hesabın var mı? giriş yap

  • doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki, kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış.
    bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.

    kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kurkunu giyer ve koy meydanına gelirmiş.

    yanında da en yakın yardımcısı haso. ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:

    “-ula hasso, ahali bakiy mi?”

    hasso yanıtverirmiş:

    “-evet ağam, hepisi de bir olmuş, pencerelerden bakir.”

    ağa çişiyle karin üzerine imzasını atarmış, “abdullah cizrelioğlu” sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:

    “-hala bakirler mi lo?”

    “-he ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkışlirler.”

    her sene ayni tören sürermiş. aradan 7 yıl geçmiş. ağa yine kar tuttuktan sonra çıkmış koy meydanına.

    sormuş hasso’ya:

    “-ahali bakir mi?”

    “-he ağam bakirler, kopekler, kediler bile camdadir.

    ağa adini yazmaya başlamış “abdullah” diye. “cizreli” demiş ki, kalakalmış, çünkü yas gereği prostat.

    halka rezil olmak var..alçak sesle hasso’ya sormuş:

    “-bakirler mi?”

    “-he ağam bakirler de, sen ne diye durdin ki ogle?

    ağa çaresiz

    “-ula gel yanıma, arkanı don ahaliye, tamamla sunu.” diye emretmiş.

    hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın
    kulağına eğilmiş :

    “-ağam..” demiş haso..,

    “-kırk yıldir kafama vurdin salak dedin, sırtima vurdun aptal dedin. he bu kulun okumayı yazmayı sökemedi ki, ucunu tut da yazının devamını sen yaz…

    yanımızdakileri eğitmezsek, tutacağımız gün yakındır.

  • farklı farklı senaryoların ortaya çıkacağı eylemdir.

    aziz yıldırım ile kız istemeye giderseniz, hem düğün masraflarını tamamen üstlenir, hem de evlilik süresince dünyaya gelecek her çocuk için kızın ailesine aylık 200 er tl para ödersiniz.

    fikret orman ile giderseniz, 1 sene düğün yapmadan kız ile ayni evi paylaşıp uyum sorunu yaşayıp yaşamayacağınızı görür, uyum sorunu yaşanmamışsa düğün masraflarını kızın ailesi karşılar ve kızın ailesi doğacak ilk çocuk için aylık 200 tl, ikinci çocuk için aylık 300 tl, üçüncü çocuk için aylık 400 tl destek verir.

    dursun özbek ile giderseniz, kızı size vermezler ve kızın yapacağı evlilikte tüm masrafları da üstlenerek evden ayrılırsınız.

    benim hikayelerim bunlar. hayal gücü daha geniş olanlar önden buyursun.

    bu arada bu başlık tamamen geyik amaçlıdır. kadın alınacak, satılacak, başkasından istenecek mal / eşya vs değildir.

    sosyal sorumluluk editi :

    küçük bir yavrucak daha yardım bekliyor hayata yeniden tutunmak için.

    (bkz: minik eymen celep'e yardim ediyoruz kampanyasi)

  • (bkz: cinsiyetçi erkeklerin iq seviyeleri)
    edit: başlığı açan yazara baktım, daha önce öldü insanlık diye bir başlık açmış ve özgecan için duyarlılık kasmaya çalışmış. özgecan'ı da insanlığı da öldüren sensin kardeşim. katil sensin işte. bir suphi gibi davranmana gerek yok illa. açtığın şu başlıkla öldürüyorsun kadınların psikolojilerini. yakılan, öldürülen her bir zerremizden suphi kadar sorumlusun sen de.
    debe editi: bir akşam vakti, ekmeğini kazanmak için gittiği yerde tecavüz edilip boğulan, üstünde sadece iç çamaşırıyla çay üstünde cesedi yüzen, ablasının elleri süt kokulu kuzusu cansu kayayı hiç unutmayın olur mu?

  • adamın biri bi kahveye girmiş. millet kahvede baya gülüyor eğleniyor filan. napıyor lan bunlar demiş bakmış birisi ordan bağırıyor,

    - 45!

    herkes yerlerde

    - 7!

    ağlamışlar gülmekten.

    - 51!

    buna da gülmüşler baya.

    adam merak etmiş sormuş,

    - neye gülüyorsunuz böyle?

    kahvenin eskilerinden biri sinan özen'in şu bakışını atarak;

    http://t2.gstatic.com/…mages_up/sinan ozen1.jpg&t=1

    "sen yenisin galiba" demiş. "biz bu kahvede sabah akşam fıkra anlatırız. öyle çok fıkra anlatırız ki artık yorulmayalım diye fıkraları numaralandırdık. misal 5. fıkra temel ingiliz alman uçaktalar filan.. herkes ezbere biliyor. biri 5! diyince hepimiz fıkrayı hatırlayıp gülüyoruz" demiş.

    adam teşekkür etmiş,

    sonra "7412" diye bağırmış

    bağırmasıyla birlikte bütün kahve yerlere yapışmış. sandalyeden düşenler mi dersin, gülmekten sıçanlar mı dersin, burnundan sümük gelenler mi dersin, millet paramparça, konuşacak halleri yok, gözleri yuvalarından çıkacak.

    adam şaşırmış "niye buna bu kadar güldünüz" demiş

    zar zor konuşanlardan birisi cevap vermiş

    - bu fıkrayı daha önce hiç duymamıştık

  • çok büyük bir iş anlaşması ettiğiniz kişi ile telde konuşurken hatta bekletiyorum diyerek telefonun tuşuna tam basamamak ve "bu godoşa ne dicez şimdi biz " demeniz(yerinyarılması ne?canlı gömün beni )

  • anayı babayı mahkeme kararı ile reddetme durumu. hadi eymen falan bi nebze de tayyip nedir yahu? babam bana böyle isim koysa cenazesine gitmem lan!

