• son zamanlarda gördüğüm en anlamsız tartışmanın kapısını açmış. trollük denemeleri mi yapıyor nedir. hoşuna gitti galiba blackface tepkisi. dark side' a henüz geçmediğini düşündüğümden bir lokma da benden gelsin doyursun kendisini:

    ortada bir anket var. "fırsatınız olsa yurtdışında yaşar mısınız?" insanların ezici çoğunluğu da evet demiş.

    öncelikle bir akademisyenden ankette katılanlara ayar vermek yerine sonucun neden öyle çıktığına dair yorum bekleriz ki bu durumda yorum yapacak bir şey bile yok. soru aptalca. hiç bir şeyi ölçmez. insanların kafasında ne canlandığı bile belli değil. bir amerikana da sorsan aklına bir paris gelir, bir yunan adası gelir evet diyebilir.

    neyi ölçüyor anket? hiç birşey. değişimden korkan bir %15 var onu görüyoruz sadece. işte burada trollük sınırını zorluyor:

    "siz bu yurtdışında yaşamayı, göçmen olmayı ne sanıyorsunuz ya? "

    bilmiyorlar işte ondan evet diyorlar. farklı bir hayat mümkün mü? nasıl olur? bu insanı heyecanlandıran bir fikir. evete basar geçer normal biri. bu gereksiz çıkışın anlamı var mı?

    "kimsesiz, önemsiz, çevreyle bağlantı kuramadan üç kuruşa yaşayıp gitmek... "

    girişi çok sert yaptığından gelişmede uçuşa geçmek zorunda kalmış. neden üç kuruşa yaşıyoruz fırsatımız varsa, nasıl bir fırsat lan o? neden önemsiz? önemimizi mi kaybediyoruz bir yerden bir yere giderken? ankara' da önemliyim istanbul' da önemsiz diye bir şey oluyor mu tüm arkadaşların çevren geride kaldı diye?

    "batı kültürüne hakim sayılırım, dil engelim hiç olmadı, türkü, şiş kebap, baklava sevdam yok, yani çok lokal sayılmam, ben bile yapamadım"

    makul bir insan bilir ki senin mutlu olup olmaman tamamen senin kişisel tecrübelerine bağlı. nereden gittiğin nereye vardığın. bunu bir afgana söyleyebilir misin? hayır. peki tüm türkler aynı hayatı mı yaşıyor? hayır. türkiye' nin ortalaması olduğunu inandıran şey nedir? neden seni referans alalım?

    gerçekten hiç anlamı yok. bomboş bir tartışma.
  • "cemaat yurtları kapatılsın" tweet'ini atmış ve kendi çağ dışı, birey düşmanı ideolojilerine ve aygıtlarına karşı gelen her türlü fikri "putçuuuu" diye yaftalayan düşük zekalı yobazların tepkisini çekmiş yazar.
  • yazının ne zaman bulunduğu bilgisi ile ilgili gelen eleştirileri biraz abartılı buluyorum.
    bilmiyor değildir.
    şöyledir:
    celal hoca tam olarak neyi sordu anlayamadığı için "bilmiyorum hocam sen söyle"ye getirmek istemiştir.
    çünkü celal hocanın öyle bi tarzı var.
    mesela atıyorum esg dedi ki "5000 sene önce bulundu hocam".
    celal hoca şunu diyebilirdi "ya ne 5bini yeaaa, göbeklitepe'deki taşları doğudan batıya dizerken çizdikleri çizgilerin çıkıntıları da bir yazı değil mi".
    dese şaşırmam, "hocam o yazı değil" desen, "ya o senin dediğin 5bini herkes biliyor, ben asıl yazımsılardan bahsediyorum" diyiverir. "yazımtrakları bilmiyor musun sen" der. yazımtrak diye bir şey yok mu??? o an oturur icat eder, makalesini yazar, kitabını basar, antropolog dostu metyüv'e söyler ve kahkaha atarlar sen yine bok gibi kalırsın.
    bildiğin bilgiyle ilgili senden fazla detay bilerek kafasında başka bir şey kurarak senin doğru bilgini boşa düşürür celal reyiz.

