hesabın var mı? giriş yap

  • 5 6 yaşlarındayım, kız kardeşim yeni doğmuş, hasta ve güçsüz. istanbul'un yeni yerleşim yerlerinden birinde, çamurdan sokakları olan bir semtte yaşıyoruz. daha duvarlarındaki beton kururmamış bir kooparatif dairesinde kiradayız. duvarlar yeşil ve sürekli küflü. kardeşim sürekli hasta.

    ben de muz seviyorum. 1 kere mi ne yedim ama olmaz böyle bir lezzet abicim. kokusu, kabuklarını yana doğru açarak yeme durumu falan. böyle bir şeyin ağaçta kendiliğinden yetişmesi ibretlik yani. işte hatırlarım kardeşime güç bela muz alırlardı, annem bi parça verirdi sonra da tembihlerdi beni, "oğlum kardeşin hasta diye bunları yemesi lazım, çok pahalı alamıyoruz" diye. o evde o muz dururdu da ben gidip bir tanesini yemezdim, arada sırada kese kağıdını koklardım ama yemezdim.

    kız kardeşim evlendi şimdi, geçen gün onlara gittim, bir tabakta meyve getirmiş. dilimlenmiş muzlar... onlar öyle yenmez ki.

  • gideceğiniz yere ulaşınca inmeye çalışmak gibi bir hata yapmayın. kaldı ki bu zaten mümkün değildir. 500t sizi uygun bir zamanda, uygun bir yerde indirecektir.

  • insanoğlu bununla ciddi ciddi sınanıyor demek ki. derler ya hani, ya arkadaşını kaybedersin ya paranı. bazen ikisini de kaybediyorsun da hangisine üzüleceğini bilemiyorsun. ben borç isteyenlere: "valla bozuk yok abi üstümde." diyorum da, babam bu konuda hayır diyemiyor. kendisi kefalet konusunda da bir numara olup hali hazırda bir arkadaşının kredi borcunu da üstlenmiş aşmış bir şahsiyettir. efendim, benim bu babam yine bi gün bir arkadaşına borç verdi. yıllar geçti, adam ödemedi. geçen gün "yea bi mustafa amca vardı, ne oldu ona?" diye sorunca ben, babam sitem etti, arayıp sormuyor, telefonlara çıkmıyor, düğünümüze bile gelmedi, artık sevmeyeceğim, dedi. üzüldüm. çok iyilerdi.

    neden sonra bikaç gün önce, bi telefon gelmiş, mustafa amca babamı aramış. ankara'daymış. kalbinden ameliyat olacakmış. acaba helallik mi istiyor, dedim, şomağızlı dediler, her ameliyat olan ölüyor mu? bilmem. ölmüyor mu? babama sen nasılsın demiş, benden bir isteğin var mı demiş. babam da, canının sağlığı demiş. konseptten ayrılmamış. dur demiş hatta, hastaneye geleyim, göreyim seni bir. ayy canım ya son kez bi görmek istedi demek arkadaşını dedim, şomağızlı dediler, niye son olsun? bilmem. neden olmasın? annem, hastaneye gitmek üzere hazırlanan babamı, işte sen böylesin, çok iyisin, herkesin her şeyine koşuyorsun, saf mısın nesin diye inceden inceye doldururken; benim yüce gönüllü babam, hasta yatağındaki bunca yıllık arkadaşını müdafaa için şunları söylemiş: "gideyim ya, belki parayı verir."

  • - keloğlan' ın kimi kimsesi yokmuş
    + annesi nerdeymiş?
    - annesi yokmuş, ölmüş
    + babası nerdeymiş?
    - babası da yokmuş, ölmüş
    + (ağlamaklı ) birsen teyzesi de mi ölmüş??

  • + aşkım ezgilerle oturuyorduk büyük bir patlama
    sesi duyduk iki terörist içeri girdi bir tanesi
    canlı bomba olduğunu diğeri ise psikopat
    olduğunu söyledi kolumu kırdı yüzümde ve
    vücudumda çizikler var 5 yerimden bıçaklandım
    arkadaşım öldü , polis zor kurtardı bizi bu
    mesajı da bir başkasına yazdırdım.

    - ezgi kim?

  • "o saçının kenarini kazıtan kızlar evlenir de ben evde kalırsam yere göğe molotof atarım amk"

  • 9 gag giflerini anlamıyorum bazen, yetmiyor ingilizcem. bazen twitter geyiklerini de anlamıyorum. işte tam orada bi kahraman çıkıp anlamadım yazıyor, başka bi kahraman da cevaplıyor. ben egoma bok sürdürmeden konuya hakim oluyorum. seni seviyorum anlamayan adam, anlamayıp dile getirmekten korkmayan adam.

