efe demir
-
üst edit:
efe'nin intihar mektubu
kız arkadaşımın da çalıştığı yapı kredi teknoloji'nin yazılımcılarından biri, gencecik bir insan. yine tıpkı kız arkadaşım gibi, son aylarda üzerlerindeki yoğun çalışma baskısı ve mobbing yüzünden psikolojik sorunlar yaşamaya başlamış, ve geçtiğimiz akşam sabaha karşı çalışmaya devam ederken yapı kredi'nin insanlara değer vermediğini, depremzedelere karşı da sadece ticari, ikiyüzlü tavrını ifşa eden mailler atarak camdan atlayarak hayatına son vermiş.
halbuki epey parlak mutlu bir evliliği var. ortak arkadaşlarımız da dahil, çok fazla dostu var.
ve kendisinin ölümünden sorumlu olanlar hiçbir ceza almayacak, öyle mi? -
başlığı altında yazan çoğu kişinin onu anlamadığını ve yazdığı maili iyi okumadığını düşünüyorum. bu planlı bir intihar gibi değil, aklından daha önce özellikle geç saatlere kadar çalışırken ve işyerindeki çalışma arkadaşlarına, eşine yapılan haksızlıkları ve işin içeriğindeki acımasızlıkları düşündükçe geçmiş, öfke dolmuş ara ara ve cama bakıp düşünmüş muhtemelen şurdan atsam kendimi diye. ama bu intihar fikrine işyeri dışında veya görece rahat çalıştığı, mobbinge uğramadığı, etrafında haksızlıkların olmadığı dönemlerde kapıldığını hiç sanmıyorum.
son bir aydır, deprem sonrası yani, çoğumuzda öfke, umutsuzluk, isyan ve düzeni değiştirme isteği arttı ve düşüncelerimiz keskinleşti. işinde, gündelik hayatında buna kafa yorup eyleme geçebilenler, meslekleri işleri daha kamu yararına açık olanlar çalıştıkça rahatlayabilirken, bu isteklerle mesleği ve işi arasında bir çelişki bulunanların üzerindeki basınç arttı. banka hayır kurumu değil, bu işleri bilmiyorsunuz diye karşı çıkanlar olmuş efe demir'in itirazlarına ama bunlar sizin ideolojinize göre yorumlar. şu an baskın ideoloji sizinki olduğu için kendi duruşunuzun da politik olduğunun farkında değilsiniz. efe demir bir şeyler yapılabileceğinin farkına varmış ama eşzamanlı olarak yapılmadığının da farkına varmış. bunu değiştirmenin kolay olduğunu ama bu yerleşik inançlar ve yapı kredide pek sağlıklı olmadığını gördüğümüz toksik kurum kültürü ile bir o kadar da imkansız olduğunu görmüş. bu kaldıramadan kucakladığı bir taş haline gelmiş.
her gün bizim gibi twitterdan depremde enkaz altında kalan yardım bekleyenleri, çıkabilen insanların çadırsız susuz kalışını, o coğrafyayı, çadır alanlarını su basışını, sele kapılan konteynırı ve tamamen çamurlu su altında kalan urfa'yı görmüş iki gram boş vaktinde. işe gitmiş sonra uzun saatler çalışmış ama o sırada yaptığı işler hiç içine sinmemiş çünkü bulunduğu yerde evsiz kalan depremzedelerin, olmayan yıkılan evlerin kredi borcu için tepelerine binildiğini, yıllardır ödedikleri dask'ın çok yetersiz bir karşılığı olduğunu, buna da bankanın, depremzedelerin mortgage ya da kredi borçları karşılığı el konulduğunu görmüş. buna mantıklı, bu düzen böyle diyecek kişi kendi durduğu yerin yağmacılığının farkına varmalı.
işte efe demir bu büyüyen çelişki ile işyerine ve özellikle maili attığı kişilere, (ki onların finans kısmında olan asıl yağmacı ruhlular olduğunu tahmin ediyorum, mobbingin yanı sıra insani olmayan yorumlar yapıp öyle yaklaşımlar geliştirmişler belli ki) bu uzun maili atmış. mail öfkeden çok, bir şeyi değiştiremeyeceğini düşünen bir insanın umutsuzluğu ve tükenmişliği ile atılmış. bu mail kişisel bir mail değil sadece, toplumsal konularda duruşunu da yazmış, demek ki attıklarının bu konularda duruşundan da haklı olarak ve insani olarak rahatsız.
birisi bir yerlerde yazmış bir zaman, intihar eden kişi kendini öldürmez, çevresindeki değiştiremediği insanları kendini öldürerek öldürür ve toptan kurtulur onlardan diye. değiştiremediği durumdan hızlı bir çıkış bulamayan, muhtemelen çalışmaktan ve işyerindeki toksik ortamdan o an ışığı ve umudu göremeyen birinin, ara ara sadece böyle anlarda aklına gelmiş bir şeyi, üstüne serinkanlı düşünme halini kendinde bulamadan, belki onbeş dakika içinde maili atıp, camı açıp kendini bıraktığını düşünüyorum. belki işten bir saat erken çıksaydı bugün bu okuduğumuz mail istifa mektubu olacaktı. deprem öncesi istifayı düşünüyormuş, deprem sonrası istifa etmemiş olması çalıştığı konumla bir şeyleri iyileştirebileceğini düşünmesi ile ilgili muhtemel, bunu da yapar giderim diye düşündü belki. olmamış, yapı kredi bütün kapitalizmin çakalı bankalar gibi kendi doğasına uygun yöne bükülmüş. efe demir de buna tahammül edememiş.
