• 17 ağustos 1999 depremi mağduruydum, 1999'dan sonra yeni yasa ve yönetmelikler geçti, sözde yönetmeliklere aykırı bina dikmek zorlaştı ama 24 sene sonra 17 ağustos depreminden çok daha felaket, çok daha rezil, çok daha üzücü bir yıkım ile karşı karşıyayız.

    deprem başlığına yazıyorum ama aslında mesele depremin kendisi değil. bunun sebebi tabandan, tavana batmış olduğumuz ahlaki çöküntü ve yolsuzluklar zinciridir. bunları düzeltmek hem çok kolay hem çok zor. yinede kendime hatırlatmak adına madde madde sıralamak isterim;

    - imar affı, maalesef bu toplumun önemli bir bölümünden oy almayı yarıyor ve siyasetçiler bu afdan vazgeçmiyor. açık söyleyeyim bu afdan yararlan memnun, siyasetçi oy aldığı için memnun ancak buna karşı reaksiyoner bir oy belirmiyor. ileride yine imar affı çıkar mı ? bu felaketten hemen sonra çıkmaz ama bir kaç sene sonra olaylar durulunca tekrar çıkar. bilim insanları ve mühendisler odası yeterli tepkiyi koyamıyor bu duruma, bu konuda duyarlı vatandaşlarda ciddi bir tepki vermiyor, siyasetçilerin ise ahlaki kaygıları maalesef yok. tekrar zikredecek bir sorundur.

    - belediyelerin ve bakanlıkların maalesef müteahhitlerden rüşvet alması. örneğin 4 kat izni olan bir arsaya, müteahhit rüşvetle 5. hatta 6. katı ekletebiliyor. müteahhit karşı tarafa bir ev parası yediriyor ama bu sayede fazladan daireler ekleniyor. sadece piyasa işi yapan müteahhitler değil, devlete iş yapan müteahhitlerle bürokrasi arasında korkunç bir rüşvet trafiği var. zaten ihalelerinin devamlılığını sağlayan ve sürekli müteahhitlere yönelik imtiyazların altında yatan ana sebep aslında yozlaşmış bürokrasi ve yönetim. dürüst müteahhitlerin bu düzende var olma şansları çok zayıf. rüşvet vermeyen müteahhiti ayrıca bürokrasi siliyor. keşke bir gün müteahhitler konuşsa, o zaman bu çarkı görürdünüz ama çoğu için bu konular çok doğal bir durum.

    genelde depremlerde 1. suçlu müteahhitler görülür bana göre müteahhitler 2. derece suçludur. 1. derece suçlular o yapılara izin veren siyasetçilerdir.

    - müteahhitleri sürekli besleyen düşük faizli kredi paketleri sistemi. bu durum piyasada ev fiyatlarını uçuruyor ve sürekli inşaatı sınırsız besleyen bir dişliye dönüşüyor. bu kredi paketlerinin altında yatan ana sebep rüşvet döngüsünün devam etmesi aslında. eğer müteahhitler iş yapamazsa rüşvet çarkı dönmez. bunun çözüm yolu inşaat ekonomisinden çıkmak ve inşaat sektörüne ciddi denetimler getirmek ve piyasa işleyişine müdahale etmemektir.

    - yabancılara ev satışı konusunda bir sınırlama getirilmemesi. bu yeni bir durum eskiden bu yoktu ancak bu çok daha büyük sorunları beraberinde getiriyor. zaten kısıtlı olan konut stok arzını daha da kısıtlı bir hale getiriyor, üstelik üstte saydığım maddeleri katmerleştiriyor, tabakalaştırıyor. özellikle yabancılara satış için yapılan siteler acaba depreme ne kadar dayanıklı ? bunu da ayrıca sormak gerekir, kendi vatandaşını önemsemeyenler başka ülkenin vatandaşını ne kadar önemser ?

    - kentleşmenin hala oturmamış olması maalesef düzenli planlı kentlerimiz çok az, üstelik yeni yapılaşmaya açılan alanlarda da geniş yollara ve alt yapıya yeterli önem verilmiyor. tam aksine hazine arazileri ve tarım arazileri hızlı bir şekilde imara açılıyor.