    esg ile celal hocanın yıl kavramları farklı olduğu için arada tarihsel sıkıntılar oluyor.
    zira celal hocamıza göre 1milyon yıl daha dün gibi, esg hocamız ise tarihçi.

    ikisini de çok severim, böyle karşı karşıya getirilmeleri hoş değil.

    ancak ilber reyis de celal hoca gibidir.
    esg'nin verdiği bir örnekte olduğu gibi "atina belediye başkanının kızını bilirsin" diyormuş. lan nerden bilsin aq? ama öyle işte, herkes bilirmiş gibi düşünüyorlar.
  • hozom,

    okuyorsun burayı, bir sürü insan sana tavsiyelerde bulunuyor fakat inatla dinlemiyorsun. bir de ben deneyim:

    1- tv/youtube fark etmez, "format olmadan bu iş olmaz". karşına kim olursa olsun alıp onla rastgele yaptığın her sohbetin "başarılı" olduğu hezeyanınından kurtulmalısın. doğaçlama canlı yayınlar sana uygun değil çünkü hiperaktiviten yüzünden kafan ordan oraya atlıyor ve çok dağınık konuşuyorsun. karşındaki seni dinleyip doğru yönlendirmediği sürece 5 dakika sonra "bal yapmayan arıya" dönüşüyorsun.

    2- flutvharicinde bugüne kadar en keyifli programları okan bayülgen veya ahmet kasım han ile yaptın. birisi tv yayımcılığında uzman, seni doğru yönlendirdi. diğeri de üst seviye entelektüel, karşılıklı birbirinizi parlattınız. karşındakilerin seviyesi sana yaklaşamadığı zaman sen de çekilmez oluyorsun!

    3- ülkedeki entelektüel seviyenin düşüklüğünden sürekli şikayet ediyorsun. fakat hala anlamadın, insanlar seni bir şeyler öğrenmek için izlerken senin sürekli "komedyen" gibi davranman aslında kendi tarzınla çelişiyor. karşındakiler boş insanlar olunca sen de sadece tarih üzerine gevezelik yapan birine dönüşüyorsun.

    4- bengü üçüncü ile arkadaş kal fakat seni izlemek için bizi ona mecbur etme lütfen. ne entelektüel kapasitesi yeterli, ne komik, ne yayımcılık konusunda başarılı birisinde sırf arkadaşın diye bu kadar ısrar etme lütfen.

    bariz bir şekilde mikrofonun çalışmadan yayına başladığın ilk omnibus programında "arkadaşlar siz fakirsiniz galiba, ses sisteminiz bozuk" diyecek kadar s-a-l-a-k bir insana sırf senin için daha fazla katlanmaya mahkum etme insanları. senin hatrına bile çekilmez bu saçmalıklar.

    5- omnibus'ta karşındaki adam kimse ona da söyle sürekli lafını kesip durmasın lütfen. geyik muhabbetinden öte kapasitesi olmayıp kendini komedyen sanan o arkadaşın espri kasma çabası yüzünden arka arkaya 3 cümle kuramadın ilk yayında.
  • twitter'da ''adam öldürün diyen bir din de yok zaten bildigim kadariyla'' diye bir tweet atmisti. ben de kuran'dan bayagi bir ayet yazdigimda da beni engellemisti. elestirmedim, sadece ayetleri yazmistim.

    celal sengor, ilber ortayli gibi emrah safa gurkan'in da kendisine tapan bir mucahit ordusu var. okumak yerine daha kendi tembelliklerini kesfedememis bu mucahit ordularina laf anlatmak maalesef imkansiz. bu tip medyatik, youtuber vs vs akademisyenleri elestirdigimizde de salya sumuk saldiriyorlar. cunku kendilerinin taptigi bu adamlari elestirmek bizim ne haddimize.

    turkiye'de onlarca akademisyen islerinden oldu, hapise atildilar vs vs neden susuyorlar? ''aman ben bulasmayim'' demek mi cozum?

