hesabın var mı? giriş yap

  • ya benim birader tanidigim en sansli insan bu konuda. pandemiden hemen once bosandilar, gitti kendine bir apartman dairesi buldu. sonra pandemi tanrilari karsi komsu olarak ona yeni bosanmis tek cocuklu bir hanim getirdi. yeni bosanmis tek cocuklu hanim ile yeni bosanmis tek cocuklu 'agabi'm pandemi surecinde sevgili oldular. cocuklari birlikte oynamaya basladi falan, dordu birden gezip duruyorlar. yakinda birlikte yasamaya baslayacaklar. adam pandemi ortaminda yeni aile kurdu kendine ya, oglum millet anasini babasini goremedi bir yildir lan. sitcom tadinda bir hayat. pek mesutlar tanrilar nazardan saklasin. haybeden bir tane daha yegen sahibi olduk biz de iyi mi?

    edit: ne kadar çok güzel mesaj geldi bu entry ile ilgili, umut veren anekdotlara ihtiyaç varmış herhalde :) bir yandan mutlu çift adına tebrikleri kabul ediyor, teşekkürler ediyorum, bir yandan dilerim ki hayat bazen de böyle kucağınıza ihtiyacınız olan şeyleri bırakır diyorum. sevgi doldum, yumuş yumuş oldum.
    edit 2: geri zekalı olduğum için ben bunu önceki gece yazdım sanıyordum, meğer gece nöbetine kalmış debeye girmiş, şimdi anladım. ben de diyorum nereden görüyor insanlar da bir sürü mesaj atıyor. böylece farkında olmadan da debe editi yapmışım, insan kınadığını yaşıyormuş hakikaten. entryi de böylece çift editle bok ettikten sonra dağılabiliriz bence.

    2023 sonu editi: bu yaz evleniyorlar. yeni yeğenim pek tatlı nazar değmesin, yengem de bal gibi, bir nazar değmesininizi alırım

  • önce lümpenlik ardından sınıf bilincinin dini aidiyete tahvili

    batıda da sanayi devriminin başlamasının ardından kırsaldan kentlere akın başlar. seri üretimle beraber, zanaatkarlar işçiye dönüşmüş ve gelirleri düşmüştür. şehirlerde, barınma problemi olan, fakir yığınlar birikmeye başlamıştır. artık şehirlerde yeni bir sınıf vardır: işçi sınıfı.

    ingiltere'de işçi mahallesi

    ingiltere'deki işçiler çok önemli bir talep ile gelirler: çalışma saatlerinin sekiz saat ile sınırlanması.

    sekiz saat çalış. sekiz saat dinlen. sekiz saat eğlen

    bu, 1. sosyalist enternasyonalin de en önemli talebi olur. firavunun kölelerinden beri en önemli işçi hakkı, boş zamandır. nitekim musa, insanlara şabat gününü müjdelemiştir.

    19. yy kapanıp, 20. yy başlar iken, işçiler, çalışma sürelerinin sekiz saat ile sınırlanması için eylemler yapıyordu.

    8 saat yürüyüşü

    20. yüzyılın başında işçilerin boş zamanı, ideolojilerin kendilerini tanımladığı bir alan haline geldi.

    misal nazi almanyası'nda, kraft durch freude (neşeden gelen güç) isimli bir devlet kurumu kurulur. bu kurum, işçiler için tenis kursları düzenlemekte, işyerlerinde işcilere dans ve tiyatro dersleri vermektedir. tahmin edersiniz ki bunların hepsi aslında birer küçük burjuva alışkanlığıdır. ve aslında fakir ve eğitimsiz yığınları, kültürel olarak orta sınıflaştırma çabasıdır.

    dans dersi

    sscb'nin en ünlü, bas bariton vokali leonid kharitonov, aslında kaynak ustasıdır. işçi korolarından yükselmiş, işçi korosu yetersiz kaldığında ise moskova konservatuarına yönlendirilmiştir.

    leonid kharionov

    amerika'da ise hollywood iş başındadır. benim ilk aklıma gelen film, piknik. bu filmin yarım saatinde kadrajda bir piknik sepeti vardır ve izleyicilere piknik sepetinin nasıl hazırlanacağı öğretilir. yine ikinci dünya savaşı sonrasındaki amerikan mecmualarına bakarsanız, "tekne almanın püf noktaları" gibi konular görürsünüz. bilal'e anlatılır gibi, sandal alırken nelere bakmalı, sandalla denize açılırken nelere dikkat etmeli, denize açılmadan önce ne gibi hazırlıklar yapılmalı gibi bilgiler yer alır.

