• benim için diğer ismiyle yalnızlığın ressamı.
    hopper eserlerinde gözünüze çarpan belirli özellikler vardır ve bir resme baktığınızda onun yapıp yapmadığını anlayabileceğiniz kadar belirgindir. bu girdi bol resim eklemeli olacak, gecenize renk katsın...

    ışık kullanımı bunlardan biri. mutlaka belli bir kaynaktan vuran ışık, onun oluşturduğu gölge, karanlıkta kalmış koyu renkler ve ışık sayesinde patlayan canlı renkler gözünüze çarpar.

    pastel tonlar ve yeşilin farklı halleri. resimleri hiçbir zaman tamamen boğucu tonlardan oluşmaz. karanlık ve koyu renkler kullanmakla birlikte her zaman resim ana öğesini oluşturan alanlarda renkleri patlatır (yeşil kullanımı boldur) ve böylece baktığınızda dengelenmiş bir renk ahengiyle karşılaşırsınız.

    yalnızlık. hopper klasik amerikan hayatı içindeki insan yalnızlığını yansıtmayı çok sever ve bunda da çok başarılıdır. melankolik bir yalnızlıktan ziyade artık benimsenmiş ve normalleşmiş bir yalnızlıktır bu vurgulanan. insanlar içinde bulundukları yalnızlığın farkında değilmişcesine yer alırlar resmin içinde.

    ve son göze çarpan resmin mimari boyutudur. cafeler, odalar, evler ve tüm mekanlar bir ressamlık güdüsünden çok mimari çizim yeteneğinin dışa vurumu gibi gelir bakan kişiye.

    kalabalığın içinde de olsa baktığınızda ben burdayım diyen resimlerin yaratıcısı, renklerdeki zıtlıkların ve gölge oyunlarının ustasıdır.

    edit: sanat içerikli bir entry'yi debe'ye sokmuş bütün güzel insanlara teşekkür etmek istiyorum. ben şok! sağolun valla mutlu oldum.
  • “resimlerimdeki insanlar arasındaki iletişim eksikliği, muhtemelen benim yalnızlığımın bir yansımasıdır. bilmiyorum. tüm insanlık durumu olabilir. ”
    -- edward hopper

    hopper'ın yaz resimleri:

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
    görsel

    çizimlerinden birkaçı:

    görsel
    görsel
    görsel
    görsel
  • ressamların ürünleri -tuvaller salt yeteneğin en belirgin olduğu yerler olduğu için belki- insanlarda hayranlık uyandırır. ağzınız açık bakarsınız genelde. inceler, yorumlarsınız. hayran hayran bakarsınız ama bir resim çok nadiren bizi duygulandırır, bam telimize basar, moralimizi bozar, mutsuz eder.. edebiyat ya da müzik daha çok duygulara çalışır benim için mesela.

    ama durum bu zat-ı şahanenin işlerinde değişiyor. edward hopper'ın her resmi kelimenin tam anlamıyla "vurucu".
    ister otel lobilerine götürsün bizi isterse rooms by the sea gibi günlük güneşlik deniz kenarı bir odada olalım yine de belirgin bir hüzün vardır hopper'ın eserlerinde. insanın yalnızlığını yüzüne çarpıyor. hayata bakış açısı ve nasıl bir insan olduğu, o resimlerin nasıl bir çerçeve içinde ortaya çıktığı bilindiğinde hopper'ın ne denli büyük bir sanatçı olduğu ortaya çıkıyor.

    "zamanın amerikasını değil kendimi resmettim" diyecek kadar bireyci, dönemin sanat çevresinin çoğunluğu gibi bir dönem paris'e gittiğinde (ki, şatafatlı yıllardı hopper'ın orada olduğu yıllar. çoğu sanatçı bu paris deneyimini uzun uzadıya anlatmış, biyografilerinde hep bir paris çentiği açılmıştır "paris'e xx yılında gitti. orada x'le tanıştı. y'le muhabbet etti. z'den etkilendi vsvs..) bu deneyimi;

    "kimle mi tanıştım? kimseyle. gertrude stein adını duymuştum. ama piacsso'yla ilgili bir şey duyduğumu hatırlamıyorum. geceleri kafelere gider oturur ve etrafı izlerdim. biraz da tiyatroya gittim. paris benim üzerimde harika ya da vurucu bir etki bırakmadı."