  • hollywood filmleri eğlenceli kabul. ama stüdyo sistemi daha kuruluşundan beri gişe getirecek mutlak formülün peşinde olduğu için filmler biraz basmakalıp. bazı filmler, senaryo oyunculuk ve görsel efektle bu durumu kapatıyor ama arka arkaya izleyeceğiniz üç tane ortalama hollywood filmi sizi canınızdan bezdirebilir, çünkü her şey belli kurallar etrafında dönüyor. senaryoda şu olursa iş buraya bağlanır, kötü adam kendi içinde mantıklı olsa da bu durum izleyicinin ona sempati duymaya başlayacağı noktaya getirilmez, patlama şu sahnede kullanılır, oyuncu burada duracaksa kamera şu açıdan görüntü alır, espri şurada başlar şurada biter gibi kesin uyulması gereken onlarca mesele var. bu da farklı yönetmenlerin ve oyuncuların işi olsa da filmlerin aynı tezgahtan çıkmış gibi görünmesine neden oluyor çoğu zaman.

    böyle hissettiğimde ben avrupa sinemasına dönüyorum çünkü sinemanın doğduğu kıtada kural diye bir şey pek yok. zaten sinemanın ortaya çıktığı zamanda avrupa avangart sanata doğru yürüdüğü için sinema burada her zaman post-modern bir bakışla ele alındı. bu alanda güzel örneklerden biri de andrei tarkovsky’nin ilk uzun metrajı olan ivan’s childhood. bu film bir çocuğun ikinci dünya savaşı sırasında başından geçenleri kısa bir süreliğine izleyicisine aktarıyor. avrupa bu tür filmlerde tecrübeli çünkü italyan yeni gerçekçiliği diye bir akım var ancak bu film işlediği konuyu da çok sıra dışı bir şekilde ele alıyor. şimdi ivan’s childhood, hangi konularda farklı bir göz atalım.

    --- spoiler ---

    filmin dikkat çeken ilk noktası senaryo yapısı. normal bir filmin ilk kısımlarında ortam ve karakter tanıtımı olur. diyaloglara çok başvurulmayan filmlerde bile hikayenin temeli mizansen ile izleyiciye aktarılır. ancak ivan’da böyle bir çaba yok. film ikinci dünya savaşında bunlar oldu, çocuklar ailelerini kaybetti ve sahipsiz kaldı gibi bir girizgah yapmıyor. bir çocuğun tek başına bataklık bir bölgede gezindiğini görüyoruz. ortamdaki hasardan bir şeylerin ters gittiğini fark ediyoruz ama film bu detayların üzerinde açıklayıcı bir şekilde durmuyor.

    bu teknik genelde izleyicide merak uyandırmak için kullanılır. ancak bu filmde öyle bir durum da söz konusu değil. çünkü çok fazla açıklama bir anlam arayışıdır ve savaşın anlamsızlığını gösteren bir filmde yönetmenimiz bir adım daha ileri giderek anlamlandırma çabasını tümden görmezden gelmiş. böylece senaryo ve teknik post-modern bir alanda bütünleşmiş.

    filmin olay akışı da bu anlayışın ürünü. normalde bir filmdeki olayları tek tek özetleyip bunları neden sonuç ilişkisi içinde çizdiğiniz oklarla birbirine bağlayabilirsiniz. tutarlılık açısından bunu yapabiliyor da olmanız lazım çünkü her şey finale kadar kopmadan adım adım gidebilmeli. tarkovsky ise bu filminde böyle bir bağlama çabasından da uzak duruyor. bu karakter böyle bir insan, bu nedenle olaylara böyle tepki veriyor ve sonucunda bu oluyor demiyor. o bağı izleyici olarak sizin kurmanızı bekliyor. bu da hazır paket önünüze sunulan hikayelerden çok da güzel bir durum. çünkü normal bir filmde izleyiciye üzerinde düşünmesi gereken çok şey bırakılmaz. bu filmde ise tarkovsky, izleyicisine alan açarak yorum yapmasını sağlıyor. ki entelektüel açıdan bakarsak bu durum filmin çok daha doyurucu olmasına neden oluyor.

    filmin teknik yapısı için de yine sıra dışı tanımını kullanabiliriz. mesela üçe bir kompozisyon filmlerde standart gibi bir şeydir. eğer bir oyuncuyu portre olarak alacaksanız ekranı üç eşit parçaya bölersiniz ve oyuncuyu o çizgilerden birine oturtursunuz. bu filmde ise bu kuralı nadiren uyguluyorlar. mesela oyuncuyu kadrajın kenarında tutup büyük kısmı boşluğa ayırmak ana akımda yeni yeni yaygınlaşıyor. (şahsiyet dizisinde bunun bolca örneğini görebilirsiniz.) bu filmde ise mesela masha’nın koruluktayken bu şekilde alınmış nefis bir karesi var.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak sanat sinemasına yeni yeni ilgi duymaya başlıyorsanız bu film başlarda biraz ağır gelebilir. çünkü biraz uç teknikler kullanıyor. ancak sinema konusunda ufkunuz genişlesin istiyorsanız bu tür filmlere bakmanızı öneririm. ilk anda alışkın olduğunuz teknikleri göremediğiniz için film biraz yorucu olabilir ancak filmi bir kere izlerseniz sinemanın yaratıcılık anlamında ne kadar özgür bir alan olduğunu fark edebilirsiniz.