• arta kalan ve yararlı olan vitamin pıtırcıkları.
  • hüseyin nihal atsız'ın yazmış olduğu bir kitap.
  • sigara nicknamei olarak da kullanilir. "z" =zehir elbet...
  • okumadığım halde ırkçıdan çıkmış bir kemalizm eleştirisi ihtiva ettiğini düşündüğümden ilginç gelen nihal atsız kısa hikayesidir.
  • muhtemelen karınca z nin kullandığı vitamin çeşidi.
  • zeyinde bulunur. altı da bir oranında.
    (bkz: hanimiş zeytin)
  • telaffuz eden ali şense kuvvetle muhtemel c vitamininden bahsediyordur.
    (bkz: ali şen türkçesi)
  • iktidar saksakciligini elestirmekten baska bir amaci olmamasina ragmen dalkavuklar gecesi ile birlikte nihal atsiz dusmanliginin baslangic noktasi, eglenceli hikaye.
  • kemalizm eleştirisinden çok ismet inönü'ye, afedersiniz "giydirme" havası taşır. ırkçılık turancılık davasından da kalma garezini atmıştır nihal atsız. "milli" kavramların ve türklük bilincinin terkiyle yaşanan yozlaşmanın atsız'a göre portresi çizilmiştir bir bakıma. falih rıfkı atay, hasan ali yücel falan gibi kişiler de hikayede kendine yer bulmuştur. "beşeri şef" olarak anılan inönü'nün "ben mi büyüğüm atatürk mü, bakanlar kurulunda tartışılsın" buyruğu, sarkastik görüşmeler sonucu zaten en baştan beri bilinen inönü'nün büyüklüğü, general solomon toledo, ona buna komünistlik imaları, şiirdeki yeni akımlara dokundurmalar, düşünebilmesi için bir düzenekle kafasına habire elma düşürülerek newton gibi buluş yapması beklenen ve tabii amerikan malı z vitaminini hapur hupur yutan "beşeri şef"in bir hayli karikatürize edilmiş tavırları falan akılda kalıcıdır. bunların yanında beşeri şef'in ecdadıyla ilgili yoklaması ve atsız'ın öyküyü soktuğu şekil adamı yarar geçer. sokuşturduğu lafların üzeri örtülü görünse de gayet açıktadır bu sekansta:

    [beşeri şef'in kafasına düşen bir elma sonucu, en sonunda, birden bire aklına müthiş bir fikir gelir, olaylar gelişir]

    "..birdenbire beşeri şefin “naşol, naşol” diye bağırarak koştuğu ve yerden elmaları kaparak fırlattığı görüldü. elmayı başına yiyen ahmet erim yalman “yandım” diye haykırarak baygınlık geçirirken ötekiler, endişeli gözlerle birbirlerine bakmaya şefin bu halinden ve hele manasını anlamadıkları “naşol” feryadından ürkmeye başladılar. yoksa şefin dehası cinnet noktasına mı ulaşmıştı?

    bu bilmeceyi beşeri eğitim bakanı falih rıfkı çözdü. o, ihtiyat tedbiri olmak üzere 1943’ten beri gizlice rusça dersi aldığından bu kelimenin o dilde “buldum” demek olduğunu biliyordu. herhalde beşeri şef de aynı şeyi yapıyor olacak ki, şu heyecan halinde rusça bağırıyordu. beşeri şefin yeni bir şey bulduğunu arkadaşlarına anlattı.

    doğru söylüyordu. beşeri şef büyük bir keşifte bulunmuştu. biraz sonra deha hamlesi ortaya serptiği ışıklar gözleri kamaştırmaya başladı.

    merhametli şef, balık neslinin soğuktan yok olmaması için denizleri ısıtmaya karar vermişti. beşeristanın kıyı şehir ve köylerinde oturan herkes günde üç defa denize birer teneke kaynar su dökecekti. böylelikle denizin soğuğu azalacak ve balıklar ölümden kurtulacaktı.

    beşeri eğitim bakanı bu tarihi hadise için ortaokul ve liselerde konferanslar verdirip kompozisyonlar yaptıracağını ve bilhassa lüferin fazileti hakkında bir piyes yazdıracağını müjdeledi.

    beşeri şef, bakanlara heyecanla anlatıyordu:

