hesabın var mı? giriş yap

  • dün tuvaletini kullanmak istediğimde, bana otelin sahibiymişim gibi bir edayla kapılarını açan, çok zarif ve samimi güvenlik görevlilerini bünyesinde barındıran otel. tuvaletin yolunu göstermek üzere, koridor boyunca bekleyen çalışanlar vardı. hiç birinde, "iyi hadi geç de kullan bari" ifadesini görmedim. uğurlarken, "kolay gelsin" dediler. bin kere orda konaklasam, bu etkiyi bırakamazlardı üstümde. başlarındaki insan kimse, onu da öpüyorum güzel yanaklarından.gözlerim doluyor; eyyorlamamı sonlandırıyorum.

  • bir öğrencim var biz ona musa diyelim. musa yaşıtlarına göre epey kısa ve zayıf, kaydederken kimlikte doğum yılına baktım doğru mu acaba diye. sesi de kendi gibi minicik. o kadar sevgi dolu ki cümlesine hep canım öğretmenimmmm diye başlıyor o minik ince sesiyle. mest oluyorum yemin ederim.

    bugün sulu boya kullanmayı öğrendik, boya nasıl kullanılır, fırça nasıl kullanılır anlattım sonra da bıraktım resimlerini boyadılar, bir süre sonra baktım ki musa arkasını dönmüş minik ayaklarını sallıyor, elleriyle yüzünü kapamış.

    gittim yanına noldu dedim. benim güzel kalplim diğer çocuklara heyecanla resmim güzel oldu mu diye sormuş, çocuklar da iğrenç, hep taşırmışsın, ıyyy çok kötü gibi şeyler söylemişler gülüşünü soldurmuşlar. gel dedim ikimiz beraber çok güzel bitane yapalım, onlara gösterelim resim nasıl yapılırmış. yanına oturdum çok güzel bi resim yaptık beraber. bu sefer bütün çocuklar onun yanına gelip iltifatlara boğdular. minik cılız sesiyle çok güzel yaptıkkkk canım öğretmenimmmm dedi sevindirik oldu. neşesi yerine gelince ben de mutlu oldum.

    sonra masama geçtim düşündüm biraz. hadi bunlar çocuk ama insanlar büyüyünce de aynı. hevesini kırmak için herşeyi yapıyorlar. senin mutlu olmandan rahatsız oluyorlar. dibe çekmeye çalışıyorlar. umarım ilerde musa bu tarz insanlarla hiç karşılaşmaz. lan insanlar üzmeyin sakın onu büyüyünce. bırakın hevesle bir şeyden bahsettiğinde baltalamayın, destek olun. yeminle gebertirim hepinizi.

  • kendi korkularımızla yüzleşmeden hiçbir şey yapamayacağımızın hikayesidir bruce wayne'nin hikayesi. ruhu kapana kısılmış bir adamın kendisini bir fikre, bir ideale adayıp, çok daha büyük bir şeye, bir efsaneye dönüştürmesinin hikayesidir. aslında kendi gücünün farkına varan herkesin çok daha başka şeylere dönüşebileceğini söyler bize. kendi gücünün farkına varan herkesin korkularını yendiği zaman içinden çok daha başka büyük şeyler çıkarabileceğini gösterir. kendini kaybetmişliğin karanlığı hakimdir psikolojisinde ama bu karanlıktan yükselen bir fedakarlık vardır. karanlık bir adamın, sırf insanlara yardım etmek için daha da karanlık bir adama dönüşmesinin hikayesidir bruce wayne'nin hikayesi. umudu ve insan ruhunu yükseltmek için benliğini karanlıklara gömen bir adamın hikayesi. çocukluğumdan beri yani 1989'da tim burton'un çektiği ilk batman filmini sinemada izlediğimden beri bu karamsar ruh hastası adamı büyük bir hayranlıkla izliyorum. belki, christopher nolan'ın bruce wayne'e kattığı derin psikoloji olmasaydı şimdi içimde derinlerimde bir yerlerde bu kadar karşılık bulmazdı bruce wayne. artık bir batman filmi çekmeyecek olan christopher nolan'ın, bruce wayne'e kattığı derinlik o kadar güçlü ki bundan sonra yeni batman filmi çekecek olanların christopher nolan'ın bruce wayne'inden dışarı çıkmaları olanaksız.