    piknik

    ortadoğu'da ise aslında daha ilginç bir deneyim vardır. israil ve kollektif tarım köyleri olan kibbutzlar.

    kibbutz

    bu politik aygıtların tümü, aslında o fakir yığınları kültürel olarak orta sınıflaştırma görevini yerine getirmiştir. nitekim, türkiye'de de nazilli dokuma fabrikasının sinema salonu gibi devlet işletmelerinin sosyal tesislerini veya köy enstitülerini bu çerçevede görmek lazım.

    ancak türkiye'nin "ırgata mandolin ne gerek" diyerek geri adım atması var.

    20. yüzylılın ikinci yarısından sonra, köyden kente başlayan göç, lümpen yığınların oluşmasına neden olmuştur. atölyemde çalışan tornacı. delikanlı erzurum'un köyünden gelmiş. sanayi de zaten kadın çalışmıyor. zaten delikanlının mesai saatleri çok uzun. bağlama kursu gibi bir kültürel ihtiyacı da yok. hobiyi geçtim çok daha temel bir soru var: bu delikanlı karşı cins ile nerede tanışacak? becerebildiği tek şey pazar günü kartal sahiline gidip, sahilde yürüyen kızlara " senin amını bızırını yerim" diye laf atmak.

    bunlar önemli farklardır. bir tarafta nazilli dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçi var. bugün izmir'deki fönlü saçlı cehapeli teyzeler, işte o dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçilerin kızları.

    diğer tarafta ise kocaeli sakarya düzce şeytan üçgeni var. burası da sanayi bölgesi ama çıkardığı profil, sedat peker ve yeğenleri.

    ***
    sınıf bilinci geliştirmeyen adamlar, müslüman oldukları için ezildiklerini savunur olmuşlardı. geldiğimiz noktada ise alamadığınız her sulu boya, her kamp malzemesi, minik berra'nın göz kamaştırıcı mevlidi şerifine gitmektedir.

    ama ırgatlık o kadar içimize işlemiş ki, yüzyılın başına baktığımızda, gördüğümüz plaj fotoğraflarındakileri istanbul'un kalburüstü takımı olduğunu düşünüyoruz. gerçekten diğer insanların denize girmesini engelleyen şey, maddi olanaksızlıklar mı yoksa kültürel fark mı? ben bundan o kadar çok emin değilim.

    plaj

    --- ırgatın mandolin çalması ---

    bir işçinin, yaptığı işe kendinden bir şey katabilmesi için aynı zamanda kendisini de yeniden üretebiliyor olması lazım.

    alman sanayisi dendiği zaman aklınıza sadece otomotiv geliyorsa yanılıyorsunuz. bunun içinde üretimi gerçekleştirebilmek için kullanılan alet ve edevatlar da yer almakta. würth veya pferd gibi firmaların katologlarını açtığınızda ıncığın cıncığını yapan parça görüyorsunuz. bunlar masaüstünde tasarlanmıyorlar. bu alet ve edevatlar, üretimi yapan, bizzat bu aletleri kullanan ustaların geri bildirimleri ile şekilleniyor.

    dolap beygirine çevirdiğiniz adamdan, ne işe kendisinden bir şey katmasını ne de size geri bildirimde bulunmasını bekleyemezsiniz.

    edit: badim frombillericay türkiye'deki halk evlerini atladığımı hatırlattı. haklı.

  • british east india company olan şirketin hindistan üzerinde yıllarca sürmüş ingiliz hükmünde önemli payı vardır.

    ticaret için hindistana ilk giren portekizlilerdi. bunlar 1510'da goa limanını kurdular ve hint okyanusundaki ticaretten müslümanları süpürdüler. boş durmaya alışkın olmayan ingilizler 17. yüzyıl başlarında kraliçe elizabeth tarafından imzalanmış bir belgeyle londralı 80 tüccar olarak bu şirketi kurmuşlardır. amaç portekizlilerle hindistandan yapılan baharat ve pamuk ticaretini kontrol ederek rekabet etmekti. 1619'da mughal/babur imparatoru cihangir batı yakasındaki surat limanına önemli imtiyazlar tanıdı. sonradan britanyadan akan hediyeler, rüşvet, ve tıbbi gereçler ingilizlerin hindistan sahilleri boyunca 27 tane daha ticari liman veya "fabrika" açmalarını sağladı. en önemli 3 merkez madras, bombay (bunu portekizlilerden almışlar bir anlaşmayla) ve kalküta idi. "fabrika" dediğimiz yerler atölyeler, depolar, ikametgahlar, bahçeler ve british east india company'nin ofislerini içeriyordu. şirketin başkanı tüm bu fasiliteler üzerinde otorite sahibiydi. şirket hintlilere gümüş, bakır, çinko, kurşun ve kumaş satarken pamuk ürünleri, ipek, biber başta olmak üzere baharat, şeker ve afyon almaktaydı. hem hintli hem ingiliz tüccarları bu şirket sayesinde ciddi karlar yapmışlardır. şirketin birincil amacı kar etmek olduğundan başlarda ülkenin politikasına pek karışılmamış, fazla misyonerlik yapılmamıştır.

