• farsça da "kırk" demektir.sufiler arapça "erbain" derler buna."çile çekmek" ,"erbain çıkarmak" şeklinde kullanılır.40 gün boyunca ,sadece yirmibir üzüm tanesiyle yetinen ,sadece zaruri ihtiyaçlar için dışarı çıkan ,bu süre zarfında sadece ibadet eden dervişe çilekeş denir .çilesini yarıda bırakana "çileşiken ",çile nin doldurulduğu yere ise çilehane denir.
  • necip fazıl kısakürek'in best of kitabıdır.

    usta şair, altmış yıllık emeğinin en güzel örneklerin düzenleyerek bu kitapta toplamıştır. kitap; allah, insan, ölüm, şehir, tabiat, kadın, korku, dâüssıla, ukde, hafakan, dekor, tecrit, kahramanlar, dava ve cemiyet adlı bölümlerden oluşur.
  • derbi macı öncesinde stadyumda bilet almak uğruna verilen mucadele.
    sabahın köründe kalkıp stadyuma gidip saatlerce ayakta beklemek,itiş kakış kavgada cabası.üstüne birde polisten ortaya karışık cop
  • ne buyulu kelimedir. aci cekmek kadar buyuk degil. dert kadar kucuk degil. cile. bulbulun sifati.

    hani aslinda pek samimi olmadiginiz bir barda yada kafede tani$tiginiz arkada$inizin arkada$inin tesaduf eseri orda olan arkada$i vardir ya. i$te o size cileyi cok guzel ya$atir.

    misal x mekana gittiniz kar$i cinsten herhangi bir arkada$inizla. eski gunleri yaad ediyorsunuz. guzel guzel sohbet ediyorsunuz. cart diye telefonu calar sevgilisi arar kut diye yaninizda ki sandalyeye du$uverir. sonra onun arkada$i ortama duhul eder. sizin arkada$iniz ve sevgilisi ufak bir tarti$maya girer bu tarti$mayi yaninizda yapmamak icin uzakla$ir giderler bi sureligine.

    o tanimadiginiz insanla yalniz kalirsiniz boyle sacma bir duygu sarar bunyeyi bira/kahve ismarlarsiniz. neden yaparsiniz bu iyiligi bilinmez ama yapmaz olaydiniz.

    sonra o insani yolda gorursunuz selam verir. facebooktan ekler. hayatiniza nufus etmeye cali$ir. bu entegre olma cabasi sizin onu sevdiginizi zannetmesinden ileri geliyordur ama yoktur oyle bir$ey hatta sikilirsiniz bu yabancinin ilgisinden. kacamazsiniz. sokakta gorseniz. ayak ustu muhabbet eder bulundugunuz gruba dahil olmaya cali$ir. sokup atamadiginiz bir ben gibidir.

    i$te cile budur.
  • dasein'dan design'a yani benlik'ten tasarım'a tuhaf bir köprü gibi çile. bir insan ne kadar çilelenirse çilelensin, en nihayetinde bunu karşı tarafa aktaramaz. aktarılan sadece sözcükler olur, idea yani düşün, sahibinde bakî kalır. çilenin bir düşün aktivitesi ya da neticesi olması da mümkün. o da düşünülürken sözcüklerle anlamlandırılıyor. köprünün çile olması, bana kalırsa çile'nin de öyle ilk katlanıl(m)ası durumundaki gibi kalması anlamına geliyor. ondan geçmek ile geçmemek aynı şey. kimse sizin çile'nizden/köprünüzden geçemez; tanıklığı kaldırabilir tarafı yok çilenin. herkes kendi çilesinden bir karşı yakaya geçer; hâl böyle olunca dasein'dan design'a insan sözcükleriyle baş başadır, sonucunu çıkarmak kolaylaşır. sadece sözcükler kalır. j. derrida için ise geride kalan başkadır.

    "... bir tanıklığın değeri hiçbir zaman bir bilgi veya kesinlik değeriyle uzlaştırılamayacaktır, bu imkânsızdır ve yapılmaması da gerekir. biri diğerine asla indirgenemeyecektir, bu imkânsızdır ve indirgememek gerekir. işte, bana göre kalan, şahidi olmayan bir çilenin mutlak yalnızlığıdır." (çile'nin son bölümü, paragrafı)