    bruce wayne, bize paranın insanın kendisini değiştirme amacıyla kullanıldığı zaman ne denli etkili bir araç olduğunu gösteren günümüz popüler kültürün yarattığı en içi dolu sağlam metaforlarından biridir ve belki de en güçlüsüdür. insanın istediği zaman içinden çok daha başka bir şey çıkarabileceğinin simgesel anlatımıdır.

  • ev, araba, çocuk, eş, ohaaa .

    otuz yaşımı düşünüyorum da ev sahibi kirayı almaya geldiğinde ayakkabımın altındaki deliği göstermiştim. kadın üzülerek gidip 1 saat sonra 100 mark getirmişti bana, kocası vermiş "gitsin güzel bir bot alsın kendine" diye. ayakkabım bile yoktu lan.

    şimdi hepsi var, ayakkabıları da alsın diye yerden tavana kocaman ayakkabılığımız bile var. ama o 100 markı koşa koşa evinden alıp gelen ev sahibim yok artık. o kadın ayakkabımın altındaki deliği kapatmaya çalışıyordu, şimdi her yanınızdaki deliği açmaya ve bu açıkları bulmaya ve daha da ötesi bu açıkları daha üstteki başlara sergilemeye can atan iş arkadaşlarım var. ve bu açık peşindeki iş ortamının yarattığı garip aura sana iş araba ev olarak dönüyor (eş ve çocuğu sokmayalım bu dünyaya)

    bundan dolayıdır ki, ne kadar kaçabilirsen o kadar mutlusun. ama eninde sonunda insan yakalanıyor. çünkü diğeri de çıkmaz yol haline geliyor.

  • bir süredir bende de olmuş olan ama giderek de kurtulmaya başladığım sıkıntı.
    sonra bunu kendime dert edip çevreme de sorduğumda hemen hemen bütün arkadaşlarımdan da aynı sorundan muzdarip olduklarını duydum.

    hemfikir olduğumuz konu akıllı telefonların insanlarda ciddi ciddi konsantrasyon sorunu yarattıkları.

    bunu fark etmek ve sorunu çözmeyi istemek çok önemli.
    ben kısa bir sürede bu sorunu çözmeye başladım.
    nasıl mı?
    akıllı telefonumda facebook uygulamasını kaldırdım. daha doğrusu facebook'tan çıktım.
    biraz rahatlama oldu zihnimde. bir arkadaşım ise facebook'a her baktığından sonra çıkış yaparak bu sorunu çözmüş. "her seferinde tekrar tekrar şifre girmenin zorluğuna katlanmamak adına günde ancak bir kere giriş yapıyorum,eskiden her dakika facebook'a bakmak için elim telefona giderdi" diyor.
    bir haftadır telefonu yanıbaşımda tutmuyorum. çünkü telefon cidden fiziksel alışkanlığa da yol açıyor,sigara alışkanlığı olan insanlarda elin istemeden ağza gitmesi gibi, el telefona gidiyor çünkü.
    telefonu artık yanımda tutmuyorum. bu da bir ölçüde beni rahatlattı.

    dün babamdan evlerinde bulunan akılsız telefonu aldım. sim kart olayını çözer çözmez onu kullanmaya başlayacağım.
    bu sabah bunun ilk adımı olarak, telefonumdan whatsapp , instagram gibi uygulamaları da kaldırdım.
    telefonu artık sadece konuşma ve sms amacı ile kullanacağım. çünkü gerçekten akıllı telefonlar insanın aklını alıyor.

    eline ne geçti diye soracak olursanız, söyleyeyim, bu hafta yeniden kitap okumaya başladım. aklıma telefon gelmeden ve elim telefona gitmeden çok ciddi iki belgeseli izledim. (bkz: samsara) (bkz: baraka)

    sanırım doğru yoldayım.

    edit: bkz eklemesi