    düzensizlik ve şiddet 18. yy başlarında hindistan kırsalını kavurdukça şirketler çalışma alanlarını garantiye alma ihtiyacı hissetmiş, ve siyasi istikrarsızlık sağolsun kendi bölgelerinde politik olarak gittikçe güçlenmeye başlamışlardır.
    hindistanlıların politikadaki zayıflığı fransızların da bengal ve bir kaç yerde daha bir french east india company açmasına mahal vermiştir. 1740 ila 1763 arası fransızlarla ingilizler sürekli çatışma halinde olmuşlar ve hindistan da önemli savaş alanlarından biri olmuştur (her iki taraf da sepoy adı verilen yerel halktan oluşan taburlar kurmuşlardır örneğin). fransızlar karada bir çok zafer elde etmişse de ingilizler denizde fransızların eline vermiş, 1763'te paris antlaşmasıyla fransızların hindistandaki britanya üstünlüğünü tanıması sağlanmıştır. buna 1784'teki india act de eklenince ingilizler hindistan politikasında iyiden iyiye söz sahibi haline gelmişlerdir.
    bu tarihten itibaren hindistan göstermelik prensler, sepoylar ve ingilizlerce eğitilmiş yerliler yoluyla londra'dan yönetilmeye başlanmıştır.

  • hemen altındaki yorum ülkenin içinde bulunduğu durumun özeti olan videodaki adam.

    --- spoiler ---

    çok ayip oglum biz trabzonlular barbarmiyiz allahla kulun arasina kimse giremez benim yasim atmiş beş benim cocuklugumda boyle yobazlik yoktu herkes cok terbiyeliydi hele boyle kufurlu konuşmak sokakta cok ayipti korkuyla oruç mu olur bunun hastasivar ozurlusu var herkes haddini bilir senmi bildireceksin bu tur hareketler trabzonu karaliyor biz trabzon disinda yasiyanlara nasil bakiyorlar haberiniz varmi yobaz barbar diyor komsularimiz yeni nesil şittet yanlisi olmuş hic hoş degil bir insan olarak artik bunun degismesini eski trabzonlulari geri istiyorum
    --- spoiler ---

    edit: millet, ben bu entry ile debe'ye girmişim. herhangi bir hakaret vb. durum yok ama bu abimiz sanırım böyle biri değilmiş. şaka yapmış ama sanırım insanların hassas olduğu konularda, şaka bile olsa bu tarz uç söylemler böyle bir algı yaratabiliyor. niyetini bilmiyoruz ama inanmak durumundayız. adı gökhan uzunali imiş. gerekirse bu entry kendini imha edecektir. uyarısı için terfi bekleyen demirci'ye teşekkürler.

  • neo misali baştan aşağı deri kıyafetler giyip (deri palto, çizme, pantolon + güneş gözlüğü) bir havaalanına gitmek. metal dedektörüne girmeden önce, son derece ciddi ve cool tavırlarla paltomun iç cebinden bir adet "sapan" ve üç beş adet çakıl taşı çıkarıp görevli polise teslim etmek. dedektörden geçince de kollarımı iki yana açıp "hadi arayın üstümü" hareketi yapmak. ama bütün bunları hiç gülmeden yapmak. çok istiyorum bunu.

  • yüzölçümü 1.610.000 kilometre kare olan, güney kutbu’ndan başlayarak antarktik sahil şeridine kadar uzanan bir terra nullius.
    1928-1941 yılları arasında düzenlenen seferlerle amiral richard e. byrd tarafından keşfedilmiş ve adını amiralin karısı marie'den almıştır.

    uzaklığı ve yaşama elverişsizliğinden ötürü hiçbir ülke tarafından istenmemiş.* bölgede varlığını sürdüren tek şey bir abd üssü.

    kaynak