    - belki en önemlisi adaletin ya hiç tecelli etmemesi ya geç tecelli etmesi. ikisi arasında genellikle bir fark olmuyor.örneğin bu depremden sonra kaç müteahhit, siyasetçi vs. yargılanacak ? kaç belediye başkanı, belediye imar müdürü vs. tutuklanacak ? gerçekten kaç siyaseti bu yolsuzlukların peşine düşecek ?

    17 ağustos 1999 depremi mağduru olarak veli göçer'i bir günah keçisi yaptılar ve medya veli göçer ve bir kaç müteahhit üzerinde durdu ve diğer suçlular tamamen perdenin gerisine çekilmiş oldu. halbuki medya böyle bir manipülasyon yapmamalıydı ancak yaptı.

    mesela ali ağaoğlu, "hepimiz zamanında deniz kumu" kullandık itirafında bulunmuştu ve herkes ali ağaoğlu'na yüklenmişti. bana göre bu itirafın üstüne gidilmesi ve ali ağaoğlu'nun herkesin bildiği bir şeyi itiraf etmesinden ötürü teşekkür edilmesi gerekiyordu. niye ? çünkü bu itiraflar aynı zamanda size kaç yapı stoğunun risk içerdiğini daha inceleme yapmadan pat diye veriyor. zaten olan olmuş, üstünden 20 yıl - 30 yıl geçmiş. yani müteahhitleri itirafa teşvik etmek ve çok daha masrafsız bir şekilde riskli binaları tespit etmek pekala mümkündü hatta bu itiraflar üzerinden bir toplumsal mutabakat oluşturmakta pekala mümkündü ama bunlar kaçan fırsatlar.

    - inşaatların ana malzemesi beton ve sonra demir, özellikle bu iki malzemenin fiyatları inşaat sektörünü tamamen etkiliyor. 1999 önce beton kalitesi c20 seviyesinde ve daha aşağıda halbuki olması gereken c35 ve üstü. betonda hile yapan çok, rüşvetlerden dolayı düşük kaliteli bir betonu, projeye uygun diye yutturmakta kolay. santraller ve inşaatlar iyi denetlenmeli. diğer husus demir. özellikle inşaatlarda demir çok uzun süre açıkta kalıyor. kötü ekonomi yönetimi, kurda yaşanan yüksek dalgalanmalar ve sürekli artan fiyatlar müteahhitleri demiri önceden almalarına neden oluyor, alınan bu demirler uzun süre arazide bekliyor. özellikle rutubetin yüksek olduğu illerde demir daha demirciler tarafından eğilip bükülmeden paslanıyor. beton döküldükten sonra içten içe çürümeye devam ediyor. fiyat istikrarı sağlanırsa bu iki sorunun çözüleceğine inanıyorum.

    - mimarlar ve mühendisler, geçim kaygısı sebebiyle müteahhitlere çok fazla taviz veriyorlar. dolayısıyla aldıkları eğitim bir diplomadan ibaret oluyor. zaten çoğu yargılanmıyor, bu açıdan taviz vermelerini caydırıcı etkenler yok.
  • deprem; levha tektoniği, volkanizma gibi sebeplerle yer kabuğunda meydana gelen sarsıntılara verilen isimdir.

    en azından sözlük anlamı budur. daha doğrusu tektonik ve volkanik depremlerin sebepleri bunlardır diyelim ve devam edelim.

    dünya yüzeyi, daha doğrusu yer kabuğu magma üzerinde yüzen tektonik plakalardan oluşmaktadır. ve bu plakalar konveksiyonel akımlar ve dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi sonucunda hareket etmektedir.

    bu hareket sonucunda da levhalar, birbirlerine çarpmakta, kendilerini oluşturan materyallerin yoğunluğuna göre de birbirlerinin altına veya üzerine doğru hareket etmektedirler.

    buraya kadar olan kısım dünya üzerinde herhangi bir yerde meydana gelen depremlerin mantığını biraz olsun anlatabilmek içindi.

    hadi biraz da bizi daha çok ilgilendiren, alakadar eden kısma yoğunlaşalım.

    şu harita'ya bakmanızı rica edeceğim. bu harita türkiye topraklarının da içinde yer aldığı anadolu levhası'nı göstermekte. anadolu levhası ise avrasya levhası, arabistan levhası ve afrika levhası'nın hareketleri etkisi altında kalmaktadır.