birisi başlıkta yazmış bu bana onur yaser can'ı düşündürdü diye. bana da onu hatırlattı fakülteden onu tanıyan biri olarak. yaser de polis işkencesine tahammül edemediğinden kendini anlık bir umutsuzlukla aşağı atmıştı, aşağıda yanlış bilmiyorsam kız kardeşine ne yaptım ben diye pişmanlığını dile getirecek vakti olmuştu. yıllardır çıkmaz aklımızdan yaser. tanıyanlar bilir, mülayim, sakin mizaçlı, neşeli denebilecek gerçekten iyi bir insandı. efe demir'in de fotoğraflarına bakıyorum, güleç bir insan, yazdıklarından anladığım iyi biri de. koşullar ve en çok da işi kaynaklı tükenmişlik onu buraya getirmiş. gerçekten üzüldüm çok, eşine ailesine de bol sabır bol sevgi, onlara da üzüldüm çok. elimizden bir şey gelmiyor ama böyle kimseyi kaybetmeyiz başka umarım. bu bir mobbing intiharının ötesinde ülkenin çaldığı umut, depremzedeleri yağmalayan bankacılık sistemi ve yıldırmacı çalışma ortamı ile işlenmiş bir cinayet gibi. bütün ailesi ve sevenlerinin başı sağ olsun. -
geriye biraktigi mektubun tamamini ekliyorum, kimse eklememis.
görsel
--- spoiler ---
degerli yöneticilerim,
öncelikle size kendimden bahsetmek istiyorum. izmir'de cok egitimli ve basarili bir ailenin küçük cocuguyum. ikisi de akademisyen olan annem ve babam, rol modelim olan meslektasim ve 20 yildir amerika'da meslegini basaryla sürdüren abim ile beraber tam anlamiyla çekirdek denebilecek bir ailenin içinde huzurlu bir ortamda yetistim. bütün egitim hayatimi basarilarla ve derecelerle tolu bir sekilde tamamen burslu bir sekilde tamamladim. mütevazi olmaya gerek yok türkiye standartlarinda her anlamda o kayak tabaka diyebilecegimiz bir kategoride bulundugumu soyleyebilirim. ayrica ekonomik olarak da belki ikinizden de rahat hicbir kaygisi ve sikintist olmayan bir gersekligim oldugunu da söylemek isterim is hayatima yap kredi'de basladim. temas ettigim her kisiyle pozitif iliskiler kurdum, güldüm, güldürdüm, paylastim. oldukça da yogun ve basarli bir dönem oldugunu söyleyebilirim. açikçasi kurumda savundugumuz sözde ilkelerin tamamina uygun bir calisma hayati baslangic divebiliriz. kariyerimde 4 seneyi geride biraktigim noktada artik ekip degisikligi ve daha büyük projede çalisma hevesiyle krediler dünyasina yöneldim. ucap ve scap gibi onemli iki projenin her safhasinda canhiras bir sekilde kip arkadaslarimla beraber yer aldim. her hedefi teker teker gerceklestirdigimiz, ciktilarin benden cok daha iyi bildiginiz basarilarla dolu bu yillar beni bildigim kadariyla kurumun tarihinin en erken yöneticilik pozisyonuna getirdi. bunlan anlatiyorum; cünkü geldigimiz noktanin ne kadar olumlu ve herkesin hayallerini süsleyecek bir nokta oldugunu vurgulamak istiyorum. ayrica bu hayatta en deger verdigim insanlardan birini; degerli esimi de bu kurumda tanidim. ekip arkadasi olarak tanistigim b. ile hayatimi birlestirmeme de burasi vesile oldu demek hic de yanlis olmaz.
cümleleri burada bitirsek muhtemelen bir tesekkür ve memnuniyet timsali bir mail olacakti; ancak:
buralara gelirken hep soz de savundugumuz kurum degerlerinin aslinda ne kadar içinin bosaltildigina sahit oldum.
tedbirli olma kisvesi altinda korkakca davranildiäini gördüm.
liyakat eksikligi tastyan onlarca yöneticinin yollarca burada çalismasina ve kurumun içini bosaltmasina sessiz kalindigini gördum.
listelere girmemenin büyük isler yapmaktan önemli hale geldigini gördüm.
takvim hedeflerine yetismenin hedefin kendisinden cok daha büyük görüldügünü gördüm.
yöneticisini memnun etmeye calismanin amaç haline geldigini gördüm.
yüzlerce yalan söylendigini gördüm.
f.ç. gibi krymetli bir yöneticinin bankanin vizyonsuz yöneticilere gösterdigi hosgörü nedeniyle yol ayriligi noktasina getirildigini gördum.
e.m gibi krymetli bir insanin yillarca kuruma verdigi emekler göz ard edilircesine, fikir ayriligi nedeniyle yol ayriligi noktasina getirildigini ve yol ayriliginda yalnizlastinildigini ve seçeneksizlestirildigini gördüm.
bunlar istifa etmem için oldukça yeterli sebepler ve belki bir ay öncesine kadar alacagim karar bu olacakti. ama hepimizin malumu bir deprem felaketi yasadik. bugün de hastanede ibrahim'i ziyaret ettim. daha iyiye gidiyor, insallah bacagini kaybetmeden bu dönemi de atlatir.
ama deprem sirasinda da yasananlara deginmekte fayda var. ozellikle bizim ekibimizin yer aldig onlarca aksiyon aldik malumunuz. deprem kitlesinin bütün risk stratejilerinden ayristirilmasini saglayan, bulundugu bölgeden subeye, ilden ilçeye her bilgisini besledigimiz bir dönemde alinan banka aksiyonlarini özetliyorum;
bddk izin verdigi (biraz da zorladigt) icin bütün depremzedelerin kredi kart limit artislarin ×4 kuralina göre degil ×8 kuralina göre otomatik degerlendirdik ve 10 milyara yakin pazar pay yakaladik. müsterilerimize harcama anlaminda destek olmaya çalistigimizi rekabette garanti'ye kars bir hamle oldugunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
kredi ötelemelerini basiretsizce önce otomatik ödeme sonra öteleme gibi yapmaya çalistik günlerce. ne zaman sosyal medyaya düstük ve baska bankalarin daha "müsteri dostu" uygulamalarini gördük; ancak o zaman geri adim atip tan ötelemeye gittik. isletme ve ticari kredilerde hala suyunu sikmaya calisiyoruz müsterilerin bu 1-2 akut aksiyon alindiktan sonra ne yaptik; bütün depremzedelerin risk basvurularint reddetmeye basladik. neden?
