• çocukluk travmalarıyla çok ilgili bir bozukluk.

    bir söz vardır; "hayatta güzel olan ne varsa ya yasa dışıdır, ya ahlak dışıdır, ya da kilo aldırır." diye.

    eğer çocukken kurallara uymanız ve cici bir çocuk olmanız yönünde baskılandıysanız büyük ihtimalle kontrolü kaybetmenize izin verilen tek şey yemek yemek olmuştur. özellikle de aşırı ikram ve beslenme üzerine kurulu bizimki gibi bir kültürde. bu da kişinin sorunlarından kaçınma davranışı olarak yemek yemeye olan yatkınlığını belirliyor olabilir. özellikle kadınlardaki versiyonunun altında yatan problemin bu olması hiç şaşırtıcı olmaz.

    cinselliğini kontrol et (bekaretini koru), tavırlarını kontrol et (el alem ne der). hayatını hep kontrol altında tutmaya çalış ama sen de insansın sonuçta, bir yerde patlarsın. e suç işlemek istemediğine ya da her önüne gelenle yatamayacağına göre kontrolünü keyif verici olan diğer alanda kaybet. normal olmayan şekillerde ye. çünkü normal seviyedeki bir yeme tatmini hayatınındaki bütün mutsuzlukları telafi etmeye yetmeyecek.

    bu yeme bozukluğuna sahip olanlara bakın, hayatlarının bir döneminde mutlaka yemeyi de baskılamışlardır. çünkü olay ya hep, ya hiç. ya baskıla, ya koyver gitsin.

    kendi adıma konuşmam gerekirse bazen dengeyi bulduğumda mutlu olacağımı düşünüyorum. ama sanırım mutlu olduğumda dengeyi bulacağım.
  • uzun yazı, uyarayım.

    şununla alakalı (bkz: duygusal yeme).
    şu da var tabii (bkz: savunma mekanizması).

    içimdeki boşluğu artık yemeğin dolduramadığını aksine o boşluğu büyüttüğünü tüm benliğimle gerçekten fark ettiğimde, hatta bilinç düzeyinde kalmayıp bunu hissettiğimde yakamı bırakan yeme bozukluğu.

    kendimi tanıtayım, benim göbek adım "yapmam lazım". gün içinde en sık kullandığım ifade bu olabilir. tam bir görev, sorumluluk insanıyım. öğrencilik yıllarımdan beri checkbox'larla yaşarım. buzdolabımda, çalışma masamın her yerinde, telefonumun notlar uygulamasında, ajandamda checkbox'lar vardır. bunlara tik atıp atamamam başka bir konu, ama her zaman kendime maddelerce checkbox çizer ve kendimden hep bir şeyler beklerim. bir felaket olduğunda bile aklıma önce "e işler ne olacak?" düşüncesi gelir. çünkü yapmam lazım. diyet de bunlardan biri. kilo aldıysam kilo vermem lazım. onu yememem lazım. bunu yemem lazım. spor yapmam lazım. pilatese gitmem lazım. kardiyo yapmam lazım. yarış atı gibi koşmayı seviyor muyum ki ben? hayır, ama koşmam lazım. teoride sağlıklı olan her şey pratikte nasıl toksikleşir, çok net bir örneğiyim. ya da öyleydim.

    şimdi binge eating'e gelelim ama bunu zaten türkçeleştirdiler: "tıkınırcasına yeme bozukluğu". neyse, son 2 yıl bununla cebelleştim. diyet hayatımda hep vardı, ya hep ya hiç kafası hep vardı. hep diyetteydim. "e hani diyetteydin?" sorusunu duyduğumu çok hatırlıyorum. bu sorudan nefret ederdim. dolayısıyla bir gün artık tek başımayken yemeye karar verdim. sonra pandemi oldu, artık istemesem de hep tek başımaydım, yılların acısını çıkarırcasına canımın istediğini tek başıma yeme ritüelleri birer atağa, zor zamanlarda başa çıkma mekanizmasına dönüştü. 34 kilo aldım.