    bu duzen adamlarinin bencillikleri size de itici gelmiyor mu? eger gelmiyorsa dinlemeye ve kendi tembelliginize devam edin arkadaslar.
  • izlemediğim bir programda yazının ne zaman icat edildiğiyle alakalı retorik soruya bilmiyorum dediği anlaşılan bu yüzden cahil cühela tarafından bu cevabın bizim bilmiyorumuzla aynı bilmiyorum olduğu zannedilen tarihçi. senin "sümerler yazıyı buldu, o zaman 4500-5000 sene önce bulundu" kesin olarak diye cevap verebileceğin bir soruya bu adamın bilmiyorum demesi kafanızda adamın boş olduğu imajını yaratacağına demek ki bu konuda bir tartışma bir muğlaklık bir nüans var buna bir bakayım gibi bir düşünce yaratmalıydı, ki bir yazar arkadaşın bahsetmesiyle mağara resimlerinin etrafındaki bir takım paternlerin de yazı konsepti olarak kabul edilebilirliğine dair bir görüş olduğunu adamın "bilmiyorum"undan öğrendik. adamı 1 defa izlemiş dinlemiş olsanız zaten bah bah profesöre bah yazıyığn ne zaman bulunduğunu bilmiyor bah demezdiniz.
  • " bunu herkes bilir" kitabını yeni bitirdim. sözlük allame-i cihanları kitabı ve konuşmalarını nereleriyle takip ettiler bilmem ama adam açıkça metodoloji, kişiler değil yapısal faktörler, coğrafyanın önemi, icat değil- icadın verimli kullanılabileceği ortam, iktisadi ve sınai altyapının önemi, merkantilizmin önemi, kolomb mübadelesi'nin avrupa'yı nasıl değiştirdiği, atlantik üçgeni'nin etkileri, akdeniz'in jeolojik nedenlerden dolayı neden fakir bir deniz olduğunu- bunun balıkçılığa ve denizciliğe yansımasını, kürekli geminin sınırlı kapasitesinin donanmalara etkisini, bizdeki vakıf'ın avrupadaki şirketle neden rekabet edemediğini, mağrib'in neden verimsiz bir korsanlığa mahkum olduğunu, lojistik hatların ötesindeki fetihlerin neden kırılgan olduğunu, uyvar'a kuşatma için bile 119 günde varılabilen, atları otlatmak için sofya'da 16 gün mola vermek zorunda kalınan bir ortamda lojistik hatların en ucundaki viyana'nın neden " what if ?" ile değerlendirilemeyeceğini, yönetici kadınların sadece osmanlıda değil, avrupa'da da olduğunu, italya'da şehir cumhuriyetlerinin yarattığı olağanüstü rekabetçi ruhun brunelleschi ve michelangelo'yu bile kıran kırana yarışmak zorunda bıraktığını- bizde ise fuzuli'ye bir türlü verilmeyen önem ve ödeneği analitik bir bakışla ve sadece 249 sayfayla anlatmış. mesafenin, topoğrafyanın, ortalama hızın, nüfusun, paranın değerinin, üretimden kalan artı değerin, salgınların, küresel iklim değişikliklerinin, özgün çıkarımların, kapsamlı analizlerin önemini vurgulamış. günümüz tarihçisinin naima'dan selaniki'den farklı olmasının gereğini, bilginin süs ya da hava atma değil, kaliteli yaşamanın aracı olması gerektiğini anlatmış. tarım toplumunun şiarlarıyla bilim yapılamayacağını yazmış.

    edit; imla.
  • ne zamandır bu adam hakkında bir şeyler yazayım yazayım diye düşünüyordum, yazmak istediğim şeyler çok burnu havada olduğu için ve biraz da kendisi hakkında yorum yapmak haddime olmadığı için 'boşver yazma şimdi linç yiyeceksin' deyip geçiyordum. fakat son videosunda söylediği bir laf üzerine bu entryi yazma cesareti buluyorum. adam diyor ki

    esg: sosyal bilimler sabit değildir. yani böyle e=mc^2 gibi şeyler çıkmaz. her şey yorumdur. o dönemin ruhuyla, geist'iyle yeniden yorumlanır, mutlak doğru yoktur. veremiyoruz onu."