çünkü ödeyemezler, neden. npl riskine girelim ki; malum finansal bir kurulusuz önce kendimiz geliyoruz
sonra tabi baktik pazar kaybr yasiyoruz o kadar da degil daha detayl bir bakalim herkesi de reddetmeyelim. belirli risk bölgelerini ayristiralim; onlarin ödetebilecegi taksit tutarini yariya düsürelim yine de alabilecek olan zengin müsterilerimiz
bankadan kredi alabilsin
ama son aksiyonda tabi önemli bir ticket size kaybettik. bddk tebligi 10 gün öncesinde yayinlanmasina ragmen; umurumuzda olmayan vade kisiti bir anda acil gündemimize geldi. sünkü uzun vade daha fazla kredi tutari anlamina geliyordu hepimiz için.
toplumsal sorumlulugunu üst seviyede olarak lanse ettigimiz bankamizin yukandaki aksiyonlarin hicbirini depremde zarar görmüs tek bir yurttas mutlu olsun diye almadi. hepsi tamamen ticari ve stratejik hamlelerdi. tabi ıt organizasyonu olarak su sekilde kendinizi rahatlattiginiza eminim, kararlar biz vermiyoruz. peki kararlar etkilemek yönünde bir girisiminiz oldu mu? peki vicdaniniza sigmayan bu kararlarin alindig dönemde bir yerde hiç odaginizi kaybetmeden çalismayi nasil basardiniz:
bu kismi biraz yakin dönem özetlemesi olarak carpici örnekler oldugu icin vurgulamak istedim.
gelelim münferit örneklere;
esim o zamanki yoneticisi l.b'yi ık etigine sikayet ettiginde hem performansi hem de kissel haklara yönelik usulsüzlük oldugunu ilettiginde kurum olarak sessiz kaldik. eminim hala ık sisteminde dosyast açiktir. tabi bu esim özerinde münferit bir örnek diye düsünüp duygusal davrandigimi düsünebilirsiniz. peki hiç l.b'nin ekibindeki son 5 yilda isten ya da ekipten ayrilmis 40 calisma arkadasimizi incelediniz mi? hepsi mi kendisi basarisizdi? ya da sorumlu yoneticisi yilmaz karaca özelinde bir degerlendirme yapmay: düsündünüz mü bugüne kadar?
ucap projeni sirasinda pandeminin de first bilindigi ve insan haklarint ihlal edercesine 80 satin üzerinde onlarca kisinin çalismasini nasil degerlendirelim? bir amaç ugruna ve basaril bir grubun eseri miydi bu? ya da o arkadaslar bu hedefi basarirken gerçekten mutlu muydu? karsiliklarini aldilar mi? direktörlügün yüzde 50'si turnovera grarken bir proje için size bu deddi mi? ya da inisiyatif sahiplerinin kurum sadakatini kaybettirmeden önce yapilabilecek baska bir sey yok muydu?
daha verilecek yüzlerce örnek olmasina ra§men uzatmayacadim. deprem gündemi hepimiz icin bir anda geride kaldi, mevcut hedeflere ve takvimlere geri dönüldü. 15 günlük sözde hassasiyet yerini azme degil hirsa, abaya degil sonuca, kaliteye degil takvime birakti. beni en cok yipratan seyi en sonra biraktim.
ınsana ve calisma arkadasiniza one vermıyorsunuz. kimin ne yasadiaina ne sonus ürettigine bakiyorsunuz
tek bir seyi iyi yapiyorsunuz, o da görece iyi para veriyorsunuz. yarn bir gün calisan ve çalismayan arkadaslarin primlerini de özellestirirsiniz, somut bir kaynak aktarirsiniz basantli arkadaslarimiza. ama çalisanlarinizin bu paray kullanabilecek zaman ve kaliteli psikoloji icinde olup olmadigini gram önemsemiyorsunuz. bu kurumda basarili olabilecek arkadaslarimizin cogunu kaybedeceksiniz; özellikle de ekonomik kaygisi a olan ya da baska kurumlarda bu kaygry giderme sans olan arkadaslarimizi.
"siz" söylemini lütfen kissel algilamayin,; gözümde kurumu temsil ettiginiz için bu terminolojiyi kullantyorum. hayatimla ilgili daha tatsiz bir karar almis olmasan sanirim bu sadece istifa niteliginde olacakti, ancak sanirim bu niteligin bir pek de önemi kalmadt. size ve kuruma saygimdan dolayi bu maili genele degil, size ve bana deger verdigini bildigim 3-4 arkadasima atiyorum.
kral siplak demenin suc addedildigi bir ülkede, ben en azindan kurumum açisindan kral siplak diyorum. bir seyler yoluna koymak için hala cok gec degil.
saglicakla kalin.
not: ailemi ve bu maile konu ettigim insanlan rahat birakin. aksi durumda hakkimi helal etmiyorum.
efe demir
bireysel krediler tahsis uygulama gelistirme müdürü
--- spoiler --- -
patronların ensesindeyiz banka emekçileri dayanışma ağı'nın ilettiği bilgiye göre,
depremzedelerin kredilerinin ertelenmesine dönük talebinden dolayı bir süredir işyerinde mobbinge maruz kaldığı iddia edilen ve geçtiğimiz günlerde uzun çalışma saatleri sonrasında sinir krizi geçirerek camdan atlayarak intihar eden yazılım mühendisi arkadaşımızdır.
https://haber.sol.org.tr/…indan-intihar-etti-368980
patronların ensesindeyiz platformunun konu ile ilgili yaptığı açıklama:
https://patronlarinensesindeyiz.org/…a-is-cinayeti/
https://twitter.com/…yiz/status/1636665248794001409
banka emekçileri dayanışma ağı da konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
https://twitter.com/…sma/status/1636653229420212225
***
bu konudaki iddiaların ne kadar doğru olup olmadığı, diğer detaylar ile birlikte zaman içinde netleşir.