    sonra toparladım, geçen ekim ayında başlayıp yine checkbox'larla yaklaşık 20 kilo verdim. ama kafa değişmedi. kendime magnetli bir menü şablonu aldım, buzdolabına yapıştırdım. o hafta yiyeceklerim belliydi, her yediğimde bir tik attım. yemek yemeye tik atmak, içtiğin su miktarına tik atmak... aldığın nefes sayısına tik atmak gibi bir şey, baktığınızda tabii ki sağlıklı değil. ataklarım oldu, bazen 2 kilo aldım. o kiloyu hemen detokslarla attım. kendimle kurduğum ilişki mahkum-gardiyan, çocuk-fransız mürebbiye ilişkisiydi.

    temmuz ayında kedim hastalandı ve tabii ki onu yaşatma mücadelesi de bir checkbox olarak "görevlerim" listesine eklendi. diğer görev ve sorumluluklarımı elemeden. "zor bir zamandan geçiyorum, bir süre şunları şunları yapamayacağım" demeden. günde en az 5 saatimi kedime ayırmak zorundaydım ve diğer işleri de o günün geri kalanına sıkıştırıyordum. 48 saat uyumadığımı biliyorum. ben kızımı iyileştirmeye çalışırken aslında kızım da beni iyileştirecekmiş, bilmiyordum.

    ben en sonunda çöktüm, sağlam çöktüm. sonra çok sevdiğim bir arkadaşım müthiş bir tirad ile benim ağzıma en az çöküşüm kadar sağlam sıçtı. "senin bu kendine yaptığın sigara içmekten daha zararlı" dedi bir yerde, onu unutmuyorum. "doğru" diyerek sigarasından bir tane alıp yaktım. sigara da içmemem lazımdı. çünkü bırakmıştım. ve arkadaşım "e hani bırakmıştın?" demedi. onun çok doğru bir dost olduğunu anladım o an. "iyiliğim için" olacak en son şeyin o soru olduğunun farkındaydı. sonra da pek içmedim.

    bir ay önce diyet yapmayı bıraktım, diyet denen şey ataklarımı tetiklerdi zaten. son bir aydır diyet yapmadan, sadece acıktıkça yiyerek ve kilo vermek için değil, iyi hissetmek için yaptığım yürüyüşle, yogayla birincil amaç bu olmadığı halde daha da kilo verdim. 2 aydır da ataksızım ki bu son 2 yılda elde ettiğim en uzun süre. canım sağlıklı yemek istediği için sağlıklı yiyorum. sebzeyi çok seviyormuşum ben mesela. sebzeyi sevdiğim için yiyorum. çok açken kalorisi yüksek bir yemek yediğimde "oh be iyi geldi" dedim bir kez. binge eating'i bilenler bilir, kalorili bir yemek sonrası hissedilen duygu suçluluk olur genelde ve ardından sıkı diyetlerle cezalandırıcılık...

    üstelik son bir-iki ayım dış etkenlerden dolayı mental bir işkenceden ibaret, en atağa açık zamanlar, buna rağmen ataksızım. elbette emziği elinden alınmış bir çocuk gibi hissettiğim oldu. zor zamanlar, sağlıksız da olsa bir başa çıkma mekanizmam vardı, şimdi o çökmüş durumda. midemi berbat şeylerle doldurmak istemiyorum ama "peki ne yapılır ki?". öylece yattığım oldu. çok müzik dinledim. aktif dinlemeden bahsediyorum, kulaklığımı takıp müziğe ve duygularıma teslim oldum. ağlamak istiyorsam ağladım. bu dönemde kendimi müziğe ve kitaplara tam anlamıyla adadım. başka bir şeyle beslenemiyorum, ruhum çok ve yemek artık doyurmuyor. ilginç bir şekilde eskisi kadar çok para da harcamıyorum çünkü alışveriş de ruhumu doyurmuyor.