    tam ters bir ilaç kullanmak gerek çile için. aslında o bir hastalık değil, başlı başına bir gam yükü. gam yükünün de hastalık olduğunu söyleyemiyoruz, hastalıkmış gibi kabul ederek bir ters tasarım yaratmaya girişiyoruz. sabahı getiren lucifer ile akşamı getiren hesperus yıldızları gibi, herbirine bir taşıyıcılık anlamı yüklüyoruz; bunun gibi, çile'nin de bu yakaya bir taşıyıcısı olduğuna göre, öbür yakaya götüren bir karşıt-taşıyıcısı daha olmalı. kendisi başlı başına köprüyse, çile'yi taşıyan da çile'yle taşınan da kendisi olmuş olur. bunun çaresi (belki çare doğru bir kelime değil, en azından "durumun tersine dönmesi" diyebiliriz, "çile durumundan çıkılması" ya da) bunu ümit etmemek olabilir. umudunu hepten yitiren medea'nın furia'lara özgü deli kuvveti de bu farkındalıktan kaynaklanıyordu: "qui nil potest sperare, desperet nihil" "hiçbir şeyi ümit edemeyen, hiçbir şeyden ümitsizliğe kapılmaz" (seneca, medea 163) bu tasarımı kaleme alan filozof başka bir yerde ise şöyle söylüyordu: "si uultis nihil timere, cogitate omnia esse metuenda..." "hiçbir şeyden korkmak istemiyorsanız, her şeyden endişe duyulması gerektiğini düşününüz..." (seneca, naturales quaestiones 6.2.3)

    burada ikili fiil grupları çile'nin kapsama alanına sızar: 1) sperare (ümit etmek) ve desperare (ümitsizliğe düşmek), 2) timere (korkmak) ve esse metuend- (endişe duyulması gerekliliği). çile kilidini (eğer o bir kilitse) açan anahtar, noktanın ya da çizginin ötesine taşıp, noktadan ya da çizgiden önceki âlemin bütün olarak resmini görebilmektir. bu da tanıklık kaldırabilir bir şey değilmiş gibi duruyor, çile gibi bu da tek kişiliktir.
  • "azap" değildir.
  • çile, insanın gölgesiyle oynamaktan vazgeçip hakikat'e doğru yüzünü dönme sancısıdır. karanlıktan sıyrılmışken bir anda gelen parlak ışık insanın gözlerini alacaktır pek tabii, bir müddet hiçbir şeyden emin de olamayacaktır kamaşma anında, çile namzedinin şaşkın bakışları. ama o ışıkla ısınırken, gölgesi de arkada kalır insanın ve yalnız değildir artık. yalnızlığını hatırlatan gölgesi de yoktur, başka yalnızlıkları hatırlatan diğer karaltılar da yoktur. hedefine koşmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan bir insan için, yalnız koşmasının ne gibi bir önemi olabilir ki..

    çileli insanın derdi dermanıdır. rahatlığı ise derttir, batar ona. dava, mefkure, gaye, ülkü, ideal.. ne ad verilirse verilsin. tek'tir, yek'tir görünürde. ama meydanları dolduran insanlardan daha kalabalıktır içi. siyaset değildir onun kavgası. gerçek çile üstadın da belirttiği gibi "fikir çilesi"dir.
  • başrollerini ediz hun ve türkan şoray'ın paylaştığı 1972'de çekilmiş bir yücel çakmaklı filmi.

    --- spoiler ---

    özet olarak filmde fabrikatör ediz hun lösemi olur. aşık olduğu hemşire türkan şoray bunu bilir. fakat doktor "söylemeyin hastaya." der. gel zaman git zaman ediz hun da öleceğini öğrenir. türkan şoray hayatını yaşasın, kendisine bağlı kalmasın diye kaçar ve kendini bir dağ evine kapatır. sonra rüyalarına giren ak sakallı dedeler sayesinde türkan şoray onu bulur. ediz hun'un son günlerinde karlı dağ havasında düşe kalka eğlenirler. ediz hun bunu bir köye götürür ve ilerideki mezarlığı göstererek şu sözleri sarfeder:

    "bu köyün öyle şirin bir mezarlığı var ki insanın ölesi geliyor."

    --- spoiler ---
  • ibrahim tatlıses'in perihan savas ile cevirdigi sayisiz filmlerden biri.

    80'li yillar. almanya'dayiz. babam isci. ailecek eglencelerimizden biri de arabasinin bagajinda bize yerli video kaset getiren abiden filmler alip seyretmek. cok begendigimiz olursa satin aliyorduk. cile de bunlardan biriydi.

    filmde ibo'nun verdigi toplumsal mesaj'lar (!) babamin cok hosuna gitmsti. gelen misafirlerle birlikte bu filmi seyrederdik, hatta misafir olmadigi zamanlarda bile tekrar tekrar seyrettirirdi.

    filmin ozetle konusu:

    --- spoiler ---
    taksici ibo kardeslerini okutmaya calisiyor. biri hirsiz, biri orospu oluyor. erkek olani kurtarmak icin hapse giriyor. o hapisteyken kardesi ile perihan savas evleniyor. hapisten ciktiginda oglunun kollarinda (cocuk babasi oldugunu bilmiyor) veremden oluyor.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap