• ekmek ve şarap bütünlüğü hıristiyan teolojisinin isa'ya ilişkin icat ettiği en sağlam analojilerden biri. bu bütünlüğün ekmek kanadının, isa'dan evvelki serüveninde, hayattaki maddenin temsili olması açısından ayrıca önemi var (#9965923). ekmek bir sembol; en temel beslenme ve buna bağlı olarak hayatta kalabilmenin sembolü. isa'nın bedeninin ekmek gibi görülmesi, isa'dan yeme algısını tetikler ancak beni alegorideki yüce manaların keşfi açısından daha da heyecanlandıran yine isa'yla ilgili olmak üzere şeytan ile isa'nın son kez karşılaşmasında (last temptation: son sına[n]ma) dile gelen "insan sadece ekmekle yaşayamaz" sözüdür. burada bahsedilen ekmek ise "ekmek ve şarap"taki misyonun tam tersini içerir.

    kabaca anlatırsam, isa şeytan tarafından sınanmak için çöle götürülür (matta 4.1); orada 40 gün-gece oruç tutar ve sonunda delicesine acıkır (matta 4.2). yok olmak üzeredir; zira insan beslenmediğinde yok olmaya yazgılı bir güdüktür. şeytan bunu bilir ve isa'ya "madem tanrı'nın oğlu'sun, söyle şu taşlar ekmek olsun, yersin!" der (matta 4.3). isa da sınandığının farkında olsun ya da olmasın, içinden gelen en dürüst cevabı vererek 40 günlük açlığının sesini dindirir: "insan sadece ekmekle yaşayamaz, tanrı'nın kelâmıyla yaşar!" (matta 4.4) böylece maddî açıdan aç kalmayı, manevî açıdan doymayla eşitlemiş olur. hüseyin hatemi'ye sorarsanız, din de tam anlamıyla işte bu "ekmekle yetinememe" sorunudur (yeni şafak, 2 aralık 2007; h. hatemi, yarin gönlü sırçadır, sf.434, lamure yay. 2008. ayrıca krş. yeni şafak, 28 mayıs 2007). o hâlde buradaki ekmek, "ekmek (beden) ve şarap (kan) = isa" eşitliğindeki ekmekten çok farklı bir kimliğe bürünür. contemptus mundi'yi çağrıştıran bir imge olarak kalmak durumundadır. dünyayı küçümsemiş, yaşamdan vazgeçmiş, ölmeye yazgılı olduğunu hayatının her anına yansıtmış ve sonunda ekmek olması muhtemel taşlara sırtını çevirmiş.

    ilk hikâyede ekmek "şarap ve ekmek"teki hâliyle isa'nın maddî yönü ise, ikinci hikâyede ise şeytanın onu sınarken tercih olarak sunduğu maddî nimetse; isa'nın büyük öğüdü olan "kendinizden vazgeçiniz" ifadesi de tam anlamıyla ortaya çıkmış olur. isa, maddeyi kendisiyle reddediyor. johann peter lange'ın gospel yorumuna bakarsak isa, yeryüzündeki ekmeği, göklerdeki (cennetteki) ekmek için reddetmiştir; böylece çileciliğin de önü açılmıştır (j. p. lange, the gospel according to matthew, p.88, pub by. charles scribner & co., new york, 1865).

    şimdi tasarımı başa saralım. öyle bir tasarımımız olsun ki, manevî açlığın giderilebilmesi için sunulan alternatifin yüceliği insanın en vazgeçemeyeceği, belki de elinde bile olmadığı hakikatini de yadsıyacak ölçüde olsun. insanın hayvanî tarafı olan dünyaya bağlılık ve rutin bir seyir izleyen hayatını idame ettirme telâşı her şeyden evvel beslenmeyi gerekli görür. beslenmesi gereken kişinin, onu hor görmesi ölüme her an hazır olduğunun ve kendisini başka bir iç besinle doyurduğunun göstergesidir. isa'yı ekmekle yaşatmayan, ona bağımlı kılmayan tasarım bu kadar açık bir şekilde önerilen yeni düzenin esiri olmak durumundadır. öyle bir imge seçilmiştir ki, inananlar için başka hiçbir şey isevî heyecanı bu denli coşturamaz. ekmeğin insan için kıyas kabul etmez değeri, tanrısal kelâmın içerdiği değerin altına yerleştirildiğinden hipnoz unsuru açıkça kendini belli eder. inananlar uyuştrulmuş gibi ölümü beklemeye başlarlar. tasarlanan budur; peki, bu tasarım ne işe yarayacak? insanları tümden yaşamdan soğutmak kimin işine gelir ki? ekmeğin bile doyurmadığı bir insan tasarlanıyor, neden doğarken ölmedik o hâlde? buna neden aramak bile aslında ekmeği küçümseyenlerin ekmeğine yağ sürer. böyle de nadide bir cümleyle kapatırım entiriyi, sorular da burada cevapsız kalmış gibi durur. dursun.
  • milyonlarca evde, her akşam ana yemektir.
  • muadili kimi inanışlarda pastadır.
  • bir sana bir suya kurban. gerisi olmasa da olur. katlanılır. alışılır.
    kardeşin suya da içimden yazacağım. sözüm olsun.
    hele çocukları sensiz bırakma.
  • mushafla biraraya gelince çarpma şiddeti katmerli artan kutsal güç unsuru.

    (bkz: ekmek mushaf çarpsın)
  • (bkz: eppek)
  • gereksiz ve uydurma bir yiyecek türü.
  • ekmek deyince aklıma babaannem ve dedem gelir.

    uzun uzun anlatamadıkları ve bir utanç gibi birbirlerinin gözlerinin içine bakıp başlarını yere eğdikleri ikinci dünya savaşı varna'sını ve o kıtlık zamanı yaşadıkları.

    hiç kimsenin tam olarak doyamadığı ve insanların gözle görülür bir biçimde kilo verdiği o dönemde hazır yapılmış ekmek bile verilmemiş. sadece un. o kadar. o kadar az ki ve sudan başka * hiç bir şey katamamışlar içine. piştiğinde çok sert ve azıcık olurmuş. hep az hep az.
    dedem ekmeğin yanına her türlü yiyecek ve içeceği katık edebilirdi. gazozla ekmek yerdi örneğin. kompostoyla, karpuzla. doymak nasıl bir refleks olmuşsa artık.
    ben bunları 7-8 yaşlarımda dinlemiş biri olarak hiç ekmek atmadım. bez torba içinde buz dolabında sakladım küflenmesine izin vermedim. bayatlamış ufak lokmaları ıslatıp camın önüne kuşlara koydum.
    nur içinde yatsınlar. anlatırken anlatamayışları, çocuklarından bahsederken ''kavruk kaldılar'' deyişleri gitmiyor aklımdan.
hesabın var mı? giriş yap