    şuracığa dünya üzerinde yer alan levhaların 40 milyon yılcık yer değişimleri hızlı biçimde gösterilmiş. kısaca açıklamak gerekirse ilk ve en büyük kıta olan pangea, önce lavrasya ve gondvana adında iki kıtaya ayrılıyor. sonrasında da bu parçalar da birbirlerinden ayrılarak bu günkü kıtaları oluşturuyor.

    tabi bu arada üzerinde yaşadığımız topraklar sular altında. tetis denizi isminde bir denizin tabanını oluşturuyor şimdiki türkiye toprakları. levha hareketi sonucunda yukarıda haritalarını paylaştığım levhalar, anadolu levhasını sıkıştırmış, kırılmasına, kıvrılmasına ve epirojenez sonucu yükselmesine sebep olmuş, bu günkü haline gelmiş. bu arada burada sözünü ettiğim her şeyi 10. sınıf coğrafya ders kitabında bulabilirsiniz aslında.

    anadolu levhası'na baktığınız zaman gözünüze alp orojenezi çarpıyor. coğrafya derslerinen aklınızda kaldıysa bilirsiniz; alp himalaya orojenezi bizim ülkemizdeki dağları da oluşturan bir orojenez.

    dağlar nasıl oluşuyordu peki? kırılmalar ve kıvrılmalar sonucu.

    kırılma?

    kıvrılma?

    iyi de bunlar depremlere sebep olmuyor muydu? üstelik bu büyüklükte bir hattın sebep olabileceği depremleri düşünebiliyor musunuz?

    daha önce beklenen büyük istanbul depremi başlığına şöyle bir entry yazmıştım. orada yer alan bazı bilgileri burada da paylaşacağım.

    dünya üzerindeki volkanlar haritasına bakalım önce. sonra da gözümüzü avrupa ve türkiye'de yer alan volkanlar'a çevirelim.

    güzelinden de bir deprem bölgelerinin dünya üzerinde dağılışı haritasıyla taçlandıralım bu kısmı.

    bence müthiş ilerliyoruz. ben de gaza geldim biraz, hiç hız kesmeyelim. size önceden afad'ın web sitesinden şak diye ulaşabildiğimiz artık e devlet üzerinden ulaşabilir olduğumuz ancak görsel yükleme sınırı sebebiyle yükleyemediğim için internet kaynaklarından bulduğum türkiye deprem risk haritası'nı paylaşıvereyim.

    bir haritam daha var sizler için; kuzey anadolu fayı ve etkileşimli alanları gösteriyor. yine anadolu'da yer alan fayları ve uzantılarını gösteren bir başka harita

    ne çok konuştum ne çok harita paylaştım değil mi?

    bir kişiyi daha bilinçlendirebilirsem ne mutlu.

    bir deprem bölgesinde, depremlerin var ettiği bir coğrafyada yaşadığımızı ve söz konusu depremler olduğunda güvenli masif sahalarının neredeyse olmadığı bir coğrafyada yaşıyoruz.

    üstelik bunu hep unutuyoruz. eğitimli, eğitimsiz hepimiz unutuyoruz. umursamıyoruz. göz ardı ediyoruz.

    hepimiz.

    aslında sadece kendimizi kandırıyoruz depremler karşısında.

    ülkemizin en büyük gerçeklerinden biri deprem ve biz, tam da şu anda depremle alakalı en büyük sınavlarımızdan birini veriyoruz. üzerine söylenecek çok fazla şey var. çok fazla şey hakkında konuşmamız gerekebilir ancak şimdi değil. önce bizlere ihtiyacı olanlara ulaşmamız lâzım. önce kurtarılması gereken hayatlar var çünkü.

    deprem bölgesinde olan, yaralananlara şifa, yakınlarını kaybeden herkese sabırlar dilerim. kolay değil, hiç değil. ne söylenir onu da bilmiyorum. faydalı olmak adına yerden tek bir taşı dahi kaldıran kim varsa ben, kendi adıma teşekkür ederim.

    şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.
  • ne kadar çok acı var, ne kadar çok.

    düşünsenize bir enkazın altındasınız. oynarken üzerine tozlar yapışan evladınızın üstünü silkeleyip, üzerine tozu bile yakıştıramazken o enkazın altında evladınızın cansız bedeniyle saatlerce günlerce başbaşa kalacaksınız. birbirini çok seven yeni evli çift belki de son kez sarıldı, ve hayatta kalan sadece sizdiniz çok sevdiği eşine son kez sarılmış halde. veya tüm aile fertlerine sesleniyorsunuz tek tek: "anne, baba, ne olur cevap verin, iyi misiniz?". ama hiç kimseden bir cevap gelmiyor. çok derinlerden kime ait olduğu bilinmeyen bir inilti geliyor. ve bir süre sonra o da kesiliyor. ölmüş olmayı hayatta kalmaya tercih edebilir belki insan o anda.

    empati yapamıyorum. ruhum bir eriyor, bir buz tutuyor, bir taş kesiliyor. ne sürekli bunu düşünmeye güç yetirebiliyor, ne de yok sayabiliyorum. beni sıcak yuvamda bu kadar çaresiz bırakan bu musibet o yıkılan yuvaların altında kalanları ne hale getirdi?

    allahım affet, kalbim perişan, paramparça. ne dua edeceğimi, hangi kelimeyi seçeceğimi bilmiyorum. senin rahmetinden, şefkatinden sual olunmaz. elbet vardır bir bildiğin. bizim alışageldiğimiz rahatlık bu tecelliyi algılamaya çok hazırlıksız yakalandı. bu zamana kadar ölenlerimiz bile yaşı ilerlemiş ve yatağında ruhlarını teslim ederken birden bire bu da nesi? küçük çocukların, büyük kolonların altında kalarak ölmesini idrak edemiyor nefislerimiz. belki de azrail (a.s.) onlara en güzel suretiyle göründü, hiç canları yanmadan, o beton bloklar üzerlerine düşmeden önce minik ellerinden tutup götürüverdi belki de.

    ya rabbi! bizim hep bol bol nimet, bolluk, sağlık ve genişlik vermene çokça alışmış bünyelerimize bu olanların hikmet boyutunu anlayabilecek feraseti kalplerimize ikram eyle. insanların isyana meyletmeleri tehlikesi bulunan bu tehlikeli zamanlarda ne olur ellerimizi bırakma. bizim de, sahiplendiklerimizin de sahibi sensin. dilediğin gibi verir, dilediğin gibi alırsın. artık sen'den afiyet diliyoruz. başımıza gelen felaketlere neden olan cahilliklerimizi affet.

    peki ya yaptığı binada malzemeden çalan, buna göz yuman, imza atan, bir kuruşluk dünya menfaatine ahiretini satanlar, nasıl bakacaksınız yavrunuzun yüzüne? o enkazın altında değil belki sizinki, ama eğer bilseniz kendi yavrunuza yedirdiğiniz o haram lokmanın, yavrunuzun üzerine yıkılmış koca bir kolon gibi onun ruhunu ezip geçtiğinden habersizsiniz. o hayatta olduğu ve sizin yolunuzdan gidip haramzadeliğe devam ettiği sürece o sizin kapanmayan amel defteriniz olarak peşinizden kabrinize ne ateşler azaplar gönderecek hiç düşündünüz mü bunu? ve diyeceksiniz ki bir gün, keşke o enkaza sebep olan değil de o enkazın altında kalan olsaydım.

    bir gün ecelimiz gereği illa ki bir sebep gerçekleşip bizi azrail (a.s.)'ın alıp götüreceği düşüncesiyle yaşıyoruz. kalp gözümüz ve perdemiz açık olmadığı müddetçe hangi ölümün daha çok veya daha az acılı olduğunu görmemiz mümkün değilken, gözümüzün gördüğü dehşet bizi yanıltıyor olabilir. sıcak yatağında gıkı çıkmadan ruhunu teslim eden bir insanın belki de nasıl şiddetli bir acı ile ruhunu teslim ettiğini idrak edemezken, belki de bir beton blok altında ezildiğini gördüğümüz kişinin de hiç bir acı çekmeden ruhunu teslim edebileceğine iman etmiş olmasaydık bu göz ve bu kalp bu imtihandan çok zor geçerdi. ya rabbî, mâlike'l mülk-i zül-celâli ve'l-ikram sen'sin. bizim de, sahiplendiklerimizin de sahibi sen'sin. gözümüzün ve kalbimizin bizi aldatmasından sana sığınırız. nefislerimize kaldırabileceğinden fazlasını yükleme. sen bizim mevlâ'mızsın, rahmet ve şefkati bol olansın. sebeplerinin, vesilelerinin hem hayırlı, hem de afiyetli olanlarını diliyoruz. azabından, gazabından şefkatine sığınıyoruz. bu zor zamanları el ele, gönül gönüle vererek aşabilmeyi, birbirimize karşı çokça unuttuğumuz merhameti hayatımıza yeniden hakim kılmayı nasip eyle. yaptığımız her işi, yıkıldığında altında kendi evladımız kalacakmış gibi inşa edebilmeyi, bir başkasının evladını da kendi evladımız olarak görebilecek şuuru, imanı, vicdanı ve ahlâkı kalplerimizin en derinine yerleştir yâ rab!