    - “yarın meclisten çıkaracağımız kanunla hem dünyaya parlak bir medeniyet örneği verecek, hem de balık ecdadımızı yok olmaktan kurtaracağız. biliyorsunuz ki, darvin hazretleri, insanın maymundan, maymunun şebekten, şebeğin köpekten, köpeğin inekten, ineğin köstebekten, köstebeğin kelebekten, kelebeğin sivrisinekten, sivrisineğin de balıktan geldiğini ispat etmiştir. demek ki, balık bizim ecdadımızdır. ecdada saygı beşeristanın şanındandır. biliyorsunuz ki, ecdadını inkar eden, hor görülenler piçtir, soysuzdur. biz ise asla soysuz değiliz; olamayız! balıktan daha önceki ecdadımıza gelince, orası tarih öncesi çağına ait olduğundan onu kurcalamak, tehlikeli faraziyelere girmek istemiyorum. bu, ilmiihtiyata uygun değildir. fakat sevgili bakanlarım, biliyor musunuz, mazinin karanlıklarında hala aydınlanmamış noktalar bulunması insanın içini nasıl hüzünle dolduruyor. acaba benim ecdadım hangi balıktı?
    başbakan hasan yücel cevap verdi:

    - “o zamana yetişemediğim için görmedim, bilmiyorum ama, görmüş gibi inanıyorum ki, sizin ecdadınız balina idi. bu kadar büyük bir şefin ecdadı hamsi olamaz ya!...

    - “ya senin ecdadın?”

    - “benimki de ayı balığı olacak.”

    - “nereden biliyorsun?”

    - “arzedeyim aziz şefim, ırkî ve ırsî hususiyetler vardır. ayı balığının bıyıkları bende kaş haline gelmiştir. bundan biliyorum ki, büyük ceddim fok hazretleridir.”

    - “neden hazretleri diyorsun?”

    - “aziz şefim. ben mevleviyim. hiç şüphesiz ceddim de bana çekmiştir.”

    - “aferin sıfır! iyi söylüyorsun ama kanunla hazret kelimesinin kalktığını, onun yerine majestelerinin geldiğini unuttun mu?

    - “hayır aziz şefim, sayenizde ilk dedemi tanımak beni heyecanlandırdı da onun için dilim sürçtü. bu yanlışımı yüksek huzurunuzda düzelterek derim ki, benim ecdadım majeste ayı balığıdır.”

    - “yaşa be sıfır! sen ne keleş adamsın böyle!”

    hasan ali’nin yüzü değişti ve yüreği hızla çarpmaya başladı. bu korku keleş diye tahkir olunmaktan değil, şefin güvenini kaybetmiş olmak ihtimalinden doğuyordu şef, onun yüzündeki değişikliğin farkındaydı. gülümsedi:

    - ne oldu sıfırım! keleşliği beğenmedin mi? keleş bizim halkın dilinde güzel demek değil mi? bizim altı kazıktan, şey altı oktan birisi halkçılık olduğuna göre halkın ağzını kullanmaya mecbur değil miyiz? siz hepiniz bütün bakanlarım gayet yakışıklı adamlarsınız. bu kadar yakışıklı olmak için şüphesiz anne ve babaların da güzel olması lazımdır. şu halde hepiniz keleşoğlu keleşsiniz; öyle değil mi?”

    bakanları bu iltifattan memnundu. keleşliği sevinç ve övünçle kabullendiler. beşeri şef ise hep atalar meselesiyle meşguldü. oraya dönmekte gecikmedi. başbakana hitap etti:

    - “söyle bakayım sıfırım! acaba başbakan yardımcısı yalmanın ecdadı kimdi?”

    - “aman sayın şefim, onun ecdadının sabatay sevi olduğunu dünya alem biliyor.”

    - “canım, sana yakın ecdadını değil, uzak ecdadını soruyorum.”

    - “ha.... balıklık çağında onun atası herhalde yılan balığı olmalıdır.”

    - “ya falihimin atası?”

    - “onunki de kaşalot olacak.”

    - “ya özalpımın?”

    - “torpil balığı...”

    - “ya athenagoras hazretlerinin atası?”

    bu sırada beşeri şefin aklına bir şey geldi. başkanı yanı başına çağırarak yavaşça sordu:

    -“doğru söyle hasanım! mustafa kemal mi büyük, yoksa ben mi büyüğüm?”.."
    http://www.nihalatsiz.org/zv_4.html

    bütün bunların dışında, hikayede "beşeri şef"in kendini atatürk ile yarıştırmasını, atatürk sonrası tasavvur edilen yozlaşmışlık halini ve nihal atsız'ın atatürk'ü en basit haliyle "yeri doldurulmaz türk" olarak görüşünü aklında tut; balıklı taşlamanın altında acaba şu da var mıdır ne dersin okuyucu:

    (bkz: ben balık yemem ecdadımızı yemem)
hesabın var mı? giriş yap