    ic: ama tabi bir takım tartışılmaz gerçekler de var. 1453 yılında türklerin kontrolüne geçti mi istanbul? evet.

    esg: hah, mesela bu tarih için çöp bilgidir. tartışmasız olan olguları bilmenize gerek yok, yazarsın googlea. tartışmalı olan olguyu bileceksin ki tartışmadan kaliteli bir entelektüel dünya yaratabilesin.

    lütfen şu son cümleleri iyice iyice hafızanıza kazıyın arkadaşlar, hepimiz kazıyalım. 12 sene aldığımız eğitimin çöp olduğunu fark etmek mideye inen çok güçlü bir yumruk, biliyorum. ama cehaletimizi kabul etmeden gözlerimizi açamaz ve ilerleyemeyiz. adam mükemmel bir şey söylüyor, kesin bilgileri açarsın googledan, ansiklopediden, kitaptan bakarsın; mühim olan onları yorumlayabilmek ve tartışabilmek diyor. burada bahsettiği altı boş propaganda tartışmaları değil elbette, birincil kaynaklarla desteklenen (bu önemli bir detay) görüşlerin tartışması. buna varabilmek için de, üzgünüm ama, dönemin sosyolojisini, sanat tarihini, benzer diğer sosyo-kültürel ve politik gelişmelerini bilmeniz ve kolektif bir bakış açısıyla yorumlayabilmeniz gerekiyor.

    işte bu yüzden kaliteli sosyal bilimciler nadirdir ve değerlidir. ben böyle bir cümle kurmayı haddim olarak göremediğim için aylardır başlığa entry girmeye elim gitmiyordu lakin esg'ın 'tarih' bilimi ile ilgili yaptığı şu açıklamayı sözlüğe not düşmeden edemedim. kaçınız hayatında kaç kez bir birincil kaynak okudu? sıfır olduğuna o kadar eminim ki. ben de amerikan sistemli bir vakıf üniversitesine gitmemiş olsam, ben de okumayacaktım çünkü. barış hoca'dan tarih (osmanlı duraklama ve yıkılış), erdem hoca'dan sosyoloji (devlet) dersleri almasaydım 'sosyal bilimler'in ne olduğunu asla bilemeyecektim. hal böyle olunca, bu insanlar benim gözümü açtılar. yerlerinde belki benzer bakış açılarına sahip başkaları olsaydı şu an onları anıyor olacaktım ama ben kendilerinden ders almış bulunduğum için onları anıyorum.

    emrah safa gürkan'ın da size sosyal bilimleri, yorumlamayı, tarihi gerçeklikler üzerinden ne şekilde düşünebileceğimizi ve o bilgileri ne şekilde kullanmamış gerektiğini, tarihte siyahın ve beyazın değil grinin birbirinden farklı binlerce tonu olduğunu ve bütün bu sürecin aslında kişiye keyif vermesi gerektiğini öğretmesine izin verin. bu bir 'kim daha çok biliyor' yarışı değil, kendisi de hep söyler 'ben size şimdi bütün osmanlı padişahlarının adını sayarım ama napıcaksın bu bilgiyle?' diye. bilgiyle ne yapacağımızı öğrenmek önemli, işte kendisini ben bu yüzden zevkle dinliyorum.
  • fatih altaylı'ya katıldığı youtube programında atatürk ve onun sahip olduğu vizyonu için, "atatürk'ün vizyonu gerçekleştirebilmesindedir" diyen tarihçi. oldukça isabetli bir tespit yaptığını söyleyebilirim. yani atatürk'ün yanındaki insanlar da az ya da çok bir vizyona, görüşe, bakışa sahip ama hep bir çekince, korku, kaygı var. kazım karabekir, fevzi çakmak, enver, talat... hepsi için geçerli, sarayda silaha sarılıp birbirlerine sıkabilecek insanlar, gözleri kara. padişahtan mı korkuyorlar ki iş padişahlığın lağvedilmesine geldiğinde hepsi ürküyor? hayır, "nizam bozulmasın, asırlardır böyle gelmiş, böyle gitsin" düsturuna sahipler.