    bizim anlayıp idrak edemediklerimizi anlayıp idrak etmiş olan büyüklerimizden aziz mahmud hüdayi (k.s.) hazretlerinin bu güzel beytleriyle allah(c.c.)'a iltica etme vaktidir:

    "alan sensin veren sensin kılan sen,
    ne verdinse odur, dahi nemiz var?".

    tanım: yerkürenin yüzeyindeki tektonik plakaların birbirine uyguladığı basınç sonucu plakaların yer değiştirmesi esnasında oluşan sarsıntıya verilen addır. depremin büyüklüğü moment magnitüd ölçeği (ya da eskiden kullanımda olan richter ölçeği) ile belirlenir. sarsıntının şiddeti ise mercalli şiddet ölçeği ile ölçülür.
  • ciğerin yanması nedir bilir misiniz?

    duygular, bazı organlar üzerinde etkiye sahiptir. kaygı, keder, hasret, üzüntü gibi duygular karın mide ve ciğer bölgesini etkiler. birini kaybettiğinde, büyük stres, yoğun sıkıntı yaşadığında bunu ciğerinde hissedersin. boğazın gibi, ciğerin de yanar. kaygın arttıkça, içindeki yangın da büyük. işte ciğer yanması budur. o histen gelir bu söz.

    türkiye tarihinin en büyük depremi ve sonrasındaki çaresizlik yüzünden 3 gündür ciğerimdeki yangın sönmüyor. gözlerim doluyor, ağlayamıyorum. gözlerimde sular seller birikiyor. hatay'daki, kahramanmaraş'taki dostlarımın iyi olduklarını durumlarından görünce bir nebze rahatlıyorum. ama rahatlamam 10 saniye bile sürmüyor. oradaki insanlara, devletten yardım bekleyen, ama devletin ölüme terk ettiği insanlar geliyor aklıma. sonra whatsapp'tan dostum yazıyor. biz iyiyiz, dua et diyor. gözlerim doluyor. yine ağlayamıyorum.

    haberlere bakınca öfkem kabarıyor. ağlayarak insan boğanları anlar gibi oluyorum. bu insanları ölüme terk eden, güçlü türkiye yalanını sıkan, skandal demeçler veren herkesi ağlayarak boğmak istediğim aklıma geliyor. yeldeğirmenlerine değil, saraylara savaş açmak geçiyor içimden. çaresizlik canımı yakıyor. ciğerimdeki yanma hiç geçmeyeceksine devam ediyor.
  • 2010 şili depreminde 8.8 şiddet ile 525 kişi vefat ettiyse kimse depremi suçlamasın. bizim sorunumuz namussuz insanların çokluğu, cüretkarlığı ve bizim bu düzene karşı duramayışımızdır.
  • önsöz: temennim şu ki bu vahim olaydan ders alıp yapılaşma için daha iyi önlemler alır, daha iyi kanunlar çıkarırız ve bu kanunlar hiçbir zaman hiçe sayılmayarak bir çok insanımızın böyle olaylar yaşamasına bir daha izin vermeyiz.
    şu haritaya bakınca türkiye'nin deprem bölgesi bir ülke olduğu yadsınılamaz bir gerçektir.

    kaderciliği bir kenara bırakarak dünyada neden depremler olur diye bir bakalım. dünyanın yapısı gereği dört ana katmandan oluşur: bunlar, iç çekirdek, dış çekirdek, manto ve kabuktur.

    işte yukarıdaki görselde de gördüğünüz üzere kabuk kısımları dünyanın yüzey dediğimiz kısımını oluşturur; bunların bazılarını gözümüzle gözlemleriz ve bizim yaşadığımız kara parçalarını oluşturur, bir kısmını ise gözlemleyemeyiz çünkü onlarda büyük su kütlelerinin altındadır.

