkasinda pasif kumar bagimliligini guvenli sekilde tatmin etme arzusu var.

    mouse''a ritmik olarak tiklayip birbirinin ayni binbirinci mahlukati kesip "bu sefer ne cikacak?" diye kalp atisinin hizlanmasi ile bir kumarhanede kollu makinelerin basina oturup saatlerce ayni hirsla kolu cekip durmak temelde ayni sey. "bir el daha oynayayim masadan kalkicam" diye diye evi arabayi kumar masasinda birakanlarla ortak bir durtu.

    aslinda kumar tutkusunun altinda, kesfetme durtusu, odullendirilme icgudusu , hazine bulma hevesi, loto cikmasi hayali gibi daha basit seyler olsa da, iste isler cigirindan cikinca durdurulamaz hale geliyor.

    abarttigimi dusunenler bu item cilginligi/item dusurmek sisteminin benzeri olan lootbox gibi sistemlere daha kise sure once pek cok ulkede kumar'la ayni sey oldugu icin yaptirim geldigini ve hatta tamamen yasaklandigini hatirlasin. cunku oynayanlarin hosuna gitse de, bu zararsiz gibi gelen davranislar bazi kisilerde kolayca saplanti haline gelip hayatlarini karartabiliyor.

    peki amator oyun gelistiricilerin cikarmasi gereken ders nedir derseniz; gelistireceginiz oyunlarda abartmadan oyuncuyu odullendirme sistemi kurmaniz oyununuzun basarisi ve kar getirmesi icin anahtar element olabilir. ozellikle surpriz yumurta hissi veren mekanikler inanilmaz ragbet goruyor. bunun icin diablo gibi basit bir hack and slash oyun turu olmasi da gerekmiyor. en alakasiz oyun turlerinde bile bazen yeterince oynayana cikan yeni karakterlerle bazen sadece belirli seyleri yapanlara cikan ekstra olay orguleriyle de bu hissi gidiklayabilirsiniz. tabii ki en iyisi eger yapabilirseniz item sistemiyle bu isi yapmak.

    herneyse, bu oyun serisine (ozellikle 2 ve 3) ve wow oyununa bagimli olanlar daha sosyal karakterli, daha girisken, ve kolay risk alabilen bir yapida olsalar da her zaman gercek kumar tutkusuna yakalanma riski daha yuksektir haberiniz olsun (boyle bizzat tanidigim cok kisi var). neyse ki ben oynasam da hic bir zaman fazla sevmemisimdir bu seriyi, bunun yerine hep daggerfall ve morrowind oynamisimdir. ha gerci daggerfall ve morrowind oynayanlarin tamaminin da ukala, pesimist ve sarkastik olmasi gibi bilimsel gercek var. saka yapmiyorum gercekten boyle bir durum var, nedendir bilmem. ben mi? ben bu basit mekanikli ve sig oyun tarzinin(ukala) piyasaya hakim olmasina (pesimist), cok seviniyorum (sarkastik).