  • erkek: merhaba, bir gasp ihbarında bulunmak istiyorum.
    memur: gasp mı? olay nerede yaşandı?
    erkek: 21. sokak ve dundritch caddesinin arasında yürüyordum. bir adam aniden silahını çekerek, bana tüm paramı ona vermemi söyledi.
    memur: ve siz de verdiniz mi?
    erkek: evet, söylediğini yaptım.
    memur: yani tüm paranızı hiç direnmeden, yardım istemeden ya da kaçmaya çalışmadan mı verdiniz? bağırmadınız üstelik?
    erkek: evet, ama çok korkmuştum, beni öldüreceğini düşündüm!
    memur: hmm, ama söylediğini yaptınız. ayrıca anladığım kadarıyla bir hayırseversiniz.
    erkek: evet, hayır kurumlarına bağış yapıyorum.
    memur: yani para dağıtmayı seviyorsunuz, para dağıtmayı bir alışkanlık haline getirmişsiniz. herkese veriyorsunuz galiba.
    erkek: bunun konumuzla ne alakası var?
    memur: herkesin sizin para dağıtmayı seven biri olduğunuzu bile bile fiyakalı takımınızla dundritch caddesinde yürüdünüz ve gasp sırasında hiç karşılık bile vermediniz. kulağa, parayı isteyerek vermişsiniz de sonradan pişmanlık duymuşsunuz gibi geliyor. söyleyin bana, bir pişmanlığınız yüzünden onun hayatını karartmak istiyor musunuz gerçekten?
    erkek: bu tamamiyle saçmalık!
    memur: bu, tecavüzle aynı şey. kadınlar tecavüzcülerini adalet karşısına çıkarmak istediğinde her gün bu muameleyle karşılaşıyorlar.

    (kaynak, ertuğrul uzun)

  • sabah uyanıp dünyanın en pahalı otomobili olan arabama bindiğim şehir. yanlış anlaşılmasın, arabam dünyanın en pahalı arabası değil ama diğer ülkelerdeki birebir yıl ve modeldeki araçlar arasında bir rekortmen. misal benim arabanın yenisi londra'da 72 bin lira* daha ucuz. fakat işte londra gibi bir avrupa mezbeleliğinde yaşamayıp, istanbul gibi bir markada yaşamanın bazı küçük bedelleri oluyor.

    şehitler tepesinden geçip günün ilk toplantısına gittim, arabayı ara sokaklarda bir park yerine yanaştırdım. bir belediye çalışanı gelip 1 saati 7*, iki saati 9* lira dedi. 9 liramı verip arabamı sokağa bıraktım. mesela berlin'de, şehir merkezi hariç her park yeri bedava olsa da, merkezde saati 1 euro'ymuş. e tabi berlin gibi bitmiş, yaşlı nüfuslu bir şehirde yaşamaktansa, istanbul gibi dinamik ve kozmopolit bir metropolde yaşamanın bazı küçük bedelleri oluyor, bence oldukça normal.

    günün ikinci toplantısı için şehitler köprüsü'nden karşıya geçtim, %48 zam gelmiş, 7* lira verdim. bunu da başka şehirlerle karşılaştırmak isterdim fakat dünyanın diğer büyük kentlerinde şehirleri birbirine bağlayan köprüler genellikle bedava. zaten o köprülerin çoğu eski püskü şeyler. istanbul gibi ulaşım projeleriyle öne çıkan bir kentte yaşamanın küçük bedelleri oluyor, e olması da normal.

    karşıdan dönerken benzin almam gerekti. benim depo istanbul'da 280*'e, new york'da 130 liraya doluyor. e bu da normal, sonuçta biri dünyanın en önemli şehirlerinden, en büyük havayolu hublarından biriyken, diğer alalade bir dejenerasyon yuvası.

    dönerken telefonum çaldı, eşim aradı, bu arada telefon diyip geçmiyim o da dünyanın en pahalı telefonu, mesela montreal'de benim verdiğim paraya aynı telefondan iki tane veriyorlar. eşim yüksek bir ses duyduğunu, panikle 2.5 yaşındaki oğlumuzu eve getirdiğini, iyi olup olmadığımı sordu. son olaylardan sonra gaipten sesler duyar oldu bu kız, istanbul'un keyfini pek çıkaramıyor. bu cennet şehirde yaşamanın küçük psikolojik bedelleri de oluyor ki aslen oldukça normal.

    iyiyim, şu an çok akıllı bir gazetecimizin "adı şehitler rıhtımı" olsun dediği klübün önünden geçiyorum dedim, rahatladı.

    sonuçta diyeceğim o ki burası çok güzel, çok marka, çok önü açık bir şehir. sosyal medyada bu yukarıda saydığım batının yozlaşmış kentlerine taşınanları gördükçe şaşırıyorum.

    bu satırları 50 megabit parası ödeyip, 11 megabit kullanabildiğim internetimle yazıyorum. zaten azı karar fazlası zarar, öptüm ponponlar.

    db edit: sürekli amsterdam'da otopark pahalı mesajı geliyor, kafanız hep böyle rahat hep böyle güzel olsun dostlar.