    atatürk'ün farkı, bu kutsiyeti yıkıp, yerine yeni bir şey inşa etmesinde yatıyor, yani esg'nin deyişiyle atatürk hakikaten aklında olanı gerçekleştirebiliyor. yoksa hepsi aynı asker kökenli ve belirli bir eğitimden geçen, birçoğunun iki yabancı dili olan paşalar... gerçekten önemli bir tespit.

    debe eklemesi: artık devam etmiyorum ama, yine de bunu buraya bırakayım... belki birilerine dokunurum, belki biraz motive olup devam ederim: https://youtube.com/…enderozgun?si=p_51_odwp7ad13ua
  • giriş: entry biraz uzun oldu, çayınızı kahvenizi alın okumaya geçmeden önce. benden size okurken dinlemelik şarkı önerisi.

    sözlükte emrah safa gürkan ile ilgili "bozdu" yorumlarında bir artış görüyorum son zamanlarda.
    aslına bakarsanız emrah safa gürkan bozmadı, sadece biz onu daha çok tanıdık. hatta o kadar çok tanıdık ki kendisinden rahatsız olacak birçok nokta bulmuş olduk. bu 21. yüzyılın kaçınılmaz gerçeği. ünlü-az ünlü insanları o kadar çok tanıyoruz ki bir süre sonra bizi kızdıracak bir noktalarını illaki buluyoruz.

    emrah safa gürkan ile ilgili düşüncelerim aşırı olumludan olumsuza doğru kaydı günden güne. kendisini yaklaşık 3 yıl önce twitter'dan takip etmeye başlamıştım, evveliyatını biliriz yani. kasıntı bir tip olmamasından dolayı severek takip ettiğim bir adamdı. fakat son zamanlarda kendisinde gördüğüm bazı problemlerden dolayı günden güne esg'ye karşı bir antipati oluştu bende. esg'de gördüğüm en büyük problemler: övgülere kendisini çok fazla kaptırması, eleştiriye kapalı olması, kibirli olması . "hozomcu" ayak takımı bu adama zarar veriyor ama bunun farkında bile değil kendisi. biz başımızdaki ekabirleri niye eleştiriyoruz? etraflarını dalkavuklarla doldurdukları için, eleştirileri kendilerine saldırı olarak algıladıkları için... esg'nin durumu da kızdığımız bu güruhtan çok farklı değil son birkaç aydır. (en azından sosyal mecralarda ve medyadaki çizdiği portre böyle)

    her neyse, benim bugün bu entryi girme sebebim esg'nin kendisi ile ilgili değil ama. ben esg'nin yeni çıkan kitabı ilgili birkaç kelam etmek istiyorum. geçen gün bir d&r mağazasında ayaküstü esg'nin bunu herkes bilir kitabının bir sayfasını okudum. okuduğum sayfadaki istatistikler çok dikkatimi çekti, biraz da şüpheli geldi. sayfanın fotoğrafını çektim unutmamak için. eve gelince istatiskleri kontrol ederim diye. evet istatistikleri kontrol ettim ve bu entryi yazmamı gerektirecek kadar vahim istatiksel hatalar buldum. istatistiksel hataların yanı sıra kurduğu mantığın da hatalı olduğunu düşünüyorum. söz konusu sayfa şudur. hadi en kolay kısımdan başlayalım, öncelikle istatistiksel hatalara bakalım.