diğer yandan, şu konu hepimiz tarafından bilinen bir gerçek:
en genel anlamda, özellikle bankacılık sektöründe, yazılım emekçileri çok yoğun bir şekilde çalıştırılıyorlar. kendim de bu sektörde çalışmış bir yazılım emekçisi olarak şunu diyebilirim:
yönetim ve zaman baskısı altında, zaten normal mesai yapmak imkansız, zaman kavramınız da kayboluyor. stresli bir ortamda yoğun bir şekilde çalışıyorsunuz. her şey acil, her şey kritik, her proje "kırmızı bayraklı". öyle ve kadar ki, bir süre sonra insan olmaktan çıkıyorsunuz; deli gibi çalışmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. bir anda üç dört kişiye hesap veriyorsunuz. projelerin zamanlarını daraltıp insanları darlayan yöneticiler değil, bu baskı altında işleri yetiştiremeyenler ve yoğun stres yaşayanlar işlerini kaybediyorlar. söylemeye gerek yok; işten atılma korkusu hep yaşatılıyor.
bu güne kadar türkiye'nin hemen hemen tüm büyük bankalarında çalıştım. özel sektörde durum genel olarak budur.
biz örgütlenmedikçe, sendikalaşmadıkça, yaşamlarımızı ve işimizi kaybetmeye mahkumuz ne yazık ki... -
depremzedelerin kredilerinin ertelenmesi istediği için artan bir mobbing nedeniyle canına kıymış kişi.
bu canına kıyan efe demir isimli yapı kredi çalışanı genç arkadaşın yöneticilerinin isimlerini öğrenmeyi çok istemekteyim.
"yöneticiler bankanın piyonu, asıl banka yargılanmalı" diyecek arkadaşlarıma cevaben: bu yöneticilerin adı açıklanmalı ki piyasadaki tüm yöneticiler çalıştıkları şirketin her isteğini yerine getirirken bir gün kendi adlarının da katil olarak açıklanabileceğini görmeliler .
ayrıca : (bkz: #150425549) -
resmen mobbing'e kurban gitmiş. iş cinayeti değil de nedir? inanılmaz ya.
son raddeye kadar sıkıp her şeyini sömüreceğiniz diş macunu çalıştırmıyorsunuz; hizmet alıp hakkını vermekle yükümlü olduğunuz insan çalıştırıyorsunuz. bıktık sizden ya. -
böyle sorunsuz bir okul ve kariyer hayatı, çevrenizde toplasanız beş adamda yoktur, en genç yönetici unvanını öyle adama beleş vermezler bu sektörde, hele algoritma kuracaksın, yazılımcı olacaksın ve yöneticilik alacaksın! çok büyük bir akıl ve ahlak temsilini kaybederek meydanı daha aşağı zihniyetlere bırakıp gitmiş olması ancak bizi yalnızlaştırıyor. başımız sağ olsun.
-
ön edit: efe'nin yazdığı maili okudum. aslında uzun çalışma saatleri ve baskıya bir şekil katlanmış ama kapitalist düzenden ve liyakatsız, etik yoksunu yöneticilerden kaynaklı bunalmış sanırım efe. öyle anlık bir karara da benzemiyor. düşünmüş taşınmış içinden çıkamamış belli ki. dünya hassas kalpler için bir cehennemdir dedikleri bu işte. ah be çocuk! kalsaydın da beraber direnseydik bu lanet düzene. umarım cennetindesindir…
uzun çalışma saatleri ve yönetici baskısının ardından sinir krizi geçirerek intihar ettiği söylenen genç arkadaşımız. bizzat tanımıyorum ama üzdün bizi efe…
türkiyedeki çalışma şartları, işveren ve yöneticilerin çalışanlarına davranışı gibi konular artık ciddiyetle ele alınmalı.
patronlar ve onların kraldan çok kralcı olan yöneticileri, ciro odaklı hırslarla insan haklarını hiçe sayıyorlar. etik yaklaşım sıfıra yakın.
türkiyenin en iyi bilinen gruplarından birinde yönetici olarak çalışıyorum. bazı yöneticilerin yerlerini korumak ve patrona yaranmak için söylemedikleri yalan yok. kimseyi gözleri görmüyor bu yolda. ayak kaydırmalar, personelin hakkını yemeler, manipule etmeler, psikolojik şiddet, neler neler.. patronlar veya üst yönetim de bu karaktersiz insanlarla çalışmaya devam ediyor, kazançlarına bakıyorlar. aralarında sağlam durabilmek de kolay değil, mesafeli ve her daim dik durmak gerekiyor. bu da oldukça yorucu..
el atılmalı bu konulara. hayatlar soluyor veya yıllar geçip gidiyor böyle insan müsveddelerinin arasında. -
sistematik bir biçimde onuru kırıcı muameleye maruz kalmış, kapitalist çürüme çağında kâr uğruna insani faziletlerin üzerinde nasıl tepinildiğini yüzümüze vurmuş onurlu, genç emekçi kardeşim.
intihar kalanlara yönelik bir protestodur. benimsemeyebiliriz. ama bu kapitalist çürüme çağında, günün birinde aynı duruma düşmeyeceğimizi hiçbirimiz iddia edemeyiz. ha, bazılarımızın dayanma gücü bir ya da iki tık daha fazla olabilir, o ayrı. ama hepimiz, belirli bir düzey psikolojik şiddet sonucunda ağır bir öz saygı yitimine ve umutsuzluğa savrulup bu yolu seçme potansiyeline sahibiz.
intihar da diğer protestolar gibi doğası gereği sebepleriyle tartışılır, "şöyle olsaydı, böyle olsaydı" gibi farazi spekülasyonlarla değil. kurbanı suçlayıcı, olayı kurbanın zayıflığına bağlayan sosyal-darvinist tiplere ise diyecek söz yok. keşke afrika'nın balta girmemiş ormanlarında yaşasalar. zira insanlarla yaşadıklarında kariyer basamaklarını kolaylıkla tırnanıp banka yöneticisi olabiliyorlar, efe gibi kardeşlerimize hayatı zindan edebiliyorlar.
efe son mail'inde ailesinden bahsetmiş. rahmetli, güzel insan onur yaser can'ı tanımış biri olarak yüreğim daha bir acıdı o kısmı okurken. yaser de sevgi dolu bir aileden gelen, çok zeki, kibar, naif, ışıltılı biriydi. binbir emekle bu kadar insancıl yetiştirilen pırıl pırıl gençler, sistemin çürümüşlüğünün birer dışavurumu olan mobbing, işkence, psikolojik şiddet ve benzeri travmalar nedeniyle intihara yönelebiliyorlar maalesef. günümüzün yaman çelişkilerinden biri bu. pırıl pırıl gençler ve vahşi, sosyal darvinist, jungle'ı andıran iş ortamları. adapte olabilen, belirli düzeyde sosyopatlaşabilen ayakta kalıyor. adapte olamayan intihara kadar götürebilen bir dünya psikolojik sorunla baş başa kalıyor.
üsküdar amerikan lisesi'ndeki nazi selamı skandalı da bir kez daha gösterdi ki bozuk düzende sağlam çark olmuyor. çocuklarını steril cam fanuslarda yetiştirerek güçlü kılabileceği yanılgısına sahip yurdum ebeveynlerinin bu hikayelerden çıkaracağı çok dersler var. gemi batıyor, siz bir kat yukarı çıkmanın derdindesiniz. sistem irrasyonelliğin dibine vuruyor, siz rasyonel dahiler yetiştirmenin peşindesiniz. toplum deliriyor, siz çocuk "her şeyiyle normal" olsun derdindesiniz.
bu çelişkili durumu ilk yüzümüze vuranlardan birinin, ipek ertürk'ün sözleriyle bağlayalım: yavaş yavaş delirdim kimse fark etmedi. -
efe’nin giderken gönderdiği e-maili okudum, ortak arkadaşlarımızdan kendisini yakından tanıyanlar var, e-maille ilgili olarak şu anda söyleyebileceğimiz doğru gözüktüğü, dolayısıyla ben bu öngörü ile bir şeyler yazacağım.
ailesi, eşi, sevdikleri, arkadaşları için anlaması, kaldırması çok zor olacak muhtemelen, hepsine sabır dilerim. efe de gittiğine inandığımız yerde biraz huzur bulabilmiştir umarım, nur içinde yatsın.
haberi duyduğumdan beri bu konuya epey kafa yordum, efe’nin geldiği yer, okuduğu okullar, yürüdüğü yol, yaptığı işler ve hatta arkadaş olduğu insanlar benimkine çok benzer, belki de bu yüzden, benim gibi yüzlerce hatta daha fazla kişiyi derinden etkilediğini tahmin ediyorum.
gidenin ardından ne dense boş denir, belki gerçekten öyle ama, bugün biz burada, whats app gruplarımızda, twitter’da, başka mecralarda efe’yi konuşuyorsak bunu bi anlamı, söylemek istediği bir şey - bence- mutlaka var.
öncelikle bir kısmının “istifa etmek de bir seçenek, keşke bunu değerlendirebilseydi” yorumu ile ilgili birkaç şey söylemek isterim.
yıl 2015, çok zor şartlarda, çok yoğun saatlerde, “bağlı avukat” olarak çalışıyorum. bir gece canım gerçekten sıkkın, babam bir gece aniden öleli ve beni “yakınının kaybı” ile tanıştıralı 5 sene olmuş, üniversiteden yeni mezun bir gencim. hayata, olduğum yere, sisteme dair epey “dark” bir yazı yazıp içinde olduğum(uz) ortama eleştiriler yağdırıp sessizce buraya post olarak bırakıyorum. sadece kendi yaşadıklarım değil, birçok arkadaşımdan 1 seneden fazladır duyduğum birçok şeyi, biraz da öyküleştirerek yazıyor ve kendi içime kaçarak “kral çıplak” diyorum. kral çıplak ve ben - inanılmaz yorgun olduğum bir gece vakti - babamı dilediğim gibi anamamanın öfkesi, sıkışmışlığı içindeyim.
aradan yaklaşık 10 ay geçiyor, ben o 10 ay boyunca bazen durduk yere, hiçbir sebep yokken metrobüste eve dönerken ağlıyor, bazen iş yerinde sinir krizleri geçirerek işe devam ediyorum. 10 ay sonra benim yazdığım sessiz isyan postu bir anda viral oluyor, hukuk fakültesi öğrencileri, hukuk bürolarından insanlar bunu konuşmaya başlıyor. yazıda çalıştığım yeri, kimliğimi belirtmiyorum. kimse aslında ben olduğumu bilmiyor, tanıdığım, yanımda olur diyeceğim insanlar benim anonim yazıma “keşke istifa etseymiş” cümleleri ile başlıyor. ben neden istifa etmiyorum, edemiyorum, ne yaşıyorum anlamaya gayret ediyorum. sonra bir anda yöneticiler beni odalarına çağırıyor. yazıyı benim yazıp yazmadığımı soruyorlar, orada iş hayatımın (hâlâ birinci sıradadır) ilk büyük sinir krizini yöneticilerim önünde geçiriyor, bağırıp çağırıyor ve işten kovuluyorum. akabinde yazının bana ait olduğunu en azından yakın çevrem, o dönem beraber çalıştığım ofisteki insanlar, belki onların arkadaşları vb. duyuyor ve ben kendi sessiz “kral çıplak” hikâyemi yaşayıp hayatıma bir şekilde devam ediyorum.