    (bkz: minik eymen'e yardım ediyoruz kampanyası)

    güncel edit: değişimi görmek adına, *altında bazı rakamları güncelledim.

  • cevabı ilber hocada. türkler yalnız kalmayı öğrenememiş bir millettir ne yazık ki. insan en dolu anları yalnızken yaşar. asosyallik değil bu, istediğimiz zaman gidebileceğimiz arkadaşlarımız var. ama güzel olan yalnız başına yaşamayı öğrenebilmektir. konser,tiyatro,sinema,alışveriş,yemek. arkadaşla yapılmaz demiyorum ama yalnızda yapılabilir.

  • sıfırdı bir ara, sonrasında evlendim. mutlu olacağıma inancim yüzde yüzdü, boşandım. yani pek takılmamak lazım, sevgiler.

  • şahsen en sinir olduğum görgüsüzlükleri yazacağım, bunu uygulayan insanlara istisnasız sert çıkar ve keyfini kaçırırım.

    -telefonla bir şey gösteren birinin elinden telefon alınmaz. onun elinden bakılır.

    -şahıslardan "bu" diye bahsedilmez.

    -detay vermenin istenmediği belli olan bir konuda ısrarla soru sorulup kişi darlanmaz. hatta çok yakın arkadaşınız değilse hayatıyla ilgili hiçbir konuda soru sorulmaz, o isterse anlatır zaten.

    -mesaja saatlerce ya da 1 gün sonra gibi geç cevap verildiğinde hiçbir şey olmamış gibi konudan bahsedilmez, önce geç yazılma sebebine dair kısa bir açıklama yapılır.

    -bir kişiye ne kadar samimi olursanız olun ortamda en az 1 kişi daha varsa "şurana şöyle olmuş" vs. denmez.

    -sizden özellikle tavsiye istenmediyse giyim tarzı konusunda tavsiye verilmez. "öyle giyinme, böyle giyin." denmez. bunun alt anlamı "bu halin iyi değil."dir. size ne başkasının giyim tarzından yapraklarım. ben kimsenin tarzı hakkında yarım saniye düşünmemişimdir, nasıl bu kadar hayatsız olabiliyorsunuz?

    -göz göze gelince öküz öküz dümdüz bakılmaz, hafif gülümsenir. normal hali asık suratlı biri olarak söylüyorum.

    ailem mi çocukken beni çok kastı bilmiyorum ama bazı insanlara cidden görgü hiç yüklenmemiş. 83 milyonu bir araya toplayıp hızlandırılmış adab-ı muaşeret kursu veresim var.

  • isveç yerine isviçre de yazabiliriz. hem de daha absürt olanlarını yaşadım. neredeyse her gün evimize bir sürü çocuk doluşurdu, bizim çocuklar misafirperver, herkese buyrun gelin diye teklif ederlerdi. bol yemek yaptığımız için herkese yeterdi. kimse de yadırgamazdı. ama bizim çocuklar genelde aç dönerdi. paylaşmayı, ikram etmeyi, misafire hizmet etmeyi pek bilmezler. kendi çocuğundan kira ve yemek parası alan, buzdolabını ayıran “aileler” tanıyorum. kim ne aldıysa üstüne postit yapıştırıyor… bi de aşırı açık sözlüler, artık iyi mi kötü mü bilemem. eşimin çocukluk arkadaşını ziyarete gittik, haftalar öncesinden randevu aldık, on yıl falan görüşmemişler, meksika’da yaşamış tekrar geri dönmüş. eh biraz insanlık öğrenmiştir diyordum ki… yemek aşırı lezzetsiz, zorla yiyorum demez mi “iyi ki geldiniz de bunları yiyorsunuz, kaç gündür duruyordu, food waste olacaktı…” artık sadece akdeniz veya latin, asya kültürü olan ailelerle takılıyoruz. kuru misafirlik çekilmiyor.

  • yeni işe girdim, her gün girişte ve çıkışta kart okutuyoruz ve ben werkstudent olarak haftada 20 saat çalışıyorum. bazen işim geç bittiği için 5-10 dk geç çıkmışım ve haftada 20 saat 35 dk zaman harcadığımı görmüşler. ik çağırdı acilen gittim utana sıkıla neden fazla zaman geçirdiğimi, bana fazla mı iş verildiğini vs sordular. yok dedim kendi isteğimle oldu. 35 dk lık parayı maaşıma eklediler özür dileyerek. ofiste birşey demedim ama eve giderken bir garip oldum türkiyede yeni mezun mühendis olarak haftada 60 saat çalışıp 40 saatlik asgari ücret alıyordum ve bunu büyük nimetmiş gibi sadaka gibi veriyorlardı ah ulan.