• izlerken 80'lerin en iyi filmlerinden birisinin 2011'de çekilmiş olmasının kafasını yakalayabilenler için enfes film.
  • bryan cranston'un belize'den bahsettiği filmdir. aynı belize'den ironik olarak breaking bad'de de bahsetmiştir. hem de aynı manaya gelecek şekilde.
  • başrollerini ryan gosling ve carey mulligan'ın oynadığı drive; bir stunt aktörünün geceleri yaptığı "beş dakikalık" sürüşleri ile başlıyor.

    yeni bir jason statham filmi misali, getir-götür işlerinde kullanılan, işinin ehli bir sürücünün aksiyon dolu hayatında bulacağız sanıyoruz kendimizi. aradan çok geçmiyor ki, ağır tempo ve müzikler tüm bu fikirleri temizliyor insanın aklından ve drive, güzel bir film noir örneği haline bürünüyor.

    filmin atmosferi zaman ilerledikçe karanlıklaşıyor.

    film, her sahneyi üst noktaya taşıyan müziklerle bezeli. aslında müziklerin taşıdığı çok fazla film görmeye başladık son zamanlarda. geneli idare eder şeklinde giden filmleri dahi bir iki basamak yukarıya taşıyor müzikler. bunun son örneğini tron-daft punk örneği ile yaşamıştık. drive ise sahnelerin çok iyi desteklediği müziklerle donatılmış. sanki müzikler için çekilmiş sahneler izliyorsunuz ya da daha doğru tabiriyle, uzun metraj klipler izliyorsunuz.

    dikkat çekici yönlerden bir diğeri; branson'da tom hardy'ye sahnedeki tüm özgürlüğü veren yönetmen nicolas winding refn bu filmde de ryan gosling'e aynı rolü veriyor. kurgulanması güç mimikler ile gosling, yer aldığı tüm sahnelerde kontrolü ele alıyor, sahnedeki diğer rollere bakasınız dahi gelmiyor. her sahnenin hakimi, güzeller güzeli carey mulligan'a rağmen ryan gosling oluyor.

    sonuçta da şu aralar çok sık karşılaşmadığımız bir türden, karanlık filmlerden, drive ortaya çıkıyor.

    filmin içeriğine çok fazla girmeden, spoilerdan kaçarak drive'ı anlatmaya çalıştım. şu an için imdb puanı 8.1 ve bence tam hakkını alıyor. bu tarz filmleri çok kötü ve basit bulanlar da fazla sayıda lakin çok fazla örneği yok drive ve türevlerinin günümüz sinemasında. fırsat bulursanız bir göz atın derim.
  • güzel film hoş film de 5 ileri 4 geri vitesli bir araba var bu filmde.

    vites ata ata bitiremedi, devir ala ala yediremedi koç yiğit driver efendi hey hey hey.
  • güzel soundtrack listesine sahip film.

    01 “nightcall” – kavinsky & lovefoxxx
    02 “under your spell” – desire
    03 “a real hero” – college feat. electric youth
    04 “oh my love” – riz ortolani feat. katyna ranieri
    05 “tick of the clock” – the chromatics
    06 “rubber head”
    07 “i drive”
    08 “he had a good time”
    09 “they broke his pelvis”
    10 “kick your teeth”
    11 “where’s the deluxe version?”
    12 “see you in four”
    13 “after the chase”
    14 “hammer”
    15 “wrong floor”
    16 “skull crushing”
    17 “my name on a car”
    18 “on the beach”
    19 “bride of deluxe”

    bunun dışında ryan gosling için daha önceden de söylediğim gibi kesinlikle sinemada özel bir yeri olan aktör. bunu bu filmde de rahatlıkla görebiliyoruz. sıkılgan, kafası karışık, sertliğinin altında güzel gülümsemeyle ortaya çıkan iyilik var adamın rollerinde. iyi başlayıp iyi ilerleyen bir film. ama hani. "görme kusurlarını, zevk alamazsın öyle dikkat edersen" klişesi vardır ya, öyle bir dikkat çekiyor ki bazı hatalar insan takılmıyor değil. ayrıca, belli bir yerine kadar ryan hiç konuşmayacak sandım ki öyle olup bütün film boyunca konuşmasa iyi bir reklam olurdu film için. anthony hopkins'in kuzuların sessizliği'nde toplamda 16 dakika görünüp oscar ödülünü alması nasıl hala dillerdeyse bu da o misal olacak gibiydi. yüzüyle her şeyi cümlelerden daha iyi anlatmak gerekse ryan gosling iyi bir malzeme ki dediğim gibi filmin genelinde sesini az duyuyoruz.