çalıştığım büro beni arayıp, kendileri için makul olan sebeplerle “postu kaldırmamı ve bu işin kapanmasını” rica ediyor. “benim gücüm bu işle mücadeleye yetmez” diyerek henüz 24 yaşıma basmadığım bir dönemde, böyle bir halet-i ruhiye ile postu siliyor, başka yerlerde iş arıyor, kariyerime bu zamana kadar devam ediyorum.
bugün de türkiye’nin önde gelen şirketlerinden birinde hukuk danışmanı olarak çalışıyorum.
buradan başlama sebebim öncelikle “efe’nin istifa etme seçeneği vardı” yazanlara, o gün istifa etmemiş ve fakat bir şekilde kendisini kovdurtarak sistem dışına itmeyi başarmış biri olarak biraz sitem.
öncelikle şu var, etraflıca düşünmeyerek ettiğimiz her söz, yazdığımız her kelime hem efe’nin eşi, ailesi, sevdikleri hem de belki efe’nin sıkışmışlığını hisseden ve bunları okuyan diğer insanlara - bence - çok büyük bir yük. ben o gün “yahu öyle ise neden istifa etmedi?” yazanları okuduktan, bunların da benim yakınlarım, arkadaşlarım olduğunu gördükten sonra çok büyük bir umutsuzluğa kapılmış, mücadele edecek gücü kendimde bulamamıştım örneğin. bu benim iyileşmemi, hayatıma devam edebilmemi çok zorlaştırmıştı.
efe kendisine yapılan mobbing nedeniyle mi bu yolu seçti, yoksa daha derin bir şeyler yaşayıp bir yerlerde sıkıştı ve giderken böyle bir ses duyurmayı mı tercih etti, bunu ben bilemem; belki de hiç kimse bilemeyecek. ancak efe, gördüğü adaletsizlikleri, çarpıklığı, yozlaşmayı, çirkinliği anlatmaya çalışarak, (belki de) kendisi olmasa bile başkalarının yaşadığını gördüğü sistematik zulmü (sadece bağlı olduğu banka bünyesinde de değil, sistemin bizi getirdiği yeri) anlatmaya çalıştı gibi geliyor bana.
bizim şirket, deprem olduğu gün henüz bu konuda bizimle toplu bir iletişim kurmadan evvel, istanbul’da gerçekleşen (bence) anlamsız bir hedef sebebiyle kurumsal hesaplardan “tebrik, motivasyon, gaza getirme” mesajları gönderdi mesela - yaşadığım öfkeyi tarif edebilmem imkânsız. insanlar enkaz altında yardım bekliyordu ve biz, gerçekten anlamsız bir hedefi gerçekleştirmenin başarısını kutluyorduk. bence o gün yapmamız gereken ise topyekün dayanışma ve mücadele içine girmekti. sonradan bize bazı bilgiler verildi, ilk andan itibaren bu mücadelenin içinde girilmiş olduğu söylendi aslında ama, bu gerçekten böyle mi yapıldı yoksa sonrasında kurumsal ton olarak bu daha doğru bulunduğu için mi böyle söylendi, bunu da ben hiçbir zaman bilemeyeceğim. dolayısıyla çalıştığım kurumun bu konudaki iletişim şeklini - zamanı geriye de alamadığımız için - doğru bulmayacağım.
evet biraz şoka girdik, biraz teselli edildik, biraz dayanışma gösterdik ama “işimiz devam etmeli” dedik, dedirtildik, ben telefonlara çıkamaz, işimi yapamaz hâle gelirken birileri “bir çarkın dönmeye devam etmesi” için diğerlerine toplantı attı, hedefler güncellendi, kpı’lar yakalandı, hayat akmaya devam etti. bunu da öyle çok canavarca hisle falan yapmadı kimse, bana kalırsa “çaresizlikten” böyleydik.
kendi kurumumu büyük şikâyet etmeyeceğim, ben iyi olmadığımı, aklımı toparlamayamadığımı, yardım için daha çok şey yapmak istediğimi söylediğimde bana kolaylık gösterdiler, izin verdiler ve beni iş için aramadılar, fakat bunun da bir sınırı ve çerçevesi vardı - bu sessiz bir kuraldı. ben de bana verilen süreyi kullanıp, “iyiniyeti suistimal” etmeyip kendi küçük hayatıma geri döndüm, çünkü “show must go on” diyordum ben de içten içe.
efe’nin deprem bölgesindeki insanların kredilerine dair şirketinin tutumunu eleştirmesi benim aklıma kendi yaşadığımı getirdi. mesela hâlâ orada insanlar çadırlarda yaşarken, bunun bence hâlâ bizim tek gerçekliğimiz olması gerekirken “herkesin acıyı yaşama şekli farklı, hızlıca normalleşmemiz lazım” söylemlerinin böyle depremin 6. 7. gününde falan ortaya çıkmasını ben bireysel bir “fikir” olarak görmüyorum. mevcut sistemden ötürü mutlu olan ve diğerlerine “mobbing mi yaşıyorsun? o zaman biraz kafanı topla, uzaklaş, yoga, meditasyon falan yap” tavsiyesini verenler aynı kişiler gibi geliyor bana. bireysel bir sorun olursa bireysel çözümler bulunur / önerilir fakat artık kemikleşmiş bir sorun varken ve herkes aslında “hasta” iken bu tip bir bireysel çabaya yönlendirmecilik -bilinçli ya da bilinçsiz - çok büyük kötülük bana kalırsa.
bizler kolektif olarak bu çarkın dönmesi için, hedeflerin takibinin devam etmesi için birileri tarafından koşullandırılıyor, buna inandırılıyor, kendi kendimizi soktuğumuz bu berbat sistemin içinde “kral çıplak” demeye çekiniyoruz. çünkü hasta olduğumuzu kabul ettiğimizde yapılacak şey belli: iyileşmeye çalışmak, bu da büyük bir inat, irade, adanmışlık ve çalışma gerektiriyor, o nedenle de hasta hasta yaşamaya devam etmeyi tercih ediyoruz.
