hesabın var mı? giriş yap

  • "topun olduğu yer, topun olduğu yer bizim için pozisyon. dizilmemizin en önemli sebebi topun olduğu yer. iki, saha kaygan olduğuna göre vurduğumuz topları, bize vurulan topları defans, orta saha iyi takip. kaygan saha çünkü. ve vurmaktan çekinmeyin, tam tersi topa vurmalarına da müsaade etmeyin, mesafe tanımaksızın. zaten, düşüncemiz, size aktardıklarımız buraya geçtikten itibaren, bizim sahaya, hiçbir boş alan ve boş adam bırakmamak. bugün kaç dakka oynarsanız oynayın ama birinci dakkadan itibaren 10 kişi oynamamız, taffarel dahil, hariç, 10 kişi oynamamız çok önemli. okan* ve ümit* top oynatmak yok. tehlikeli bölgede suat'ın* adamı* belli. ve top oynayacağız. size bir daha söylüyorum, en iyi defans yapmak, defans yapma oyunu oynamaktır, oynamaktır. ters toplarımızı unutmayın. ara toplarına koşanları, hiç düşünmeksizin suat, geri dörtlü ile beraber desteğimiz düşünmeksizin, hemen, ümit. burda tek şey kaldı, sizin oynamanız. bir dünyanın seyredeceği sizin oynamanız. başlarken çok iyi başlıyoruz, hiç riziko yok, ofsayt taktiği diye birşey yok, kadememiz tamam, ileri gittiğimiz zaman da hep beraber topa vurur, "bam bam bam bam" gideceğiz ve oynayacağız. oynadınız. oyun disiplinini bozmak yok, şartlar ne olursa olsun, atarız yeriz. ve de bazı arkadaşlarınıza burda birşeyler söyledim, petit*, petit çok konuşur, dirsek atar, vuruşur, muhattap olmak yok.

    eveeet, evet, evet, evet, evet. rapid maçı* ile başladık, size hep birşeyler söyledik. dedik ki arkadaş, biz bu işin sonuna kadar gideriz, gidersiniz. allaha şükürler olsun ki aslan gibi bir periyot çizdiniz, aslan gibi top oynadınız, bugün 17 mi 18 mi? 17. avrupa kupası maçımıza çıkıyoruz ve bunun adı da final. yine söylüyorum, kazanacaksınız, kazanmak için uğraşacaksınız. ama netice ne olursa olsun siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz. ve öyle kalacaksınız. allah yardımcınız olsun!"

    (bkz: fatih terim)
    (bkz: 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı)

  • sinan oğan'ın istekleri:

    - anayasanın ilk 4 maddesine dokunulmayacak
    - anayasa madde 66'ya dokunulmayacak
    - mülteciler ülkeden gönderilecek
    - terör örgütleri ile mücadele edilecek, terörle iltisaklı partilere mesafe konulacak
    - “faiz sebep enflasyon sonuç” gibi mantık dışı argümanlarla ekonomi yönetilmeyecek. bir an önce bilimsel metotlara dönülerek ekonomi düzeltilecek.

    milliyetçi ve vatansever seçmene soruyorum: siz de bu isteklere boyun eğmeyecek misiniz?

  • lan 90 60 90 bişey olsa mazotunu alıp motoruna binersin de, aylık bu kadına 100 liradan fazla masraf yapan adamın aklına zorlayayım...

    kusura bakma abla, bızımla deyılsın.

  • bu durum jerry seinfeld tarafından şu şekilde betimlenmiştir:

    "bence tüm o havaalanı, havayolları kavramı sadece bize 9 dolara ton balıklı sandviç satmak için yapılmış kocaman bir dolap. bence sağlanan o kar, tüm havayolları sektörünü ayakta tutuyor. yani bir düşünün. terminaller, uçaklar hepsi dikkat dağıtmak için, siz de böylece ton balıklı sandviçten yediğiniz kazığı anlamıyorsunuz."

  • en kolayı aynı cümlenin olumsuz halini söylemek.

    must'ta "mamalı" anlamı olur, have to'da "zorunda değil" anlamı olur.

