hesabın var mı? giriş yap

  • düşük kültür seviyesi ürünü bir video. insan hakları diye bir şey olmasa videodaki elemanlar ya antik roma'daki gibi köle olurdu veya bilimsel deneylerde kobay.

  • genel olarak banisteriopsis caapi sarmaşığı (asma yaprağı olarak da adlandırılır ama sarmaşık daha doğrudur) ile psychotria viridis çalısının yapraklarından hazırlanır.

    banisteriopsis caapi sarmaşığı 2 beta karbolin, (harmin ve harmalin) içerirken, psychotria viridis çalısının yaprakları ise triptamin ve dimetiltriptamin içerir. ayrıca psychotria viridis yerine şu bitkilerle de dimetiltriptamin sağlanabilir (bkz: dimetiltriptamin/@mordevrim)

    2 bitki kullanılmasının sebebi dimetiltriptamin'in ağızdan alınması halinde bağırsakta bulunan mao'lar (monoamin oksitlenmesi) yüzünden denatüre olması yani işlevlerini kaybetmesidir. banisteriopsis caapi'nin içeriğinde bulunan harmala alkoloidleri ise mao'yu denatüre eden inhibitörlerdir, yani maoi'dir. bu sayede dmt işlevsel hale gelir.

    ama şunu belirtmekte fayda var ki monoamin oksitlenmesi vücut için hayati önem taşıyan bir durum, bir nevi bağışıklık sistemini ayakta tutan bir işlem. ve bu engellendiği zaman o süre boyunca tüm bağışıklık sisteminizi öldürdüğünüzü unutmayın. bazı maoi'ler bu oksitlenmeyi tamamen yok eder ve vücudun tekrar mao sentezlemesi 2 hafta sürer. yani 2 hafta boyunca bir nevi aids'sinizdir. işte bu yüzden banisteriopsis caapi sarmaşığı kullanılır çünkü bu sarmaşığın inhibitör etkisi 6 saattir. elbette bir sürü bitki bu işlevi görebilir. mesela en kolay bulunanı üzerlik tohumudur (peganum harmala). bu tohumun içinde de maoi etkisi gösteren harmala bulunmaktadır. ama dediğim gibi en iyisi banisteriopsis caapi sarmaşığıdır. (monoamin oksitlenmesinin engellendiği bu süre içerisinde sıkı bir diyete girilmelidir. çünkü beden kimyasal tepkimelere karşı artık dirençsizdir.) (okangutan'ın uyarısıyla: maoi'ler zannedildiği ya da benim okuduklarımdan yola çıktığım gibi bir bağışıklık sistemi çökerticisi değilmiş, yani asla bir geçici aids durumu söz konusu değil, aşağıda da tüketilmemesi gerektiğini söylediğim besinlerin tüketilmeme sebebi tehlikeleri değil, yaşanan deneyimin etkisini artırma amacıyla olduğu ise bir diğer uyarısı. peyote kullanımı ise hiçbir tehlike arzetmiyor imiş)

    bir uyarı daha, maoi'ler asla amfetamin ve mdma içeren şeylerle kullanılmamalıdır. ayrıca bu süre içerisinde peynir, bira, şarap, kahve, çikolata, yoğurt gibi besinler tüketilmemelidir. sonuçlar tamamen ölümcül olabilir çünkü. ayrıca peyote yani mescalito ile de alınmamalıdır. (bakınız bir üstteki paragrafın son parantez içisi)

    ayahuasca deneyimlerinin çok büyük bir kısmında titreme, kusma, mide bulantısı, tansiyon, sıçma gibi durumlar görülmüş araştırdığım kadarıyla.

    bu ayahuasca konusunu araştırırken ilgimi çeken şey ise çok kolay bulunan üzerlik tohumu. bu tohumda yukarıda bahsedilen sarmaşıktan daha fazla maoi var. üzerlik tohumu ile ufak ve şaşırtıcı bir bilgi: (#13142396) (mesnevi'de sürekli neyden bahsedilmesi ve neyin yapımında kullanılan kargı kamışı yani arundo donax'ın da çok miktarda dmt içermesi apayrı bir konu. yani önce üzerlik alınarak maoi etkisi sağlanacak ve ardından kargı kamışı alınarak dmt'nin tavanına vurulacak. güzel yöntem).

    dmt için ise bir kaç bitki daha var. birisi internette hiç türkçe kaynak bulamadığım desmanthus illinoensis bitkisi (desmanthus leptobulus'da da çok olduğu söyleniyor). diğeri arundo donax, yani bildiğiniz kargı kamışı. ve bir de başlığında yeterli bilgiyi verdiğimi düşündüğüm phalaris arundinacea. ayrıca mesquite bitkisinde de benzer alkoloidler bulunuyormuş. araştırmak lazım.

    sonuna gelirsem; kısaca ayahuasca'yı deneyimlemek oldukça tehlikeli ve yanınızda bu işi iyi bilen birisinin olması oldukça önem arzediyor.

  • cast away'de tom reyis ile wilsın reyis tipidir benim için. öyle bağlanmak istiyorum işte.

    edit:
    bilmeyenler için söyleyelim yanlış anlaşılmasın. tom reyis erkek wilsın reyiz toptur.

    edit2: tekrar düzeltelim. wilson reyiz gerçekten toptur. voleybol topu.

  • annemdir.

    içinde babamın isminin yazdığı ince, düz, sade bir halka ama annem için her şeyden değerli. bu alyans annem için ne kadar değerliyse babamın alyans takmayışı da o kadar dertti. babam nişanlandıktan kısa bir süre sonra ekonomik sebeplerden dolayı kendi yüzüğünü satmak zorunda kalmış. yıllarca belini doğrultamadığı için de ikinci bir alyans alamamıştı.

    anneler malum kirli çıkıdır, ellerine üç beş kuruş geçse hep biriktirirler. ne zaman kenarda köşede bir birikim yapsa babama yüzük almayı teklif ederdi, babam da çok isterdi, birçok erkeğin aksine alyans takmayı sevdiğini söylerdi, her ne kadar çok kısa bir süre takmış olsa da belki de tadını çıkaramadığı için hep içinde kalmıştı. ama yıllarca annemin birikimleri hep farklı yerlere, onlara göre bir alyanstan daha gerekli olan yerlere yani bize harcandı; kardeşim ve bana.

    nihayet yıllar sonra annem de işe girmiş çalışıyorken alyans alacak kadar parayı biriktirdiler. hiç unutmam hep beraber gittik seçmeye, bir tane beğendik içine annemin adını yazdırdık. ikisi de öyle mutluydular ki.

    bir süre taktı babam alyansını. sonra hastalandı, art arda ameliyatlar, kemoterapiler, işten ayrıldı. ekonomik sıkıntılar yine başladı derken babam yine alyansını satmak zorunda kaldı. bir alyans kaç para edebilir ki? en azından bizim aldığımız çok bir şey değildi ama hayat bazen insanı bir liraya bile muhtaç edebiliyor, işte öyle bir zamanda sattı babam alyansını. her ne kadar üzülseler de buna mecbur olduklarını farkındaydılar. yine alırız dedi babam anneme.

    yine alırız dedi ama yine alacak kadar yaşayamadı maalesef.

    annem için bu alyans babamdan sonra parmağından çıkması düşünülecek bir şey bile değildi, gözü gibi, ne bileyim eli gibi bir şeydi. insan eşi ölünce gözünü çıkarıyor mu? en fazla kalbini çıkarıyordu sanırım, bu da öyle bir şeydi.

    yine alırız demişti ya babam, o hep istediği ama almanın bir türlü kısmet olmadığı alyanstan kardeşimle ben aldık anneme, babamdan dört yıl sonra içine ikisinin adını yazdırdık. 27 yıldır hiç çıkarmadığı incecik alyansının üstüne taktı, sanki babam yıllarca parmağında taşımış da ölümünden sonra anneme emanet etmiş gibi, öyle bir bağlılıkla.

  • 2014 yılının yaz dönemi. çanakkale'de bir barda garsonluk yapıyorum. biraların, votkaların havada uçuştuğu hareketli bir cumartesi gecesi. mekan tıklım tıklım dolu.

    bir eleman geldi, tek başına. kendi halinde zararsız bir tip. hepiniz bilirsiniz; tek başına gelen erkekler pek hoş karşılanmazlar böyle mekanlarda. bu yüzden mekanın arka taraflarında bir masaya oturmasını rica ettik. adam hiç ikiletmedi, 'masa masadır' dedi, gitti oturdu. tamamen kendi halinde. söyledi birasını, içmeye başladı. ne yan masasında kimin oturduğu umrunda, ne de mekanda çalan müzikler. kulaklığını takmış, kendi kendine müzik dinliyor.

    3. biranın ortalarındayken; elemana bir şeyler oldu. oturur vaziyette dans etmeye başladı. hepimiz işi gücü bıraktık, lavuğu izliyoruz. gerdan kırmalar, omuz silkmeler, neler neler. sonra oturduğu sandalyeden ayağa kalktı, başladı moonwalk yapmaya. güzel de oynuyor piç.
    ama hiç kimseye bir zararı yok. tamamen kendi halinde.

    bizim patron rahatsız oldu.
    ''kaç kere söylemem gerekiyor evladım. şöyle kekoları mekana almayın bir daha'' diye söylenmeye başladı. ama adamın gerçekten hiç kimseye bir zararı yoktu. kendi halinde eğleniyordu, canı dans etmek istemişti ve kimseyi rahatsız etmeden canının istediği şeyi yapıyordu. ben asla yapamazdım örneğin onun yaptığını. yanlış olduğunu düşündüğümden falan da değil üstelik. utandığımdan, sadece utandığımdan. yan masadaki kız güler mi diye çekindiğimden veya elalem ne der diye düşündüğümden. ama hayatta yapamazdım. eleman dans etmeye devam ediyordu ve müthiş eğleniyordu.

    atın şu kekoyu mekandan dedi bizim yavşak patron. ''burası düğün salonu mu?''

    güvenlikler masaya gittiler ve adamı dışarı davet ettiler. adam hiç istifini bozmadı amk. yerine oturdu, kulaklığını toplayıp cebine koydu ve ''rahatsız etmek istememiştim, kusura bakmayın. hesabı alabilir miyim'' dedi.
    sakince çıkıp gitti mekandan.

    ''yavşaklar ölmez, sadece şekil değiştirir'' der ünlü bir yazar. ve o akşam kendi halinde dans eden o adama 'keko' diyen zihniyetle, dün akşam bu güzel abimize 'sığır' diyen zihniyet aynı yavşak zihniyet.

  • ırkçılığın, geri zakalılığın, beyinsizliğin, insansızlığın ve insafsızlığın vücut bulmuş halidir. uygur türklerine yapılanlar yıllardır zaten yazılıyor çiziliyor.

    kadın çinli değilmiş. bir kere çinli olsa ne olacak? olmasa ne olacak. zulümü o kadın mı yaptı? hadi o yapmış olsun senin de ona farklı şekilde zulüm etmenin mantığı ne olur bu durumda. bu nasıl hoşgörü, bu nasıl dindarlık, bu nasıl bir millet.

    sen onu dövünce uygurların intikamı mı alınmış oluyor, yaptığın bir s*e merhem mi oluyor?

  • 2005 ağustosun son haftası.

    2 ay önce eşimle ailelerimizin redlerine rağmen hepsini karşımıza alıp 2 arkadaşımızı şahit yapıp evlenmişiz. yeni mezunuz ve işe başlayalı sadece 10 ay olmuş. yani eşim ve benim maaş toplamımız kuş, evlendikten sonra karşımıza çıkan kira, fatura, mutfak, beyaz eşya taksiti, koltuk taksiti vs. gibi giderler ise dev kadar. iş yeri küçükyalı'da kiralık evimiz çengelköy'de. şirketten erken maaş istemişim ancak muhasebe departmanından yeni mezun çömeze cevap yazmaya bile tenezzül edilmemiş. cebimde kalan para sadece iş yerinden gebze harem minibüsüyle hareme gidecek kadar. ayağımda tabanı artık yırtılmış ancak üstten bu yırtığı görünmeyen, yürüdükçe yoldaki tozları içine dolduran bir ayakkabı.

    harem'de indim. çengelköy'e yürüyorum. 15 dakikada bir eşim arıyor. her defasında sözler veriyoruz birbirimize hiç kimseye muhtaç olmadan ayakta kalacağız diye. yaklaşık 1,5 saat sonra ayakkabımın içi toz toprak dolu varıyorum evime. sarılıyoruz eşimle. yine sözler veriyoruz birbirimize.

    maaşa daha 1 hafta var. bir hafta boyunca evde tek yemek makarna. 1 haftalık süre içinde kozyatağı'nda çalışan üst komşumuzdan rica minnet beni de en azından kozyatağı'na bırakmasını istiyorum çünkü işe gidecek param yok. her gün sabah akşam aynı ayakkabılarla kozyatağı'ndan küçükyalı'ya yürümeye devam.

    çaresizlik...

    şu an 32 yaşındayım. ev, araba gibi istanbul'un temel ihtiyaçlarının hepsine sahip olduk. borcumuz harcımız da kalmadı. 2 tane dünya tatlısı çocuğumuz var. artık tüm yatırımımız onların üstüne. daha özgür bireyler yetiştirmeye çalışıyoruz. onları dinlemeye ve anlamaya çalışıyoruz.

    sözlerimizi tuttuk, mutluyuz. o ayakkabıları hala saklarım...