    diye anlatabilecek kadar realist ve minimal bir bakışa sahiptir.
    resimlerinde de tam olarak bunları görürüz. bunları diyen bir adamın yaptığı resimler nasıl olmalıysa öyledir. yalın mekanlar, fazla ortaya çıkmayan renkler, resmin ortasında sizinle hiçbir etkileşimde bulunmadan kendi dünyasında tek başına varolan bir karakter- insan, ağaç ya da bir ev?

    sen de kimsin? bile demez mesela hopper'ın resminin ortasında oturan, otel odasına kapıyı çalmadan girdiğimiz kadın. neden bakıyorsun? demez. kendi dışında kimse yoktur sanki dünyada. öylesine sallamaz bizi.
    en azından beni sallamıyo hiç.
  • depression era sonrası amerikan gerçekçiliği ressamı.
    eserlerine pek çok filmin pek çok karesinde rastlamak mümkündür. (bkz: psycho) (bkz: the postman always rings twice)
    tablolarındaki izolasyon ve yalnızlık yüzünüze çarpar.
  • gerçekçiliğin, yalınlığın, ve yalnızlığın ressamı.. resimlerinde keskin hatlı geometri ve kendine özgü bir ışıklandırmayla boş alanların, binaların, insanların, ve ressamın/resme bakan kişinin yalnızlığını betimler daha çok.. amerikan ruhunu anlatmakta çok başarılı olmasından ötürü olsa gerek nighthawks dahil birçok eseri amerikan pop kültüründe bir nevi mona lisa, ya da çığlık muamelesi görmüş, türlü deformasyonlara uğratılmıştır.. gerçekçiliğini hocası robert henri'den aldığı eğitime borçlu olduğu söylense de diğer çağdaşlarının aksine deneysel çalışmalara uzak durması biraz da yetiştiği kültür ve karakteriyle örtüşmektedir.. öncelikle her daim depresif bir adamdır kendileri, pek az konuşur, konuştuğunda da öz konuşur.. bence bu bunamlı ruh haline kendi karakterinin tam tersi bir karaktere sahip olan bir kadın ressamla, josephine nivison ile evlenmesi de etki etmiştir.. diğer adıyla jo hopper da iyi bir ressamdır ve fakat edward hopper'ın hayatının son dönemlerinde çekilmiş bir belgeselden anladığım kadarıyla inanılmaz derecede dırdırcı bir kadındır kendileri.. söylediğine göre bir gün edward hopper'a "benimle neden evlendin ed?" diye sorduğunda hopper uzunca bir süre boşluğa bakıp "eee fransızca biliyordun" şeklinde mırıldanmıştır, ki bu cevap benim teorimi de doğrular niteliktedir.. bayan hopper dırdırcı olduğu kadar kıskançtır da; kocasının kendinden başka çıplak model kullanmasına izin vermemiştir hayatı boyunca.. edward hopper rahşan ecevit modeli bir kadınla evlenseydi daha değişik ürünler verir miydi acaba diye düşünmüşümdür hep..
  • kadınlarının çoğu ya trendedir, ya otel lobisinde. hayata karışmış ve yalnız kadınlardır.
  • yuzyilin eli fircali vakanuvislerinden.. kapsama alani, 1900'lerin baslarindan, 50'lere, 60'lara kadar uzanir.. interior'leri, sokak goruntuleri, kentin uzak mekanlarindan tuvaline tasidiklari, iclerinde de yanyana ama boşlukta, birbirinden kopuk beser figurleri.. "o anın amerika'sını değil, kendimi resimledim" deyisi de manidar..

    en bilinen tablosu muhtemelen şu an sikago sanat enstitüsü'ndeki nighthawks..
  • new york'da doğup new york'da ölen, özellikle yağlı boya resimleriyle tanınan, birçok kişi tarafından realist olarak tanımlanan ama kendisini empresyonist olarak sınıflandıran ressam. büyük şehrin etkileri yarattıklarında hissedilir. eserlerinde duyguları başarılı bir şekilde yansıtan sayılı isimlerden. estetik bir resim ortaya çıkarmak güzel ama hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan duyguları hissettirebilmek ayrı bir boyut.

    hopper'ın tanınması çok geç olmuş. otuzuna kadar avrupa ve amerika'da dolanmış ve kendi kendine gözlem ve resimler yapmış. sonrasında para kazanmak zorunda olduğundan nefret ettiği illüstrasyon işine girişmiş. ilk eseri 'sailing'i 1913 yılında satmış ama esas adını duyurması 1920'lerin başında, yani kırklı yaşlarında olmuş. hopper dolaşmış... birçok ülkeye gitmiş ilham almak için ama sonunda new york ve amerika'nın ona verdiği ilham ve anlam baskın çıkmış. kaos, çalkantı, çeşitlilik, bireycilik ve bunların ona hissettirdiği soğukluk, gurur ve yuvası olması ya da başka nedenden kaynaklı bağlılık. sevgi nefret ilişkisi gibi biraz. ayrıca bu noktada hopper'ın cumhuriyetçi olduğunu ve ülkesine karşı sorgusuz ve şüphesiz bir bağlılığı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek.

    eserlerinde karısı jo'yu model olarak kullanması bol olmuş ki buna bazı erkek karakterler de dahil. yarattıklarında çoğunlukla yalnızlığı işler ama genelde işlediği yalnızlık somut olarak yalnız olma hali değildir. muhtemelen bu yüzden sanatla çok alakası olmayanları bile kendisine kilitler eserleri... hepimizin en derinindeki fazla bulaşmak istemediğimiz bir yere dokunur: ebedi yalnızlık, monotonluk ve boşluk. bu açıdan bakınca hopper'ın eserleriyle psikolojiye girdiği söylenebilir. her ne kadar ben dahil birçok kişi eserlerinde yalnızlık, izolasyon ve bireycilik görse de, hopper yalnızlık temasının fazla abartıldığını söylemiş zamanında.

    yarattıklarında karmaşa ya da hareketlilik yoktur ve bu da bireycilik ve izolasyona daha da dramatik bir yön katar. sanki dış hareketin anlamsızlığı ya da içerideki yoğun hareketliliğin dışa hareketsizlik olarak yansıması gibidir eserlerinde ortaya çıkardıkları. güneş ışığına ve denize hassasiyeti vardır. hep ufak bir 'an'ı gösterir ve gerisini sessizce bize bırakır. hayatı boyunca eserleri hakkında mümkün olduğunca açıklama yapmaktan kaçınmış.

    ufak detaylar eserlerine apayrı bir tat katar. örneğin eserlerine seçtiği isimler* ya da 'automat'ta kadının tek eldiveninin hala elinde olması ya da 'house by the railroad'daki izole evin etrafında kullandığı ışık-gölge unsurları ya da dar alanlara iki birbirine karşı kayıtsız insanı yerleştirirken, geniş ya da normalde kalabalık olması gereken yerlere de yalnız insanları yerleştirmesi...

    çok benzetildiği norman rockwell ile arasındaki fark da rockwell'in eserlerinin bir şey hakkında olması ama buna karşılık hopper'ın eserlerinin amerikan manzaraları, figürleri ve mimarisi hakkında olması; rockwell'in detaylara girmesi ama hopper'ın detay ve anlamları eseri inceleyen kişiye bırakması olarak açıklanıyor.

    hopper'ın vedası 1965 yılında, eşi ve kendisini temsil eden, performanslarının sonunda eğilerek selam vermekte olan bir kadın ve bir erkek arlekeni resmettiği 'two comedians' eseriyle olmuş. iki sene sonra stüdyosunda sandalyesinde otururken öbür tarafa geçmiş hopper. ondan on ay sonra da, muhtemelen ona ilham vermek ve eserlerinde başka bir sahnede modellik yapmaya devam etmek için karısı jo da yanına gitmiş...
  • self portrait 'inde, başka büyük ressamların aksine, kendisini çok yalın göstermiş, iddiasız, adeta dünyaya safça ve şaşkınlıkla bakan, süssüz, eksiz, "bence böyle, ya sizce nasıl?" der gibi resmetmiş insan.

    http://www.ibiblio.org/…er/hopper.self-portrait.jpg
  • şehri ve yalnizliği çok iyi bilen ressam.
hesabın var mı? giriş yap