    müzikler ve kullanımları, oyunculuklara verilen önem, kurgu ve yönetmenlik gayet başarılı. iyi film bu, olmuş bu.
  • seksenli yıllar'ın ortalarından unutulmaz, hüzünlü bir the cars klasiği.

    who's gonna tell you when
    it's too late
    who's gonna tell you things
    aren't so great
    you can't go on
    thinking nothing's wrong
    who's gonna drive you home tonight

    who's gonna pick you up
    when you fall
    who's gonna hang it up
    when you call
    who's gonna pay attention
    to your dreams
    who's gonna plug their ears
    when you scream

    you can't go on
    thinking nothing's wrong
    who's gonna drive you home tonight

    who's gonna hold you down
    when you shake
    who's gonna come around
    when you break

    you can't go on
    thinking nothing's wrong
    who's gonna drive you home tonight
  • uyarı: yazı baştan sonu spoiler içermekte olan bir analiz yazısıdır.

    --- spoiler ---

    birincisi bu bir dram filmi. hem de çok iyi bir dram filmi. aşk, aile gibi kavramları fazla işe katıp işi bulandırmadan, bir kişinin hayatını verebilen bir dram. film sıkıcı kelimesini hak etmiyor çünkü tam aksine büyük bir tempoya sahip. peki film ne anlatıyor? dublör olan ve araba yeteneklerini yasa dışı eylemlerde kullanan bir adamın hikayesi. peki bu hikaye çok mu düz anlatılıyor? hayır.

    filmde karakterlerin derinliği olmadığı koca bir yalan. evet yan karakterlerde fazla detaya girilmemiş ama bunun sebebi olayı tamamı ile esas oğlanın gözüne indirgeyebilmek. shanon gibi karakterleri daha iyi tanısak, duygu bölünmesi yaşayabilirdik ancak onların yüzeysel geçilip ryan’ın karakterine odaklanılması filmi birincil açıdan izlemenizi sağlıyor.

    bir defa ryan’ın yapısını iyi incelemek lazım. bazıları “ya onun da hiç mimiği yok, çok düz” diye eleştirmiş ancak bu role de o iyi oturmuş. çünkü bu karakter, zaten duygularını yansıtmak ve yaşamak konusunda özürlü bir karakter. kendisine iş veren shanon hariç ikinci bir insanla yakınlaşamıyor bile. ancak komşusu ve oğlu arasında oluşan bağ ona özlemini çektiği “aile” kavramına yaklaştırıyor ki sonra adamın hapisten çıkması ile hayatın kendisine koklattığı bu nimet geri çekiliyor. şimdi burada detaylı düşünülmesi gereken çok nokta var. ryan bir dublör, yani hayatını kendini başkalarının yerine koyarak kazanan biri. aynı anda kendisine ait bir hayatı da yok. kendisine özel olan tek durum gece çıktığı yasa dışı soygunlar. onda da kuralları çeşitli ancak en önemlisi, çalıştığı insanlarla tekrar görüşmemesi. bu çok önemli unutmayalım. ryan, komşusu ile yakaladığı uyum sonrası kendini tekrar hayatta dublör konumundan esas oğlan konumuna geçmiş hissediyor. tam bu anda, yatırım ile gelen yarış marış mevzuları patlıyor. bunlar paralel. ryan’ın insan ilişkilerini geliştirdikçe, hayattaki rolünün daha ön plana çıkmasını anlatıyor. ryan, kendi hayatının başrolüne oturdukça, buna sebep olan komşununa daha çok bağlanıyor. öyle ki, hiç bir halükarda onu (ve oğlunu) kaybetmemek için, en önemli kuralını yıkıyor. neydi o kural? iş yaptığı insanlarla tekrar görüşmemek. barda kendisine yanaşan adamı terslediği sahne boşa konulmamış. ancak değil tekrar görüşmek veya iş yapmak. arkadaşım dediği bir insan ile çalışmak onun kendi kurallarını yerle bir etmesi anlamına geliyor. dediğimiz gibi ryan hayatta bir dublör değil, esas oğlan olmak istiyorsa bu duvarı yıkmak zorunda hissediyor. ancak işler ters gidiyor. sorunsuz hayatı, ihlal ettiği kendi kuralları yüzünden bir karmaşa dönüyor. shanon’un ölümü kritik sahne. onu gördüğü zaman ryan işlerin tamamen ters gittiğini ve asla düzelmeyeceğini anlıyor. o yüzden kadın için güvenli ortamı sağladıktan sonra şehri terk ediyor. aslında filmin sonu, aynı anda filmin başı da sayılabilir. çünkü karakterimizin nereden geldiği meçhul, tek ipucu dışında. shanon, komşu kadın arabasını getirdiğinde, 5-6 sene önce geldi iş istedi verdim, yarı ücret verdim gene çalıştı diyor aynı zamanda becerilerini övüyor. bu becerideki bir adamın işsiz olarak ve düşük şartlarda çalışmaya hazır olarak bir anda belirlemesi fazla olanaksız. belli ki beybaba, daha önce de böyle bir durum yaşamış ve insanlara yanaştığı için bedel ödemiş ve filmi izlediğimiz yere gelmiş. bunu daha önce de yaşadı mı? tekrar yaşayacak mı? bilmiyoruz. ama ryan, gölgelerde yaşamak ve hayatta hep dublör olmak zorunda. çünkü ne zaman normal bir insan olmaya çalışsa, ne zaman başrole geçmeye çalışsa sonu felaket oluyor. etrafındaki insanlara zarar veriyor.