    son bir aydır her gün obsesif bir şekilde tartılmıyorum, son bir aydır kilo vermek, bir biçime girmek artık umurumda değil. ben 34 beden olunca sevecek adam hiç sevmesin. 36 beden olunca kendime hak gördüğüm güzellikleri bugün de hak ediyorum. sevginin, ilginin koşullanmış, bir ödül olarak sunulmuş her biçimini reddediyorum, iyisi-kötüsüyle bir bütün olarak kabul ettiğim insanlardan aynı şeyi beklemeye ve beklediğimi alamadığımda gitmeye hakkım olduğunu 32 yaşıma iki ay kala fark edebildim. "yeterli olmaya" çalışmaktan bıktım ve yanımda sadece beni olduklarım ve olamayacaklarımla bir bütün halinde seven, sayan ve kabul edenleri istiyorum.

    özetle, checkbox'lar gitti, ataklar gitti. kendimden beklentilerim hafifledi, ben hafifledim. farkına varmadan sezgisel beslenme kafasına erişmiş olabilirim ya da sözlük diliyle sikerler eşiği de diyebiliriz.

    my body is a cage şarkısını çok severim. beni daha iyi ifade eden bir şarkı daha duymadım. yıllarca en karanlık anlarımda bu şarkıyı dinledim. "my mind holds the key" sözünü anlayabildiğimden beri artık o kadar karanlık bir şarkı değil.

    aaa 3 kişi okur zannederken debe olmuş edit: güzel mesajlar için teşekkürler. yalnız bir konuda ekleme yapmam lazım: elbette nefesi kuvvetli arkadaşım bir tiradla beni iyileştirmedi.* bu süreç, çok yanlış elementlerin aynı anda ve uzun süre çok doğru bir şekilde hayatımda yer almasıyla içimdeki bir şeyin (özümün?) "bir şey değişmeli yoksa boğulacağım" çığlığı sonucu kendiliğinden gelişen bir şey oldu. "yarından itibaren diyet yok, artık sezgisel besleniyorum" demedim, tam tersine hayatımda ilk kez yarın bir şeye başlamak, bir karar almak istemedim. o konuşma da çok doğru zamanda suratıma indirilen bir tokattı sadece.

    bununla ilgili 2 seans terapi aldım ve bıraktım, o dönem sezgisel beslenmeye açık biri değildim, zamanı değilmiş demek ki. zaten yeme bozukluğumun sebebi için yanlış yerlere bakıyordum, kendi mükemmeliyetçiliğimin bir sebep olacağı aklıma bile gelmemişti.

    herkesin hikayesi ve sebebi farklı, o yüzden şunu yapın diyemem. kendi hayatımın bile en komplike konusuyken başkasına öğüt verecek haddim yok ama çıkış var buradan ve herkesin kendi zamanlaması var, umudunuzu kaybetmeyin.

    sevgi ve her şeyiyle kabul edilme hissi çok iyileştirici bir şey (tabii ki kalp kıran, umursamaz, çıkarcı bir kancık olun ve buna rağmen sizi çok seven insanlar bulun demek değil bu, şu "koşulsuzluk" konusu dünyanın en suistimale açık muhabbeti olabilir). siz kendinizi kabul etmezken size bunu hissettiren arkadaşlarınıza, yakınlarınıza odaklanın ve onların gözlerinden kendinize bakmayı deneyin diyebilirim en fazla. tek çözüm olmasa da faydası kesinlikle var.
  • dsm-4'te tıkınırcasına yeme diye geçen, psikiyatride tepkisel aşırı yeme bozukluğu olarak da adlandırılan şeyin ecnebicesi. genellikle blumiklerin yaptığı bu kendinden geçme seansları, doldurdukları mideyi tamamen kusturmalarıyla son bulur. hastalığın semptomlarından biridir yani bu kriz anları.

    ancak bazen tek başına da görülebilen bir sendromdur tıkınırcasına yemek yemek. yani kişi yer, yer, yer, yer. iğrenir, yer. midesi bulanır, yer. kendinden nefret eder, yer. ne yaptığını sorgular, yer. cevap bulamaz, yer ve sonunda durur. öylece durur, bir anoreksik ya da blumik gibi kusmayı ya da laksetif alıp bağırsaklarını boşaltmayı denemez. belki aklından şöyle bir geçirir ama öyle yoğun bir istek duymaz.