“özgür mumcu ve eray özerle yeni hâller” isimli podcast serisinin 30 temmuz 2022 tarihli bölümünün adı “burnout syndrome”: bir tüklenmişlik öyküsü”. (dinlemek isteyen olursa link: https://open.spotify.com/…si=codcfzmer6-scbufegzsia)
bu bölümü dinlediğimde aslında meselenin sistematik açıdan ne kadar mantıksız bir yere gittiğini ve bizim buna nasıl hiç kafa yormayıp çarkları çevirmeye katkı sağlamaya devam ettiğimizi daha da iyi anlamıştım.
çevremdeki beyaz yakalının büyük bir kısmı antidepresan kullanıyor, durumundan sızlanıyor, şikâyet ediyor ama isyan etmiyor. çünkü kaan sekban da söylemişti, isyan ettiğiniz zaman harekete geçmek gerekir, bu da korkutuyor ve büyük cesaret gerektiriyor, hiç kimse, belirli nedenlerden de ötürü, bu cesareti göstermiyor veya göstermemeyi bilinçli olarak tercih ediyor. cloud atlas filminde “intihar muazzam cesaret gerektirir” diyordu. kimse kendisinin kariyer intiharına dahi cesaret edemiyor.
bu sistemin bug’ını çözenler var, kendi hâlinde bununla mücadeleyi öğrenebilmiş olan, istifa edebilen, istifa etmese bile kendisine teneffüs imkânı yaratabilen, ne olduğunun farkında olan ve bilinçli bir tercih ile bu sistemin içinde olmayı isteyenler var, bu kişilere sözüm yok çünkü en azından “uyanmış” ve onun keyfi nispeten yerinde, dolayısıyla onun yanındakini uyandırmasına kendisi açısından gerek yok.
fakat sözüm, özellikle yaşadığı sefil hayatın farkında olmayan, kendisinin işçi olduğunu idrak edemeyen (veya etmek istemeyen), kendi şirketinde patronuna hizmet ederken aslında hem kendisine hem çevresine hem yüzlerce efe’ye kötülük yaptığının farkında olmayanlara.
mavi yaka, öyle ya da böyle, ağır bedeller ödeyerek bazı kazanımlar elde etti. yakacak yardımı, gıda yardımı, ikramiye, prim değil sadece bunlar, 1 mayıs’ta beraber sokağa çıkabilmek, ustabaşı ile, yöneticisi ile sorun yaşadığıda bunu yüksek sesle dile getirebilmek, kemerler sıkıldığında fedakârlığı ilk yapan taraf olmayı kabul etmemek, kendisinin de bazı haklara sahip olduğunu fark edebilmek, bilebilmek, anlamak, kabul etmek büyük kazanımdır. mavi yaka bunları - yetersizdir evet ama- konuşuyor, paylaşıyor, haksızlığa uğrarsa dava açmaktan çekinmiyor örneğin. birçok arkadaşım, %100 haklı olduğu konuda dahi “aman ali rıza bey tadımız kaçmasın”cılığı ile dava açmıyor, hakkını aramıyor; bir yandan da kendisine kimsenin destek olmayacağını biliyor, görüyor.
yurt dışında veya türkiye’de aslında iş sözleşmesi ile çalışması gerekirken “contractor agreement” ile çalışan, vergisini kendisi ödeyen, aslında 9-5 emir ve talimat alan, hukuken işçi olduğu açık ve fakat sözleşme gereği kağıt üzerinde “danışman” olan kişiye vergi cezası çıktığında şirket yanında durmuyor. kıdem tazminatı konuşulurken “sen işçi değilsin” deniyor, yıllık izne hak kazanmıyor, kontağı kapattığında gelir elde edemiyor ama borçlanmaya devam ediyor, hasta olduğunda hastaneden rapor götürdüğünde maaşı ödenmeye devam etmiyor. sistem, o kişiyi işine geldiğince “işçi” olarak konumlandırıp işine gelmediğinde “bağımsız danışman” diyor ve bununla ilgili de birçok kişinin çok büyük bir sorunu yok gibi gözüküyor.
yani herkes lafta “aydınlık” istiyor ancak kimse, aydınlık için birilerinin yanması gerektiğini kabullenmek istemiyor; hele de bunun kendisi olmasını hiç de gerekli görmüyor.
bunun olması için öncelikle beyaz yakalının kendisini “işçi” olarak kabul edip dahil olduğu sınıftan gocunmaması gerektiğini anlamak için bu konuda doktora yapmış olmaya gerek yoktur sanırım. fakat nedense biz, elimize starbucks kahvesini alıp toplantıya jilet gibi girdiğimizde, torna atölyesinde çalışıp elleri siyahlaşmış, nasırlaşmış biçimde gelen işçi yerine macbooklarımız ile çalıştığımızda, kelimelerimizin yarısını ingilizceden devşirdiğimizde, patronun “işyerinde sendikayı nasıl engellerim, buna karşı nasıl mücadele ederim” sorusu ile ilgilenip patronun yanında olduğumuzda, onun işini kolaylaştırıp onunla toplantılarda “son derece stratejik kararların alınmasına” katkı sağlayınca bir anda sınıf atladık zannediyor; çoğu zaman “kraldan çok kralcı” oluveriyoruz.
ayın yirminci gününü görmeden sıfırlanan banka hesapları için “kredi kartımın maaşı yatmış” esprisini aramızda yapıyor, enflasyona karşı her gün eriyen maaşları konuşmayıp patronun her zam dönemi “ülke kötü, ekonomi kötü, kazanınca söz daha çok dağıtacağız”ları ile kendimizi kandırıyor, içi şişirilmiş boş title’lar ile her gün oradan oraya başı kesilmiş tavuk gibi koşuşturuyoruz. takvimde boşluk görüldüğü anda atılan, neye yarayacağına dair kimsenin bir açıklama yapmadığı call’larda debeleniyor, bir çoğumuz “mış gibi” yapıyor ve yorgun argın bilgisayarı kapatıp birkaç saatliğine de olsa içinde olduğumuz bu anlamsız gerçeklikten koparak hayatımıza biraz olsun anlam katmaya gayret ediyoruz.