    ancak bu kabuk dediğimiz kısım insanın cildini kaplayan deri gibi yekpare bir yapıya sahip değildir. aynı bir yapboz parçaları gibi parçalardan oluşmaktadır ve bu yapboz parçalarına tektonik levhalar ismini vermekteyiz. önemli olan konu ise bu parçalar hareketsiz değillerdir. hareketleri esnasında birbirinin yanından kayarlar ve birbirine çarparlar vb. hareketler yaparlar. dünyadaki tektonik levhaların haritası

    bu hareketlerin çoğunluğunun levhaların kenarlarındaki levha sınırlarında görmekteyiz . levha sınırları birçok faydan oluşur ve dünyadaki depremlerin çoğu bu faylar üzerinde meydana gelir. tabii ki bu kocaman levhaları hareket ettiren bir güç olmak zorundadır. yukarıdaki görüntüyü tekrar gözünüzün önüne getirdiğinizde kor diye bir katma olduğunu göreceksiniz ve bu katmanın sıcaklığının 5430 °c olduğu tahmin edilmektedir.(kıyaslamak için güneşin yüzey sıcaklığı 5500 °c ve çekirdeğinin sıcaklığıysa 15,6 milyon °c’dir.) işte bu muazzam ısı enerjisi manto dediğimiz katmanı hareketlendirir.

    yukarıdaki görselden de görülebileceği gibi, manto tabakası içinde bulunan yüksek yoğunluktaki magma kor tabakasının verdiği ısı enerjisi sayesinde döngülenen bir hareket oluşturur. bu döngülerin ısınan sıcak tarafları yükselirken, soğuyan tarafları ise aşağıya doğru iner. işte bu döngüsel hareket, kabuk bölgesinde soğumuş magma olarak düşünebileceğimiz levhaları sürtünme etkisiyle farklı yönlere hareket etmesine neden olur. levhaların bu hareketi, çarpışmalara ve ayrılmalara sebep olur. bu çarpışmalar sonucunda ise ülkemizdeki gibi depremler oluşabileceği gibi everest dağı gibi dağlar da oluşabilir.

    kaynak:1,2,3
  • bize birçok şeyi hatırlattı: mesela depremden saatler sonra enkazdan canlı kanlı çıkan bedenler sayesinde umudun hiçbir zaman yitirilmemesi gerektiğini.... birlikten kuvvet doğar sözünü... afet bölgesine yardım malzemeleri göndermek için var gücüyle çalışan gönüllüleri... yaşadığı şehirde hiçbir hasar olmamasına rağmen binlerce insanın muhtaç bir halde moloz yığınlarının başında beklediğini düşündükçe yemeye, içmeye, uyumaya, gülmeye utanan ve bu temel ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek imkâna sahip oldukları için bundan suçluluk duyan duyarlı insanları.... okullara ara verildiği için yurtları terk eden öğrencilerin depremzedeler yesin diye yanlarına almadıkları yiyeceklere iliştirdikleri notlardaki sıcaklığı... enkazdan sağ çıkan çocuklara baba şefkatiyle yaklaşan afad gönüllülerini... sırtında boyunu aşan koca bir battaniye çuvalıyla yardıma koşan yaşı epeyce büyük bir adamın fotoğrafını gördüm... onun gibi nicelerini... kurtardığı kadını sırtında taşımak isteyen bir gönüllü, kadının tedirginliğini fark edince öyle candan bir sesle "korkma kardeşim" dedi ki.. ama... tüm bu güzel detayların yanı sıra depremin yarattığı maddi ve manevi yıkım yetmiyormuş gibi içinde safi kötülük barındıran insanların zehirlerini akıttığını da gördük. umarım onlar gördüklerimizle sınırlıdır.
  • *acil yardım uygulaması duyurusu* deprem.io
    depremde zarar görenlerin faydalanmasına yönelik geliştirilen bir uygulama.binlerce yazılımcının ortaklaşa hayata geçirdiği ve sürekli üzerinde çalışarak iyileştirme geliştirme yaptığı bir uygulama.afet bölgesinde depremzedelere, enkaz altı enkaz üstü ayırt etmeksizin ihtiyaçlarına göre yardım iletmeyi amaçlayan, afad, jandarma, akut, ahbap gibi tüm organizasyonlara anlık bilgi ileten google maps bazlı bir uygulama.
hesabın var mı? giriş yap