    hatırlıyorum da; anoreksik ve blumiklerin tıkınırcasına yedikten sonra neler yaptıklarını okuduktan sonra sıra tek başına görülen "tıkınırcasına yeme"ye gelince kahkahaları koyvermiştim . düşünsenize bir grup kusuyor, laksetif içiyor olmadı deli gibi saatlerce spor yapıyor. diğer grupsa karnını okşuyor, olmadı bir soda açıyor. yemiş yemiş sıçmamış diye bir tabir vardır ya onu aklıma getiriyor.

    insan bazen çok aymaz oluyor. farkındalık dedikleri şu nane var ya, çok geç ortaya çıkabiliyor. resmen "ahıhaha, tiplere bak yiyip duruyor danalar, yiyip yiyip sıçmamış, ahıhahıah" diye gülerken zınk diye bir şey oynadı beynimde. ulan bende de var bu. evet o dönem zaten 3. sınıf sendromundan muzadiribiz, hangi rahatsızlığı görsek hemen teşhisimize ekliyoruz. ama bu öyle değil, bu sefer bingo. takıntılı yeme ama sıçmama, mıh gibi durma sendromu neredeyse yıllardır beni de esir almış.

    kendinizi mutsuz hissettiğinizde yemek yiyerek keyif bulmaktan biraz farklı bir durum maalesef. yedikçe keyif değil kalorilerle beraber bünyeme bir de agresyon yüklediğim bir eylem bu. kendime, hayatıma, aileme, seçimlerime, başarısızlığıma, bedenime, herşeye bir agresyon hali ve sonunda da hepsine zarar verme amacıyla daha da çok tıkınmak. kendine vücudunun artık kabul etmek istemediği kadar çok besini, hem de hiç bir keyif amacı gütmeden tıkmak. en acıklısı da "kiloma biraz dikkat edeyim" deyip önünüze çıkan gerçekten sevdiğiniz leziz yemekleri yemeyip, bir kaç saat sonra gelen atakla; günlerdir birileri üşendiği için çöpe gitmemiş artıkları mideniz isyan etse de yemek borusundan yolculuğa uğurlamaktır.

    meali: obezim, agresifim, sözlük yazarıyım.
  • bu hastalıkta yemek yemekten, diğer obesite çeşitlerine göre, hiç bir şekilde zevk alınmıyor.bir şekilde aç hissetmenin, tok hissetmenin, doymanın iradesi, hissi sizin elinizden alınmış gibi oluyor. günlerce sağlıklı ve diyet halinde beslenmenize rağmen bir simitle diyetiniz bozuldu diye eve gidip bir paket beş yüz gram makarnayı haşlayıp yiyip, üzerine dört beş tane çikolatalı gofleti yiyebiliyorsunuz. doyma hissi yok. peki nasıl duruyorsunuz? ta ki kan şekeriniz, sizi uyutucak bir nevi sızdıracak kadar yükselene değin. yani alkolle, uyuşturucu maddeyle değil de yiyecekle kafayı buluyorsunuz. yemek yerken, yemeden önce, ya da yedikten sonra gram zevk yok. sadece pişmanlık ve tiksinti hissi oluyor. canınızın çektiği seyleri değil de o an evde en kolay bulunabilicek , gece geç saatlerde temin edilebilicek ne varsa onu yiyorsunuz. günlerce sağlıklı beslenmek için canınızın çektiği yiyecekleri arkadaşlarınız gözünüz önünde yerken, siz diyet için reddedip, sadece çorba içerken, sonra bu ataklar peydah oluyor. bu hastalığın en büyük nedeni yalnızlık, ikinci sırada mutsuzluk. ne diyelim allah hepimizin şifasını versin.
  • bir psikiyatrik hastalık*. türlü psikolojik sebeplerden kaynaklanan bir yeme bozukluğu. hastalar, kısa bir sürede normal bir insanın tüketebileceğinden fazla, aşırı miktarda yiyecek tüketir ve bunun kendi kontrollerinde olmadığını düşünürler. nöbetler halinde yaşanan bir hastalık. obezitenin en bilinen sebeplerinden. genellikle gece gelen ataklarla yaşanıyor. hastalık kabul edilmesi için haftada en az iki kere ve 6 ay boyunca* yaşanması gerekiyor. kişi kendi iradesiyle de aşabiliyormuş bazen ama genellikle psikoterapi ve ilaç tedavisi uygulanıyor bu hastalara.

    edit: depresyon sonucunda bu hastalığa da yakalanan, bunun bi hastalık olduğunu bilmeden* aşırı kilo alan, sonradan da tavsiye üzerine başladığı bir antidepresanla* aslında sıkıntılarını atlattığı ve dolayısıyla kafaca rahatladığı için kilo veren bir arkadaşım, her kilo aldığında zayıflama hapı gibi kafasına göre antidepresan kullanıp, sonrasında bağımlı hale geldiği ilacı bırakmak için uzman yardımı almak durumunda kalmıştır. "başımın çaresine bakayım, ne psikiyatra gidecem şimdi" diyenlere duyurulur.
  • psikyatrik bir hastalıktır. 5 dakika içinde 2000 kalori yutmayı başardığınızda, gavurun tabiriyle "binge eating" yapmışsınızdır. eşlik eden suçluluk duygusu ve bok gibi hissediş bu biçimde tıkınmanın bonusudur. bu bonustan çok fazla birikirse, büyümüş kıç ve göbek olarak size dönebilir.

    bulimikler de, anoreksikler de, kompulsif yiyiciler de, obezler de, ednos sahipleri de tıkınırcasına yiyebildikleri gibi, bu alışkanlık tek başına bir yeme bozukluğu da olabilir.

    psikoloji okuyup, webster'a bakıp anlaşılmaz bu ve benzeri yeme bozuklukları. yalnızca çeken bilir. bu bilimsel aksiyom üzerinden hareket edilerek şunlar söylenebilir:

    temelde, yeme bozuklukları arasında hiçbir fark yoktur. bu yüzden semptomlarla/rahatsızlığın kendisi arasındaki çizgi ya çok incedir ya da -çoğu zaman- orada değildir: anoreksik, bulimik, kompulsifce yiyen, ednos'lu biri ya da obez veya binge eater olabilirsiniz. yemekle ilişkiniz asla düzelmeyecek biçimde zikilmiştir. ana fikir budur.
  • bazı kadınlarda pms dönemi atak halinde de gelen yeme bozukluğu. doymak için değil yemekle kapanmayacak bir boşluğu doldurmak için yenir. asıl problem o boşluğun dolmayacağı bilindiği halde insan kendini durduramaz yer de yer.
  • "meal is not over when i'm full, meal is over when i hate myself"

