• dönem dönem, çok yanlış anlaşıldığını düşündüğüm içselleştirme eylemi, edimi veya neyse artık. başka insanların yaşadığı kötü olaylara üzülmek; kendini başkalarının yerine koymak, çoğu zaman kazmalığa dönüşüyor. ne demek istediğimi, iki örnek üzerinden açıklayayım:

    1) 3 yaşındaki çocuğu serviste unutmak haberi çıktığında ebeveynlerin yorumları şu şekildeydi: "eve gider gitmez çocuğuma sarıldım :((((". klavyeyi bırakıp gerçek hayata döndüğünüz vakit çevrenizdeki insanlara böyle mi destek oluyorsunuz? bir yakınınız, çocuğunu kaybetse "ahh canım benim ya kıyamam sana. benim çocuk da n'apsın işte, okula başladı" mı diyeceksiniz? adamın-kadının çocuğu ölmüş, insanlar kendi çocuklarından bahsetme derdinde. aslında, o insanlara üzüldüğünüz yok. çocuğunuzun başına bir şey gelme ihtimali sizi korkutan. bir insanın, evladı öldüğünde, gerçekten empati kurabilecek tıynette olsanız, "bi koşu gittim evladıma sarıldım" yazmazsınız. benim çocuğum ölecek, millet de fotoğrafların altında istediği her zaman sarılabileceği, öpebileceği, bakabileceği çocuğundan bahsedecek ha? sergül kato'nun bebeği vefat ettiğinde aynı şeyi yapıp kadını çıldırtmışlardı.

    2) neslican tay'ın fotoğraflarını her fırsatta paylaşıp "eğer kötü bir gün geçirdiğinizi düşünüyorsanız, neslican'ın yaşadıklarına bakın" yazanlar: düşünün ki siz genç yaşınızda kanserle uğraşıyorsunuz, bacağınız kesilmiş; insanlarsa gidip sizin fotoğraflarınızı boy boy paylaşarak şükretmeye çalışıyor. resmen, kötü durumdaki insanların yaşadıklarına bakıp oh çekiyorsunuz. hem kızı aşağılıyor; hem de onun yaşadıklarına saygı duymuyorsunuz. empati kurmak, başka insanların kötü giden hayatlarına bakıp içten içe mutlu olmak demek değildir.

    illa denyoluk yapacaksınız.
  • öncelikle;
    (bkz: özdemir asaf'ın r'leri söyleyemiyor olması)

    üstad bir gün karaköye gitmek için taksiye biner. binerken taksici "neğeye biğadeğ?" der. üstad, taksicinin de "r" harfini söyleyemediğini anlar. karaköye gitmek istediğini söylemek için "kayaköy" dese, alay ettiği sanıp alınır diye "eminönü" der. eminönüye kadar gider, orada taksiden iner ve karaköye kadar yürür!**
  • önemli: (bkz: sma tip 1 hastasi ali eymen'e yardım kampanyası)

    "insanların hikâyelerini bilmeden, onları o hataya götüren yolu dinlemeden yargıya varma. ne yaparsan yap ama iyi bir dinleyici ol. bu zordur. önyargılarını yok ederek birini dinlemen ve kendini onun yerine koyman zordur ama imkânsız değildir."

    konfüçyus
  • eskişehir'de bir ingilizce kursunun adı. nasıl bi eğitim verdiklerini çok merak ediyorum.

    - çocuklar allahaşkına kendinizi bi ingilizin yerine koyun, hiç orda simple present tense olur mu?
  • tüm adanmışlığımla mutfaktayım, kahvaltı hazırlıyorum. nihayetinde masaya son kez gururlu bi bakış atıp sesimdeki taaa diğer odalardan hissedilebilir anne şefkatiyle sesleniyorum. koşa koşa geliyorlar.

    birisi efendi gibi masaya usulca oturup kahvaltıya başlarken diğeri bikaç saniye duraksıyor. beni utandırmamaya çalışan vakur ve kısık bi sesle:
    -aaa anne çişini kaçırmışsın.
    ben hemen telaşa kapılıp "hadi ya, tüh bak, nasıl oldu böyle bi şey" diyerek afedersin götümü ellemek suretiyle olay mahallini teşhis etmeye çalışıyorum. halk donmuş, ifadesiz bi şekilde bana bakıyor. aradan geçen uzuuun bir üç saniye sonra anasına yaptığı bu zalim şaka neticesinde vicdan azabı çeken trol birey "anne ya şaka şaka, yapmadın çişini tamam" demesinin ardından abi kardeş uzun bi kıkırdama titremesine tutuluyorlar. ben de yine en sevdiklerim tarafından ihanete uğramanın kalp ağrısıyla sessizce oturuyorum.

    ancak akıllara durgunluk veren, beni iliklerime kadar titreten esas soru abiden geliyor.
    -anne neden çişini kaçırdığını düşündün ki?

    son günlerde çişini sürekli kaçıran kişinin yaşadıklarını anlık olarak annesine hissettirmek istemesi sebepli yapılan bu şaka karşısında bilim şokta!
  • kızılderililer birini yargılamadan evvel yargılayacagın kişinin mokasenleriyle dolaş demişler.

    onun ayakkabıları giyebilmek için, evvela kendimizinkileri çıkarmalıyız. çoğu insan kırıcı davranışlar sergiliyor çünkü kendilerini karşılarındaki insanın yerine koyamıyor, onun gibi düşünemiyor.
    empatik iletişim kuramamak karikatürlere geçmiştir, derenin iki tarafında da iki hayvan, biri otekine sorar karşıya nasıl geçecem diye, öteki zaten karşıdasın ya der. kör/sağır yargılayıcı bi iletişim sistemi bizimkisi.
  • bence bunu hic olmazsa boceklerle yapmamaliyizdir yoksa cok sacma seyler oluyor.
    eve yine kocaman bir bocek girdi. cok yorgun oldugum icin onu cikarmakla ugrasamadim, isiklari kapatip odama kactim. bocek salonda kaldi. simdi de oturmus, yolunu bulamiyor, sabaha kadar cirpinip duracak, nerede oldugunu da anlamayacak, eve girdigine girecegine bin pisman oldu diye dusunmekten uyuyamiyorum. ay biktim kendimden.

    napiyor acaba ya. cok da tombikti hee kesin toktur bence. belki uyur evet. koltukta uyudu kesin. belki de gercek bocek degildi. biri eve kamera yolladi oyle ucmali. o zaman uzulmem. sorun yok tamam. robotmus megerse.
  • empati sahibi olabilmek icin kucukken (gencken de mumkun) baskaları tarafından kırılmış olmak gerekir. yani empati yoksunu insanlardan cok cekmiş olmak size empati kazandırır.
    baskaları sizin gibi boktan hissetmesin ve de aynı ozguven kırıklıklarını yasamasın isterseniz. sonucunda sozlerinde-mimiklerinde-davranıslarında dikkatli bi insan olursunuz.
    ucunun ikiyuzluluge dayandıgını soylemek de yanlıs olmaz sanırım.
  • (bkz: 69)
  • zamanında susam sokağı'ndan:

    bana göre ben, "ben"im
    sana göre ben, "sen"im
    bana göre sen, "sen"sin
    sana göre sen, "ben"sin

    "sana göre sen, bensin"
    empatiyi tarif etmek için ben bundan temiz ifade görmedim.
hesabın var mı? giriş yap