hesabın var mı? giriş yap

  • insanı kısa sürede şekle sokan diyet. ara öğünleri atlamıyoruz ki vücut dürümsüz kalmasın.

    sabah: bir kibrit kutusu dürüm, çay, lifli dürüm.

    ara öğün: bir kase dürüm, soda.

    öğle yemeği: bir tabak dürüm, yanına bir kase dürüm.

    ara öğün: bir avuç dürüm.

    akşam: dürüm+ayran.

    ekleme: bu entry kanzuk'un kilosu üzerine espri yapmak amaçlı yazılmamıştır. olayın çıkış noktası tamamen her gördüğümde güldüğüm şu görseldir. bu entry'i de kendisinin hoşgörülü bir insan olduğunu düşündüğüm için yazdım. olmasaydı çoktan uçmuştum zaten.

  • rte'nin merkez bankasına faiz konusunda yaptığı çıkıştır ve şu şekilde bağlamıştır:

    "ha diyebilirler ki; merkez bankası bağımsızdır, ee ben de bağımsızım, kendileriyle konuşacağım.."

    (bkz: patron yine çıldırdı)

  • anormal derecede sakin. koşmuyor. yürüyor. atışları derli toplu. elindeki ar15’i abd’de sıkça taklit edilen chris costa gibi uzun şekilde kavrıyor. bu, eğitimi olmasa bile silah konusunda hevesli olduğunun, çalıştığının göstergesi. şarjör değişimini kendisine sutre yaptığı bir aralıkta hızla yapıyor. bu daha önceki mass shootinglerde görmediğimi bir durum. yine silahı kesinlikle sağa sola sallamıyor. atış aksını hiç bozmadan karşıda tutuyor. hiç bir şekilde silahı seri atışa almıyor. tüm atışları tekli şekilde yapıyor. tetik parmağını bu denli hızlı kullanması da atış işine çok uzun zaman harcadığının göstergesi. kurbanların t bölgesini (baş-boyun-göğüs) özellikle seçiyor. mutlaka mükerrer atış yapıyor. amacı kesinlikle öldürmek.

    özetle; bu piç doğrudan taktik eğitim almamış olsa bile, abd’deki silah özgürlüğünün önemli katkısıyla, ileri düzey bir atıcı olarak karşımızda. hiç bir panik ve acemilik göstermeden katliamını gerçekleştirmiş.

  • darısı bizim ülkemize.

    nüfus planlaması denen şey "çoğalmayalım kalabalık kötüdür" demekten çok daha öte bir şey. sonra her trafik ışığında arabana sopayla vuran suriyeli gelmesin diye dua eder durursun.

    helal sana sarı saçlı çapkın adam.

  • japonlar herkese saygılıdır.
    bir afgan'a da bir mozambikli'ye de aynı hayranlık ve hürmet ile yaklaşırlar.

    zamanında bize de aynı insani duygular ile yaklaşmışlar ve bizim abartılı mehmet scholl milliyetçiliğimizin kurbanı olmuş söylemdir.

  • mesele, öğretmenliğin kötü-akademisyenliğin iyi olmasından kaynaklanmıyor. nevi farklı. farkını bilerek söylese amenna ama ikisinin de aynı iş zannedilmesi acı.

    bu fark olmasa, çırağa marangozluk öğreten adama da usta değil öğretmen demek lazım. aynı sektör şartı mı var? o hâlde hemşirenin işi de hasta, cerrahın işi de hasta. neden ikisine de hekim denmiyor sizce? işte bu fark tam da böyle bir şey. bu sorunun cevabını bulduğunuzda, başlıktaki tespitin de cevabını öğrenmiş olacaksınız.

    herhangi bir bölümden lisans düzeyinde mezun olup pedagoji eğitimi alıyorsun. ilköğretim ve lise düzeyinde ders verme yetkinliğine sahipsin ve unvanın "öğretmen" oluyor. gerçi devlete atanamayanlara da öğretmen demiyorlar ya artık, o başka bir saçmalık.

    bu eğitimin üzerine minimum sürelerden hesaplarsak 2 yıl master, 4 yıl doktora yapıyorsun. ve artık üniversite düzeyinde ders verme, metodoloji bilerek bilimsel araştırma yapma, en önemlisi yeni bilimsel içerikler üretme kabiliyetine sahip oluyorsun. bunun adı da akademisyenlik. ve emin olun hiç de öyle üniversite okumaya benzemiyor bu iş.

    şimdi bu ikisi aynı şey mi?

    yani iki meslek arasında gerek muhteva gerekse pratikte dağlar kadar fark var. her ikisinin de işi yalnızca "öğretmek" değil. en büyük yanılgı burada başlıyor. biz lisede, onlar üniversitede ders veriyor gibisinden basit bir düzeye indirgeniyor olay. tam tersine akademisyenlerin ilk görevi bilimsel içerik üretmek. araştırmak, sorgulamak, keşfetmek ve en son bunları aktarmak yani öğretmek.

    ayrıca akademisyenlik, spesifik bir alanda uzmanlık gerektiriyor. örneğin; türk dili ve edebiyatı mezunu bir öğretmenin bu anabilim dalının geneline hâkim olması gerekir. bu hakimiyet bilimsel veri üretecek düzeyde değil, yalnızca belirli bir zümreye aktaracak-öğretecek düzeydedir. yüksek lisans yaptığında, bu alanın içindeki özel bir bilim dalına da hâkim olur ve bu konuda içerik üretme kabiliyetine erişir. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı gibi. yani çember daralır. doktora ise başlı başına bilimsel bir yeterlilik düzeyidir ki bana göre on üniversite diploması eder. bu sürecin sonunda kişi; evrensel değerlere uygun araştırma yapmayı, içerik üretip hakemli dergilerde yayımlamayı, özgün çalışmalar ortaya koymayı ve bunları akademik mecralarda aktarmayı öğrenir. bir bilim dalının belirli bir kısmına tam anlamıyla hakimiyet kurar. ki biz bunu; "yeryüzündeki hiç kimse, o işi senden daha iyi bilemeyecek düzeye ulaşmak" olarak tanımlıyoruz. türk dili ve edebiyatı: eski türk edebiyatı: ıv. yüzyıl türk edebiyatında manzum eserler gibi.

    işte böyle azizim. bilmeyen insanlar da en azından öğrenmiş oldular aradaki farkı. umarım, meselenin de yalnızca klasmanlar arası öğretme farkı olmadığını idrak etmişlerdir. bu yüzdendir ki nadir sayıda olan doktoralı öğretmenlere farklı bir saygı duyuyorum. ne kadar izah etsek de yaşamadan anlaşılması güç olan işler bunlar. yap-gör tekniğinde işliyor maalesef bazı mesleklerin itibarı. imkanların kısıtlı olduğu dönemlerde akademiye kapak atmış ve araştırma-geliştirme işini bırakmış dinozor hocalara bakılarak itibar biçiliyor akademisyenliğe. işin daha vahim kısmı, bu konudaki en büyük darbeyi de -sözde- eğitimli kişiler vuruyor. akademisyenliğin öğretmenlikle aynı şey olduğunu düşünen insanlara özellikle bir tavsiyem var:

    yüksek lisans ve doktora şöyle dursun, branşınızda kendinizi yetkin gördüğünüz herhangi bir konuda makale yazın. (tabi önce bir fikriniz ve tesbitinizin olması gerekiyor. sonra kaynak taraması nasıl yapılır, bilimsel makale nasıl yazılır, nasıl yayımlanır öğrenmek gerekiyor.) sscı indeksinde taranan hakemli dergilerden birine gönderin. ve deyin ki "ben x branştan mezun oldum ve şu işi yapıyorum." cevap gelir mi bilmem ama gelirse, size dönüt olarak verilecek cevaplar/düzeltmeler emin olun "ben bu bölümü bitirdim mi yahu" tarzında bir tepki vermenize sebep olabilir. işte akademisyenlik böyle bir üst ligdir. işin içinde olmadan kıyaslama yapmak, gol kaçıran topçulara televizyon başından verilen tepkilerden farksızdır.

    sgn : bu tartışmanın sadece türkiye'de olduğunu zanneden zevat için feyzalabilecekleri muazzam bir kaynak : academic and professional ıdentities in higher education

  • ''kızlı erkekli yaşıyorlar ihbarı üzerine polis evimi bastı. memur beyle şu an kızı arıyoruz. inşallah doğrudur.''