    böyle sağlam bir karakterin yanı sıra, beklenmedik ölümler, silahlı çatışmalar, araba sahneleri de filmin ekstrası oluyor. şahsen standart vurulduğunda “hadi be” tepkisi verdim. bu kadar kibar değil tabii ilk iki harf aynı sadece gerçek tepki ile. ha keza soygun ortağı hatunun kafa patlayınca.

    ryan’ın, yasa dışı işlerle uğraşmasına rağmen, esasen “kötü adam” olmadığı ve olamayacağı da, strip club benzeri bastığı yerdeki sahne ile mükemmel verilmiş bana kalırsa. içeri girmiş şeklini koyan, estiren ryan, telefonda karşısında gerçekten tecrübeli birini bulunca panikliyor ve hata yapıyor. çünkü ryan dublör. esas oğlan değil. ortaya koyduğu “badass” imaj sadece bir maket. sevdiği insana zarar verebilir diye kafatasını ezdiği adam da bu gerçeği değiştirmiyor. final boss’u boğması da. çünkü bunları yapma motivasyonu para, ün, şöhret değil. bu da son sahnede parayı geride bırakması ile vurgulanıyor.

    özetle toplarsak, film için mükemmel, herkes izlesin diyecek değilim. ancak öneri olarak vermekten çekinmeyeceğim, içine aksiyon sosu çok güzel yedirilmiş başarılı bir dram filmi.

    aklıma gelen tek “keşke” şu; babası öldükten sonra ufak oğlanı bir daha görmüyoruz bir yatak sahnesi dışında. adamın, onları korumak için girdiği karakter sırasında tekrar belirebilirdi genelde sertleşen ve vahşileşen karakterler, çocuk figürler üzerinden eleştirilir. klişe ama güzeldir.
    --- spoiler ---
  • ----------spoiler----------

    "blue valentine"de ryan gosling'in oynadığı karakter ne yaptıysa ailesini elinde tutamıyordu, bu filmdeki karakteri de ne yaptıysa o aileyi ele geçiremedi. hayat ne tuhaf, metrobüsler filan.

    ----------spoiler----------
  • ilk sahneden sonra çok hızlı bir film beklemeye başlıyorsunuz. fakat hemen sonrasında filmin tek derdinin size hızlı bir macera filmi izlettirmemek olduğunu anlıyorsunuz.

    --- spoiler ---

    bir aile hayali driver a güzel geliyor filmin başlarında.sonra sonra imkansız bir aşk hikayesi ile ölümlerin iç içe geçtiği bir örgü içinde buluyorsunuz kendinizi.driver da biliyor aslında öldürdükçe daha da çok uzaklaştığını sıradan bir hayattan ama elinden başka bir şey gelmiyor. sevdiği kadın için yaptıkları yine ondan uzaklaştıran oluyor kendisini.asansördeki sahne bu bakımdan harikaydı.yani az sonra öldürmeyi tasarladığı adamı öldürdükten sonra yapamayacağını bildiği için, sevdiği kadını ilk belki de son kez öpüyor.sonra da adamı onun için öldürüyor.ama bundan sonra asansörün kapısı hiç açılmayacak şekilde aralarına giriyor.bundan sonrası onun için sevdiği kadını korumaktan ibaret.

    filmin son sahnesindeki gözün kırpılma sahnesinin yönetmen tarafından o kadar çok uzatılmasının sebebi de, yönetmenin driver ın aşkı için hayatını verip vermeyeceği, buna deyip değmeyeceği sorularını kendi kendimize sormamızı istemesindendi düşüncesindeyim.

    --- spoiler ---
  • güldürürken düşündüren film. yok lan güldürmüyor bakma öyle dediğime, film bildiğimiz dram.

    konu klişe gibi gözüküyor ama değil, film sıradan gibi duruyor ama değil, başroldeki dayımız duygusuz gibi gözüküyor ama değil. kurgu alışılagelmiş gibi duruyor ama değil, hatun bildiğimiz hatun gibi duruyor, evet öyle.

    buradan sonrası şipoyler.

    --- spoiler ---

    şimdi bakıyoruz nedir olay, dayı var arabalardan anlıyor, direksiyonu kuvvetli, tekniğinden fln da çakıyor bayağı. buna ek olarak hırsızlara transporter'lık yapıyor, üç beş sakalını alıp yoluna bakıyor filmin sonrasında işte komşu hatunla tanışmaca ve klasik aşk ve ceza, pride and prejudice, ehliyet ve ruhsat.

    fakat benim bu filmde gördüğüm bu değil tam olarak. baktığımız zaman abimizin herhangi bir ailevi bağı yok, küçük yaşta walter white'ın yanına karın tokluğuna girmiş sonrasında klasik bir yalnız kovboy olmuş, buraya kadar bilinen bir senaryo tamam. lakin benim gördüğüm adam bu rutinlikten fena bunalmış ve amiyane tabirle konuşmak gerekirse heyecan arıyor. bütün bu hırsızlara yardım etme olayını sırf adrenalin ve ego için yaptığına eminim. akabinde hatunla tanışma ve hatuna vurulma kısımları mevcut ve bunlar da klişe doğru ama bu ilişkide de fark yaratan nokta şu ki kız tokmakçısının hapisten döneceğini söylediğinde abimiz hiç tepki vermiyor.

    normal şartlar altında sorunlu insanlar olduğunu anladıktan sonra esas oğlanımız sen yoluna ben yoluma der, en olmadı bi seçim yap der, en en olmadı bu kadar iç meselelerine karışmaz ama abimiz bilerek ve isteyerek içlerine giriyor çünkü biliyor birşeyler çıkacak ordan. aynen tahmin ettiği gibi bunların birtakım kişisel sorunlarının içinde bulur kendisini ama yine full adrenalin ve ego ihtiva edecek şekilde. sonrasında ölüm riskini göze ala ala bernie'yle yüzyüze buluşmaya silahsız gider. gördüğümüz üzere herhangi bir ölüm veya kaybetme korkusu da yok.

    bu filmden benim anladığım her insanoğlunun rutinden kaçmak isteyip kaçamayışına karşıt olarak bunu gayet başarılı şekilde yerine getirmiş bir insan ve böyle davranılırsa başınıza gelebilecek olayların neler olduğu.

    son olarak esas oğlanın aksine hatunsa bildiğimiz hatun. iki adam arasında seçim yapamayan, ikisini de riske atan, öyle de böyle de mutlu olmayan, klasik bildiğimiz hatun.

    --- spoiler ---

    bu sebeplerden ötürü imdb notunu sonuna kadar hakeden bir filmdir imho.

    edit 1a: asansör sahnesiyle irréversible'e selam çakmış film.
    edit 1b: akrep month fazla kitsch.
hesabın var mı? giriş yap