    örnek:
    you must fill this form: bu formu doldurmalısın.
    you have to fill this form: bu formu doldurmalı/doldurmak zorundasın.

    olumsuz:

    you mustn't fill this form: bu formu doldurmamalısın.
    you don't have to fill this form: bu formu doldurmak zorunda değilsin.

    görüldüğü üzere olumluda anlamlar birbirine çok yakınken olumsuzda anlam farkı ciddi boyutlara geliyor. ayrımı bence en güzel bu şekilde yapılabilir.

    20 senedir ingilizceyle haşır neşirim ve şunu söyleyrbilirim ki must ile have to arasındaki en bariz süzgeç bu.

  • 'herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için. oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için.'

    'özür dilemek, sizin haksız olduğunuz manasına gelmez. karşınızdaki insana verdiğiniz değerin; egonuzdan yüksek olduğunu gösterir.'

  • sigara kullanan biri olarak "benim" dediğim tiptir. araba dediğin zaten küçücük alan, nereye üflersen üfle içeri doluyor duman. ayrıca sağa sola dökülen külü de cabası. benim arabama kızım da biniyor, o el kadar çocuğu leş gibi kokan aracın içine oturtamam kimse kusura bakmasın. benim aracıma binen kişi, yarım saat bir saat artık ne kadar süreyse sigara içmeden durmalı. durmazsa da binmesin çok da umurumdaydı.

  • sene 2019...askerden geleli neredeyse bir sene olmuş. net bir şekilde hayatımın en kötü gününü yaşıyorum.
    neredeyse 1 senedir işsizim, önceki akşam 6 senelik kız arkadaşımdan ayrılmışım, yalnız yaşıyorum zaten memlekete dönsem babam kapıdan içeri koymaz, gidecek yerim yok, kiralar faturalar birikmiş, o da yetmezmiş gibi aynı günün sabahı kyk borcum dolayısıyla hesabıma e-bloke konmuş 3-5 gün yetecek az buz bir param da bankada kalmış.
    doktora bittikten sonra askere gittim geldiğimde iş bulamayınca bir arkadaşın çalıştığı otoparkta fiş kesip sonrasında bir maketin el broşürlerini dağıtıyorum ama nasıl bir talihse bu işler bile çok görülmüş olacak ki bana birkaç gün öncesinde bu iki işten de "gelme" diye haber almışım. babam bana küsmüş "madem işsiz kalacaktın ne diye senelerce yüksek lisansıdır doktorasıdır koşturdun durdun" diyip duruyor. annem "utandığımdan konu komşu seni sorunca kendi işini yapıyor diyorum" demiş. girdiğim bir iki tane iş görüşmesinden haber yok kaç aydır, cepte para yok, gittiğim tüm kapılar yüzüme kapanmış, ortamlarda dalga konusu olmuşum resmen. üstüne gelen ayrılık, haciz şoku falan derken mental olarak çökmüş değil resmen enkaz altında kalmışım.
    öyle bir psikolojide bilen bilir duvarlar insanın üstüne üstüne gelir. çıktım evden haliyle, evinsiz evinsiz gezerken bir esnaf bir arkadaşın dükkana girdim. biraz sohbet muhabbet tabi çocuk biliyor halimi yakın arkadaşım (hoş o da batık işleri çok kötü ama) yalandan rencide olmayayım diye "hatırlar mısın fi tarihinde sana şu kadar borcum vardı" diyerek cebindeki 400 liranın 200 lirasını bana veriyor zorla.
    alıp çıkıyorum o parayı, yol üstünde bir banka oturup muhtemelen bir daha göremeyeceğimi düşündüğüm çok sevdiğim caddenin manzarasını, geleni geçeni izliyorum. neyse bank çift taraflı bankın arkasına üniversite öğrencisi olduğunu anladığım gençten bir çocuk telefonla konuşa konuşa gelip oturdu. istemeden kulak misafiri oldum haliyle. arıyor sürekli birilerini "abi elektriğimiz kesik, babamın maaş 3-4 güne yatacak varsa 150-200 lira gönderebilir misin?" diyor her aradığına. anladığım kadarıyla kimse yardım etmiyor. sesi giderek çatallaşıyor 3. 4. aramadan sonra sanırım ev arkadaşını arıyor "ben de bulamadım ya valla kaldık öyle nap'caz şimdi?" diyor.
    "ulan" diyorum kendi kendime "zaten batmışsın, muhtemelen bu kahırla geceyi çıkaramazsın, kahırdan gitmesen kendine kıyacaksın hem kıymasan ne 200 lira ile mi bitecek tüm dertlerin?" diyorum.
    sonra gencin yanına gidip rencide olmasın diye "kusura bakma istemeden kulak misafiri oldum konuşmalarına, benim bir ahdim vardı bir iş kovalıyordum dünya bankası projesinde, olursa 3 tane öğrenciye yemek ısmarlayacağım diye, az önce telefon geldi o bahsettiğim işe kabul edilmişim, sen de sanırım zor durumdasın al şu 200 lirayı borcunu öde açtır elektriğini" diyorum. çocuk "abi olmaz falan" diye ısrar etse de ahdim var gibisinden bir şeyler sallayıp zorla veriyorum parayı çocuğa. gözlerinin içi parlıyor tabi garibin, damdan düşenin halinden damdan düşen anlar hesabı bilirim o çaresizliği ve sonrasında hiç beklemediğin anda gelen umudu.
    neyse biraz daha oturayım derken aradan yarım saat geçmeden bir telefon geliyor. dünya bankasının türkiye'de ortak iş yaptığı aracı kurumdan arayan bir kadın "görüştüğümüz danışmanlar arasında sizi tercih ettik gelin sözleşme imzalayalım" diyor.
    tabi o günden sonra hayatım bambaşka bir yöne evriliyor bu proje sayesinde birçok fırsat geliyor önüme.
    o sıra içime mi doğdu, olmasını istediğim için az da olsa kendimi mutlu edeyim diye mi dedim dünya bankası projesine kabul edildim yoksa tamamen tesaddüf müydü anlamadım ama bu anım aklıma geldikçe hep tebessüm ettirir bu hoş tesadüf içeren anı.
    edit: yazım

