• 1929 yılında yapmış olduğu 'chop suey' isimli tablosu christie's açık arttırmasında 91.9 milyon dolara alıcı bulmuş ressam.

    chop suey
  • new york'da doğup new york'da ölen, özellikle yağlı boya resimleriyle tanınan, birçok kişi tarafından realist olarak tanımlanan ama kendisini empresyonist olarak sınıflandıran ressam. büyük şehrin etkileri yarattıklarında hissedilir. eserlerinde duyguları başarılı bir şekilde yansıtan sayılı isimlerden. estetik bir resim ortaya çıkarmak güzel ama hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan duyguları hissettirebilmek ayrı bir boyut.

    hopper'ın tanınması çok geç olmuş. otuzuna kadar avrupa ve amerika'da dolanmış ve kendi kendine gözlem ve resimler yapmış. sonrasında para kazanmak zorunda olduğundan nefret ettiği illüstrasyon işine girişmiş. ilk eseri 'sailing'i 1913 yılında satmış ama esas adını duyurması 1920'lerin başında, yani kırklı yaşlarında olmuş. hopper dolaşmış... birçok ülkeye gitmiş ilham almak için ama sonunda new york ve amerika'nın ona verdiği ilham ve anlam baskın çıkmış. kaos, çalkantı, çeşitlilik, bireycilik ve bunların ona hissettirdiği soğukluk, gurur ve yuvası olması ya da başka nedenden kaynaklı bağlılık. sevgi nefret ilişkisi gibi biraz. ayrıca bu noktada hopper'ın cumhuriyetçi olduğunu ve ülkesine karşı sorgusuz ve şüphesiz bir bağlılığı olduğunu da göz önünde bulundurmak gerek.

    eserlerinde karısı jo'yu model olarak kullanması bol olmuş ki buna bazı erkek karakterler de dahil. yarattıklarında çoğunlukla yalnızlığı işler ama genelde işlediği yalnızlık somut olarak yalnız olma hali değildir. muhtemelen bu yüzden sanatla çok alakası olmayanları bile kendisine kilitler eserleri... hepimizin en derinindeki fazla bulaşmak istemediğimiz bir yere dokunur: ebedi yalnızlık, monotonluk ve boşluk. bu açıdan bakınca hopper'ın eserleriyle psikolojiye girdiği söylenebilir. her ne kadar ben dahil birçok kişi eserlerinde yalnızlık, izolasyon ve bireycilik görse de, hopper yalnızlık temasının fazla abartıldığını söylemiş zamanında.

    yarattıklarında karmaşa ya da hareketlilik yoktur ve bu da bireycilik ve izolasyona daha da dramatik bir yön katar. sanki dış hareketin anlamsızlığı ya da içerideki yoğun hareketliliğin dışa hareketsizlik olarak yansıması gibidir eserlerinde ortaya çıkardıkları. güneş ışığına ve denize hassasiyeti vardır. hep ufak bir 'an'ı gösterir ve gerisini sessizce bize bırakır. hayatı boyunca eserleri hakkında mümkün olduğunca açıklama yapmaktan kaçınmış.

    ufak detaylar eserlerine apayrı bir tat katar. örneğin eserlerine seçtiği isimler* ya da 'automat'ta kadının tek eldiveninin hala elinde olması ya da 'house by the railroad'daki izole evin etrafında kullandığı ışık-gölge unsurları ya da dar alanlara iki birbirine karşı kayıtsız insanı yerleştirirken, geniş ya da normalde kalabalık olması gereken yerlere de yalnız insanları yerleştirmesi...

    çok benzetildiği norman rockwell ile arasındaki fark da rockwell'in eserlerinin bir şey hakkında olması ama buna karşılık hopper'ın eserlerinin amerikan manzaraları, figürleri ve mimarisi hakkında olması; rockwell'in detaylara girmesi ama hopper'ın detay ve anlamları eseri inceleyen kişiye bırakması olarak açıklanıyor.