bu noktada mobbing yapan patronu, işimizi zorlaştıran yöneticiyi falan yazmadım bile. bunları herkes yazıyor. bunları herkes - alttan alta - konuşuyor.
benim bahsetmek istediğim, biz bu sistemin kendisinde bir virüs, bir problem, bir anlamsızlık görmediğimiz sürece, örneğin mavi yaka greve gittiğinde onları öcüleştirip sistemin çarkının dönmesini - bilinçli ya da bilinçsiz- devam ettirdiğimiz sürece, birlik olup haksızlığa karşı çıkmadığımız, bunu da inatla ve akıllıca, dayanışma ile yürütmediğimiz sürece bana kalırsa hasta hasta yaşamaya devam edeceğiz.
ben efe ile aynı yaştayım, aynı şehirliyim, tesadüfen o iyi lise ve üniversitelerden birilerini seçmiş, burslu okumuş, ben diğerlerinde okumuşum. ben efe’yim aslında, biz hakkaten efe’yiz.
efe, bana kalırsa, girdiği girdaptan öyle ya da böyle çıkamayanımız, kendi iç dünyasını belki anlatamayanımız, dışarıdan çok pozitif görünüp herkese destek olanımız (bunu birkaç kişiden ayrı ayrı duydum) ve sonuç olarak fiziki varlığını böyle sonlandıranımız oldu.
çok büyük felsefi ve derin tartışmalara da gerek yok aslında. anlamsız bir sistemde, hasta, virüslü bir sistemde “kral çıplak” diyemediğimiz sürece efe’nin gönderdiği, bizim de bir şekilde okumuş olduğumuz e-mailde bahsettiklerinin büyük bir anlamı olmayacak. her şey bir günde sihirli bir değnek ile düzelir mi? bence hayır. birileri bunları bizim için düzeltir mi? bence yine hayır. bunun tek yaşandığı yerin yapı kredi olmadığını hepimiz bilmemize rağmen tek sorumlu onlarmış gibi yapı kredi hesaplarını iptal ettirip bireysel tepki koymak çözüm müdür? bence hayır; ufak da olsa işe yarar mı? belki, “yetmez; ama evet.”
eğer benzer şeyleri yaşayanlar olarak şu andan itibaren bunları - şimdilik içimizde bile olsa - konuşmaya başlamaz, birbirimizden destek istemez, yeri geldiğinde sesimizi yükseltmekten çekinmeye devam edersek güzel günler göreceğimizi zannetmiyorum. bu coğrafya bizi yoruyor evet, içine doğduğumuz dünya yoruyor, adaletsizlik yoruyor, haksız yere hapiste olduğunu bildiğiniz insanın yaşadığı yoruyor, bu yüzyılda hâlâ temiz suya erişemeyen, gıdaya erişemeyen afrikalı çocuğun varlığını bilmek yoruyor, göz göre göre insanların tedbirsizlik ve aymazlık, ahlâksızlık yüzünden depremden, selden ölmesi, orman yangınından dolayı hayvanların, ormanların telef edilmesi yoruyor, narsist, psikopat tiplerin iş yerinde, okulda, akademide, basında, medyada diğerlerini zorbalaması yoruyor, üsküdar amerikan lisesi’nin musevi lisesi ile maçında gol atıp nazi selamı veren çocuğun varlığını okumak yoruyor, sokak kedilerinin evlerini bozan, onları zehirleyen, barınakta hayvanın kafasına vurarak işkence eden, işkencenin yasak olduğu yerde yağmacı olduğu iddiası ile (kanıtlanmamışken) suriyeliyi döven (başını da maske ile gizlemeyi ihmâl etmeyen) polisin varlığı yoruyor.
fakat bunları gördüğünde, okuduğunda ses çıkaran, çıkarmak isteyen, elinden gelen yardımı yapmaktan geri durmayan, 12. yıldır göç yolunda adem amcanın teknesini ziyaret eden yaren leyleğin hikayesini görünce duygulanan insanlar da burada ve sayımız hiç de az değil. (https://twitter.com/…?s=61&t=t5ekko5uqdzlmsesajpwhg)
bu insanlar olarak bana kalırsa yapmamız gereken birbirimize daha çok destek olmak, birbirimizin yalnız olmadığını hissettirmek, yardıma ihtiyacımız var ise yardım istemekten çekinmemek. belki erkekler duygularını anlatma, yardım isteme konusunda daha fazla zorlanıyorlar, bilmiyorum.
yine de işe bir yerlerden başlayıp, özellikle beyaz yakalılar olarak hem kendimizi beraberce iyileştirmeye çalışmak hem de bizden sonraki nesillere - elden geldikçe -daha güzel bir ortam bırakmaya çalışmak bana kalırsa önemsiz bir çaba değil. başarılı olur muyuz, ne kadarını ne zamanda yaparız bilinmez ama; kaybettiğimizde değil vazgeçtiğimizde yenilmiş sayılırız derim ben hep.
lütfen biz yalnız yürümeyelim, belki böyle yaparsak efe’nin sesini daha iyi duyururuz, anısını daha iyi yaşatırız.
(not 1: efe ile ilgili olarak elden geldikçe hassas yazmaya çalıştım ancak seçtiğim kelimeler, bahsettiğim konularla ilgili olarak ailesi, arkadaşları, onu tanıyanları üzecek, kıracak bir şey yazdıysam affınıza sığınıyorum, böyle bir durumda duygu ve düşüncelerimden bahsetmek benim için hiç kolay olmadı.)
(not 2: konuyla ilgili haberleri okuyup posta denk gelen, kendisini üzgün hisseden, sıkışmış hisseden, benzer durumda olduğunu düşünen varsa ne olur dm’den ulaşsın).
edit: imla
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap