hesabın var mı? giriş yap

  • reklam insanıdır. ayrıca sosyal medyayı ne kadar yanlış anladığımızı da gösterir. öyle bir noktadaki şu anda, facebook'ta, twitter'da eğlendiğini belli etmezse ölecek insanlar var. muhabbete başlamadan check-in yaparlar, yemekleri gelir fotoğrafı çekilir, kahve içerler durum güncellemeleri havada uçuşur. açıkçası bu insanların gerçekte mutsuz olduklarını da düşünmüyorum, sadece şımarık birer ilgi manyakları olduklarını düşünüyorum. bir de şimdi hissetme durumu eklendi facebook'a, birazcık üşüten hasta hissediyor. yahu bu insan bunu neden yapıyor?

    mutlu olmak, bunu paylaşmak elbette güzel, ki ben zaten herkes mutlu olsun, kelebek olsun kafasında bir insanım, ama insanlar artık sadece paylaşmak için mutlu olmak istiyorlar sanki. 'bakın ben mutluyum ve bunu size göstermeliyim' diyerek yaşadığı anın tadını çıkarmayı unutuyorlar. o fotoğrafta da içinden geldiği gibi gül yani çirkin ol nedir, onu da ekleme facebook'a ama tadını çıkara çıkara gül! boşver kaç kişinin beğendiğini, yorum yaptığını. hayat kısa ve başkalarına göstermek için yaşamak bu kısa süreyi heba etmenin en kestirme yollarından biri.

  • bir dönemler paris'te perde açan ve le théâtre du grand-guignol adıyla bilinen, korku tiyatrosu denildiğinde hala akıllara gelen* tiyatrodur.

    macerası 1897’de le théâtre du grand-guignol adıyla (guignol adı meşhur fransız kukla tiyatrosu tiplerindendir) paris’te pigalle’de eski bir şapelden bozma 293 koltuklu küçük bir tiyatro salonunda başlamıştır.

    şapel mimarisinin izlerini taşıdığından ve değiştiremediklerinden en başta sorun olmuşsa da sonradan sonraya bilhassa fuaye kısmında gotik mimariyi yansıtan eşyalarla destekleyerek ürpertici bir hava kazandırılmış, bu tarzıyla burada sahneye konulan korku oyunları kadar mekanın da hayli etkisi olmuştur. ifade edildiğine göre insanlar sadece oyun izlemek için değil bu hissi yaşamak için tiyatroya gelmişlerdir. dönemine göre kanlı sahneleri eksik olmayan canlandırmalar birçok insanı etkilese de bu heyecanı yaşamak için hayli rağbet gördüğü, kilise olduğu dönemden kalma yapı unsurlarının da korku şovuna dâhil edildiği, oyunda kullanılan “özel efektlerin” gerçekçiliği nedeniyle seyircilerin midelerinin dahi kalktığı gibi anekdotları kaydedilmektedir.

    tabi ilk kurulduğunda “korku tiyatrolarından” ziyade “natüralist temsillerin” sahnelenmesi söz konusudur. fransız oyun ve roman yazarı oscar metenier (1859-1913), eksikliğini duyduğu bir sahne performansını icra etmek için açmıştır bu tiyatroyu. emile zola’nın takipçilerinden olup natüralist novellalar kaleme almış olan metenier, yine bu türde oyunlar kaleme almıştır. tiyatroda paris’in aşağı tabaka insanlarını, sokak çocuklarını, suçlularını olduğu gibi gösteren “naturalistik” türde oyunlar sergilenmesini amaçlamıştır.

    grand guignol’un korku oyunlarıyla anılması, ikinci idarecisi max maurey’in ve onun başyazarı “korkunun prensi” lakaplı andre de lorde’nin işbirliğiyle başlamıştır.

    1898’de tiyatronun idaresi fransız oyun yazarı max maurey’e geçtiğinde “korku oyunları” sergilenmeye başlamış ve ağırlıklı olarak korku temsilleri sahnelenmiştir. onun bulunduğu dönemde (1914’e kadar) tiyatronun hayli ilgi görüp para kazandırdığı, neredeyse her gece birkaç kişinin etkilenerek fenalık geçirdiği ifade edilmektedir. maurey aynı zamanda korku piyesleriyle ünlenecek olan tiyatronun meşhur olmasında belki de en büyük pay sahibi kişi, fransız oyun yazarı andre de lorde’yi de keşfetmiştir. 1901’den 1926’ya kadar grand guignol’ün başyazarı olarak de lorde, gündüzleri meşhur arsenal kütüphanesi’nde kütüphanecilik yapmaktayken geceleri “korku dramaları” kaleme almıştır. tamamı korku ve delilik sömürüsü üzerine 150 civarında oyun ve birkaç roman yazmıştır. akıl hastalığı ile ilgili (oyunlarda en sık işlenen temadır) oyunları için bazen ünlü psikolog alfred binet (iq testinin geliştiricilerindendir) ile birlikte çalıştığı ve 100 civarında oyunu onun katkılarıyla yazdığı, 1920’lerde emsalleri tarafından “korkunun prensi” (prince de la terreur) olarak seçildiği bilinmektedir. bir diğer önemli katkıyı ise 1914’te tiyatronun başına gelen camille choisy, tiyatroyu asıl ününe kavuşturan grand guignol’e has özel efektleriyle sağlamıştır.

    tiyatronun en ünlü bir diğer ismi ise “dünyanın en çok öldürülen kadını” unvanı ile anılan paula maxa olmuştur. 1917’den 1933'e dek ağırlıklı olarak “kurbanları” oynadığı oyunlarda bu unvanı kazanmıştır: birçok gösteride 10.000 kere 60 farklı yoldan öldürülerek ve 3000 kere tecavüze uğrayarak.

    tiyatronun etkisini kaybetmesi ise 1930’da tiyatronun idaresine gelen jack jouvin’den sonradır. tiyatronun alışıldık temasını değiştirmiş, kanlı korkudan ziyade psikolojik dramalar ağırlık kazanmıştır onun döneminde. bu nedenle tiyatro giderek popülaritesini yitirmiş, bilhassa ikinci dünya savaşı’ndan itibaren seyircisi azalmıştır. son idareci charles nonon döneminde sinema karşısında seyirciyi yeniden tiyatroya çekebilmek adına 1962’de oyuncularıyla son kez bir turneye çıkmış, anlaşıldığı kadarıyla bu turnede gereken ilgi görülmediğinden grand guignol bir daha açılmamıştır.

    nitekim dönemin milliyet gazetesinde bu kapanış kendisine şöyle yer bulmuştur:

    (alıntıdır) “paris, t.h.a: korku tiyatrosu kapandı, sebep: seyircilerin artık korkmaması! burada 65 yıldan beri devamlı faaliyette bulunan meşhur “korku tiyatrosu” kapanmıştır. genç çocuklardan tutun da çok yaşlı insanlara kadar bir yığın meraklısı, abonesi bulunan korku tiyatrosunun kendine göre belirli gelenekleri mevcuttu. “grand guignol” adı ile anılan bu küçük tiyatroda devamlı surette korkutucu piyesler temsil edilirdi. burada sahneye konan eserlerin hemen hepsinde akla hayale gelmeyecek şekillerde cinayetler, işlenir, deli doktorlar, vampirler, hortlaklar sahnede, seyircileri dehşetten dehşete düşüren araçlarla, adam öldürürlerdi! kendisi de sahne artisti olan ve bazı korku piyeslerinde rol alan madam christiane wiegant “grand guignol” tiyatrosunda aksesuar masraflarının çok olmasından da şikâyet etmiştir. filhakika madam c. wiegant, temsillerin çoğunda en aşağı bir “kova” kan kullanıldığını açıklamıştır. grand guignol tiyatrosunun kapanmasının asıl sebebi, seyircilerin korku piyeslerinden artık korkmamaya başlamış olmalarıdır.” (milliyet, 24.01.1963)

    bu ilgi kaybetme meselesi, sinemanın zaferinden çok insanlığın dünya savaşlarında tanık olduğu vahşetin ardından sahnedekini artık korkutucu bulmamaya başlaması da olabilir. zira son idareci charles nonon’ın şu sözleri oldukça manidardır: “biz asla buchenwald toplama kampı ile boy ölçüşemeyiz. savaştan önce herkes sahnede olup bitenlerin imkânsız olduğunu hissederdi. şimdi bunları biliyoruz ve daha kötüsü: bunlar gerçekte mümkün.”

    (bkz: korku tiyatrosu/@songulyabani)
    (bkz: alfred binet/@songulyabani)

    (not: daha önce artkolik dergisinde kaleme aldığım bir yazıya atfen işbu entry'i yazdım.)

  • plansız iş yapmak.
    isteseler de yapamıyorlar. misal bi yerden bi yere altında araban yoksa hadi ben gidiyom deyip gidemiyorsun. iki gün önceden planlaman lazım en az, neyle gitçen nasıl gitçen diye.
    bu açıdan türkiye daha iyi bence. gidersin otogara en ucubik yerlere bile otobüs bulursun illa. yer yoksa 'ben koridorda gidiyim abi, nolcak' dersin. belki alırlar.

    edit: efendim son dakika biletleri var, onlarla yolculuk edebiliyorsun diye tepki geldi. ne var ki, tren biletleri oldukça pahalı ve her yere otobüs yok. üstelik uzak bir yere gidecekseniz trenle gitmek çok uzun ve pahalı olabiliyor. bu durumda mitfahrgelegenheit en mantıklısı ama onda da gideceğiniz istikamette yolculuk yapacak olan kişiyi bulmak, buluşma noktalarını planlamak vs. mesele. her türlü aklınıza esip de az bir parayla kapıyı vurup gidemiyorsunuz. plan yapmak ve araştırmak gerekiyor.