    hopper'ın vedası 1965 yılında, eşi ve kendisini temsil eden, performanslarının sonunda eğilerek selam vermekte olan bir kadın ve bir erkek arlekeni resmettiği 'two comedians' eseriyle olmuş. iki sene sonra stüdyosunda sandalyesinde otururken öbür tarafa geçmiş hopper. ondan on ay sonra da, muhtemelen ona ilham vermek ve eserlerinde başka bir sahnede modellik yapmaya devam etmek için karısı jo da yanına gitmiş...
  • hopper denince iki öğe gelir aklıma, ışık ve yalıtılmışlık. ne kadar amerikalı olup bunu iyi yansıttığı söylense de benim aklımda bir kaç resmi hariç amerikan tarzı uyanmaz. somutluktan yola çıkarak duygu yansıtmak, yeteneğidir. eşi bazı resimlerinde modellik yapmıştır. saul bellow'un bazı kitaplarının kapaklarında edward hopper resimlerini görmek eski bir dostu görmek gibi duygular uyandırır bende . çizdiği resimlerindeki bazı kadınlarla oturup sohbet etmek isterdim örneğin nighthawks resmindeki barda , rooms by the sea resmindeki odada ise kesinlikle yalnız olmak...
  • “merhaba bulutlar, merhaba ağaçlar” eğiliminin şirinliğini en uç sınırlarda betimleyen ressamlardan biri değildir edward hopper. yalnızlık, yolculuk, otel odası, monotonluk gibi rutin hayatın debdebesini resmetmiş; kalabalıklar içindeki yalnızlığın ve ilişkilerin birer izdüşümünün rotasını saptayıp onu kavrayabilmemizi sağlamıştır.

    yalnızlığın altında ezilmiş, savrulmuş kaotik ruhların nefesini kesen havasız bırakan, açık bir uzam içinde sancıtan ezeli bir yalnızlık; dramatikliğin fark edilmeyen uçlarında oynaşma süreciyle adı olmayan duyguları uyandırma ya da birbirine ait olmayan duyuları harmanlama süreciyle çok yakından bir ilgisi var. insan yalnızlığın sonsuza uzanan ara tonları, kombinasyonları asla yeterince tanımlanmayacak olsa da edward hopper sonsuz permütasyonların gerisinde kalmadığı kendi rayihasını yarattığı noktaya taşımış.
  • kendine has bir twknik geliştirmiş amerikalı ressam. nighthawk ünlü eserlerinden biridir.
  • bazen kalabalıklar içinde bazen tek başınayken bazen de hayatın akışı içinde modern insanın yalnızlığını anlatan 1882 doğumlu amerikalı ressam.resimleri teknik açıdan çığır açmasa da işlediği konular günümüz insanının en büyük çaresizliğini çok iyi anlatır.
  • amerikalı, realist bir ressamdır. yağlıboya tabloları ile bilinir. robert henri'den ve resimlerinde günlük amerikan yaşamını vermeye çalışan sekizler grubundan etkilendi. aslına son derece bağlı bir biçimde tuvale aktarılmış kent dekorları içerisinde dona kalmış kişilerin varlığı genelde yapıtlarına kaygı verici bir hava katmaktadır.
    night on the l train
    east side interior
    blue night bazı tablolarındandır.
  • birçok resminde iç ve dış mekan ayrımını öyle güzel belirtmiştir ki. ayrıca resimlerine bakarken sanki içindeki insanların özelini işgal ediyormuşçasına , huzurlarını bozuyormuşçasına bir rahatsızlık duyuyorum. her yerde bahsedilen yalnızlık temasına tekrar değinmeyeceğim ama farkındalık ile ilgili konuşmak isterim.

    hem resmin içsel dünyasını hem de bakan gözlerin ruhunu nasıl da yansıtıyor. bir ayna misali.

    geştalt ekolü vardır psikolojide. bu ekole göre farkındalık birçok katmanda olur. fakat genel olarak tam farkındalığın oluşması için insanin 3 temel unsurdan emin olmasi lazim ; bir insanın iç dünyası, çevresi ve bu ikisinin birlikte uyumu.
    eserdeki çoğu karakterde hissedilen sanki iç dünya farkındalığın olup da çevreye karşı kayıtsız kalınması. haliyle de üçüncüdeki problem, ikisi arasındaki uyumun sağlanamaması. bakarken rahatsız eden de belki budur bizi. biz onların bu kadar farkındayken onların göz kontağı kurmayıp araya duvar koyması
  • insanda; 'resmin içine girip bir de sandalye çekerek karaktere sessizce eşlik etme' isteği uyandıran eserleri olan ressam.
  • bir röportajında “kelimelerle anlatabilecek olsaydım resim yapmazdım” der edward hopper.
    derdini resimle anlatan bir düşünürdür.

    insanın iç dünyasını ve modern dünyada insanın yerinin ne olacağını sorgular.
    tablolarını yapmadan önce konu aldığı mekanlara defalarca gidip,renkleri ve ışıkları krokiler üzerine not edip eşi josephine ile uzun uzun tartışacak kadar mükemmeliyetçi çalışma üslubuna sahip gerçekliğin ressamı.
hesabın var mı? giriş yap