    louis ck
  • yediklerinden kusma noktasına geldiğin halde, hala dolaptaki tatlıya uzanabilmek, daha yemek borundakiler midene, ağzındakiler yemek borusuna inmediği halde elindekileri ağzına tıkıştırabilmekmiş.
    disase midir, illness mi bilmem ama zannederim artık ben de mustaribim bu naneden.
    oysa yiyerek mutlu olunmuyor, sorunlar çikolatalı sufle ile çözülmüyor biliyorum.
    ve biliyorum aslında "doymuyorsan ihtiyacın o değidir".
    ama yine yiyiyorum işte. biri beni durdursun!
  • yıllarca savaştığım ve sonunda artık düzelttiğimi düşündüğüm durum. tüm bunlar başlamadan çok zayıf biriydim. hiç yemeğe düşkün bir çocuk değildim zaten, yemek düşündüğümü veya canımın yemek çektiğini bile hatırlamam. annem ne pişirmişse onu yerdim, o zamanlar dışarıdan yemek kültürü pek yoktu zaten. arada sırada babam toto yumurta getirdi bize. onu da çikolatasından çok sürpriz yumurtası için severdim. çok zayıf olduğum için yemeğe dikkat etmek gibi bir sorunum olmadı hiç. yemek düşündüğümü bile hatırlamam.
    liseye geçince yatılı okudum. ilk defa başımda yemeklerimden sorumlu kimse yoktu ve ilk defa yemekhanede yemek yemeye başladım. bu zamana kadar ya evimiz okuduğum okula çok yakındı, ya da annem beslenme hazırlıyordu her gün. yemekhane klasikti çorbası, ana yemeği, pilav veya makarnası ve tatlısı ile bazı günler güzel bazı günler çok kötüydü. öğlen ne çıkarsa akşam da yemekte o vardı. kötü bir yemek olunca kötü kantin tostuna veya abur cuburlara kalıyordun. her yemekten sonra tatlı bişeyler yemeye veya çeşit çeşit abur cuburlara burda alıştım. haftasonları eve gidince annem en güzel yemeklerini yapıyordu benim için. ben de yurtta yiyemediğim zamanları telafi etmek için normalden çok yiyordum. güzel yemek bulunca tıka basa yemeye de böyle alıştım. liseden önce çok hareketli biriyken bir anda hareketsiz bir hayata sahip oldum. böylece lisede kilo aldım. ne kadar aldığımı bilmiyorum bile çünkü zayıfken hiç tartılmamıştım. daha önce hiç kilo almadığım için sihirli bir şekilde gider diye düşündüm, fakat gitmediler. kilolu değildim aslında normaldim ama ben zayıf olmaya çok alışkındım.
    üniversiteye geçince işler biraz daha kötüleşti. artık dışarıdan yemek kolaylıkla söyleyebiliyordum. eskiden çok nadir yediğim her şeyi artık her gün yiyordum. sürekli kola da içiyordum. 1 sene olmadan 7-8 kilo daha aldım ama farkında bile değildim. arkadaşlarımla çekindiğim bir fotoğrafta kendimi görünce şok oldum. artık yanakları dolgun bir balık etliydim. kilodan gözlerim bile küçücüktü. o yaz eve döndüğümde hayatımda ilk defa diyet yaptım ve aldığım 7-8 kiloyu verdim. lisede aldıklarımı veremeden okul tekrar açıldı. bu kez o kadar çok yemek sipariş etmemeye kararlı olsam da beni daha kötü bir yeme düzeni bekliyordu. yemekten kaçınabildiğim kadar kaçınıyor daha sonra yarım paket makarnayı bir oturuşta tüketiyordum. dönem sonuna kadar biraz zayıflasam bile finallerde bir anda gözüm dönüyor ne bulursam yemeye başlıyordum. verdiğim kilonun fazlasını alıp eve gidiyor anne yemekleriyle normale dönüyor ve bu döngüye baştan başlıyordum. yemek düzenim o kadar kötüydü ki suratımın her tarafı sivilcelerle doluydu. susayınca bile su yerine kola canı çekiyordu. yemekten sonra tatlı bişey yemezsem doyduğumu hissedemiyordum. derken bir sene yılbaşında kola içmeyi bıraktım hayatımda ve artıp eksilen kilo döngümde bir değişiklik olmamıştı. sonraki yıl şekeri bırakmaya karar verdim. tamamen bırakamayacağımı anlayınca ayda bir gün izin vermeye karar verdim. başta her şey iyi gidiyordu. porsiyonlarıma dikkat ediyor, spor yapıyor