  • osmanlı sultanından , halifeden miras kalmıştır . eroin o yıllarda son derece yasal olduğu için son derece normaldir . eroinden geçinen de mustafa kemal atatürk değil , türk milletinin ta kendisidir . osmanlının açtığı eroin fabrikası da yasal olarak hala çalışmaktadır .
    mustafa kemal atatürkün başarılarını satarak siyasi hayatını sürdüren sülüklerin yaptığının yanında hiçtir .
    200 milyar dolarlık özelleştirme,
    yastık altındaki 4000 ton altının değerinin dolar bazında 10 katına çıkmasıyla piyasaya çıkması ,
    bankaların yabancılara satışı,
    yabancı bankaların türklere verdiği 150 milyar dolar kredi ,
    özel sektörün 500 milyar dolarlık borcu .
    saray soytarılarının türk halkına hizmetidir .
    soytarıların icraatı bu kadar değil tabi. mustafa kemal atatürk 'ün tuvaletçi başı olamayacak soytarılar sadece bunlarla geçinmedi.
    içeriye giren 1 trilyon doların üzerindeki sıcak paranın karşılığı basıldı ayrıca. 2 trilyon tl minimum
    bir başka icraat de devletin topladığı vergilerdi . enflasyon gelen parayla düşmüş ancak vergi oranları hiç değişmiyor . bir araba kendine , 3 araba avarele . 1 litre benzin kendine , 3 litre avarele.
    yargılanacaksınız . vatana ihanetten yargılanacaksınız . vatansın ölüp , sarılacak çaput bulamayacaksınız

  • ihracat yapanlara, üretenlere geçmiş olsun,
    10 yıllık fabrikaları yeniden açıp 300 fabrika açtık diye gezersiniz.

    1 tane dost ülke kalmadı inadınızdan, kibrinizden, hırsınızdan.
    20 yıldır bu ülkede şöyle coşkuyla, adam gibi milli bayram kutlayamadık,
    kulağı rahatsızlanır, ateşi yükselir, sağanak yağmur var derler, pandemi var derler...
    havalimanında daha 2 gün önce suudi arabistan milli gününü kutluyordunuz afişlerle.