ve ayda bir gün şekerli bir şey yiyebiliyordum. daha sonraları gitgide kendimi kısıtlamaya başladım. çok okuyor ve araştırıyordum bir yandan. önce unlu gıdaları yavaş yavaş tüketmeyi bıraktım. daha sonra glütensiz bir diyete geçtim. yeni diyet bana oldukça iyi geldi. sivilcelerim yok olmuş uzun zamandır görmediğim sayıları tartıda görmeye başlamıştım. fakat daha sonra pirinç-patates gibi yüksek karbonhidratlı ürünleri de kestim. ilerleyen zamanlarda süt ürünlerini de. her ay tatlı yiyebileceğim günü iple çekmeye başladım. ve başlarda bir tatlı yerken artık bu yetersiz gelmeye başladı. o gün içinde yiyebileceğim her şeyi yemeye başladım. bir zaman sonra bu günlerde o kadar abartmaya başladım ki ertesi gün kendimi aç bırakarak durumu dengelemeye çalıştım. bu açlıklar psikolojimi daha da kötü hale getirdi ve ayda bir olan cheat-dayler sıklaşmaya başladı. sürekli yemek istediğim şeyleri hayal ediyor, hepsini bir günde yiyemediğim için hayallerim hiç bitmiyordu. derken artık kendimi durduramadığımı farkettim. bir gün iyi beslensem ertesi gün gözüm dönüyor kendimi market yolunda yanımda getirdiğim kaşıkla nutella kavanozunu bitirken buluyordum. bunları yaptıkça kendimi daha da kısıtlıyor, kendimi kısıtladıkça daha fazla ataklarım oluyordu. gözüm döndüğünde ne bulursam yemeye başlıyordum, bu işi sürekli gizli yapıyordum ama. başkalarının yanında standart yiyordum ama yemek yerken bile yapacağım kaçamakları düşünüyordum. sanki insanların yanında kaşıyamadığım bir yara gibiydi. bir an önce oradan ayrılmak ve ne bulursam yemek istiyordum.
    başlarda verdiğim kiloları bu şekilde geri almıştım. ama hala diyetteydim. low-carb beslendiğim hatta kimseler yapmazsam keto yaptığım zamanlar bile oldu. fakat bu psikolojiyle devam etmek mümkün olmadı. diyet yapmazsam obez olurum diye korkuyordum, fakat bu binge eating durumu psikolojimi o kadar etkilemişti ki yemekten başka bir şey düşünemez olmuştum. şekeri bırakma kararımdan bir yıl sonra, yani bundan iki yıl önce tüm bu diyet işlerini bırakmaya karar verdim. sürekli kısıtladığım için bir sonrakinde daha da kötüleşen yeme ataklarımdan kurtulmaktı ilk amacım. daha fazla kilo almaktan deli gibi korkuyordum ama bu şekilde yaşamaya da devam edemeyecektim. derken bıraktım. canım ne isterse, ne zaman isterse yemeye başladım. başta seti yıkılan baraj gibiydi açlığım. sürekli canım bir şeyler çekiyor, sürekli yiyordum, kilom deli gibi artıyordu. derken bir yerden sonra doyduğumu hissettiğim zamanlar olmaya başladı. ben ki bir büyük tam pastayı tıkanmadan yiyebilen biriydim. artık büyük bir yemek yediğimde artık bir şey istemiyordu canım. bazı şeylere hayır diyebiliyor, doyduğum zamanlarda yemek düşünmeden yaşayabiliyordum. sürekli yemek yemek için planlar yapmıyor, suçlu gibi yemek yemiyor, gizlice ağzıma lokmalar tıkıştırmıyordum. kilo alışım yavaşlamış, hatta vermeye başlamıştım yavaş yavaş.
    aradan geçen iki yılda zaman zaman geri geliyor gibi hissetsem de, çok yediğim zamanlar olsa da, yemek düşünmeyi bırakamadığım anları farketsem de hiç kendimi markette açılıp yenmiş çikolatalarla bulmadım bir daha. ama ne zaman diyet düşüncesine girsem tetiklendiğimi hissettim. ne zaman dikkat etmeye çalışsam aklımdan yemek yemek geçti. binge zamanlarıma geri dönmek beni o kadar korkuttu ki son kalan 4-5 kilom varsın kalsın dedim.
    şimdi o zamanları düşünmek bile geriyor beni. hala tam anlamıyla yemekle olan ilişkim çok düzgün diyemem ama bu kadar yemek odaklı yaşamamak, sürekli suçluluk duygusuyla başa çıkmaya çalışmamak bile yeterli şimdilik.
hesabın var mı? giriş yap