    istatistiksel hata 1: "a.b.d'de gazetelerin günlük tirajı 300 milyon. "
    ilk okuduğumda sayı bana çok uçuk gelmişti. olsa olsa 30 milyondur demiştim, haklıymışım. (japonya istatistiği, doğru bu arada) türkiye'deki gazetelerin durumunu zaten kendisi de belirtmiş. kaldı ki basılı gazete okumak gibi "old school" bir eylemin hangi yaş grubunda yaygın olduğunu biliyoruz. genellikle 65 yaş üstü insanlar okuyor artık gazeteleri. ve diğer iki ülkeye oranla türkiye'nin demografik yapısı ortada. türkiye bu iki ülkeye oranla daha genç bir nüfusa sahip. şimdi, basılı gazete sayısı ile neyi açıklamış oldu esg. çok sığ bir karşılaştırma. türkiye'deki gazete tirajlarının düşük olmasının birçok nedeni olabilir. gazete tirajı üzerinden entelektüelite eleştirisi çok geçerli değil. zaten onu yaparken hocanın kullandığı istatistik de bariz hatalı. hatalı bir istatistik üzerinden doğru bir çıkarım yapılamaz, yanlışlıkla doğru bir çıkarım yapılsa dahi o çıkarım metodolojik olarak hatalıdır.

    istatistiksel hata 2: "türkiye'de kitap okuma oranı %0.1"
    esg bu istatistiği ben emrah safa gürkan sorularınızı cevaplıyorum başlığında da kullanmıştı. ne demiş bir hatırlayalım.

    --- spoiler ---
    merhaba ben emrah safa gürkan, akademisyenim, aslında işim arşivlerde kargacık burgacık yazılar okuyup makale ve kitap yazmak. yazdığım şeylerin sıkıcılığı karşısında dehşete düştüğüm günün bunun beni kesmeyeceğini farkettim. akabinde flutv’den gelen cazip teklifi reddedemedim ve ilker canikligil ve mustafa seven’le olmaz öyle saçma tarih’i yapmaya başladım. youtube’a düşmemin benim değil, 1.000 kişinin içinde senede 1 kitap bile okumayan o 999 kişinin (tüik verisi) suçu olduğunu düşünüyorum (mayışlar yatmıyor!!!).
    --- spoiler ---

    şimdi yukarıdaki istatistiği görüp "acaba mı" demeyen okuyucu/ yazar ya matematik bilmiyordur ya da kendisini binde birlik elit kesimdeki insanlardan biri olarak görmek istediği için bu istatistiği gerçek kabul etmek istiyordur. esg ekşi sözlükte bu istatistiğin tüik istatistiği olduğunu söylemiş ama tüik'in böyle bir istatistiği yok. tüik'e göre türkiye'de kitap okuma oranı %34.3. bu veriye de skeptik yaklaşmakta yarar var. çünkü rapor olarak görmek lazım bu tarz verileri doğru yorumlayabilmek için. istatistiğin nasıl elde edildiği, kriterler, örneklem genişliği gibi kritik bilgileri bilmediğimiz için bu veri de çok kullanışlı değildir. neyse konudan sapmayalım. kısacası hocanın ekşi sözlükte (silinmediği sürece) şu anda da mevcut olan iddiasının aksine tüik'in "türkiye'de kitap okuma oranı %0.1" gibi bir istatistiği yok. 6 ay önce ekşideki bu istatistiğin kaynağı "tüik" iken kitapta kaynak demokratik eğitim ve stratejik araştırmalar merkezi'nin " türk halkının kitapla imtihanı" isimli rapor olarak belirtilmiş. kitabı okuyanlardan kaçı bu "demokratik eğitim ve stratejik araştırmalar merkezi" ile ilgili araştırma yaptı bilmiyorum ama ben araştırdım bu kurumu. kendilerinin websitesini dahi bulamadım istatiğin kaynağı olan rapora da ulaşamadım haliyle. bu iddianın tek kaynağı, kalitesi tartışılmaz türk basını (!) tarafından yapılan bazı haberler. gerçekten birbirinin kopyası haberi haber siteleri birçok defa yayınlamış ama kaynağı vermeyi kimse akıl edememiş sanırım. (bir pdf dosyası, bir link, hiçbir şey yok.)

    basındaki bu tarz dezenformasyonların incelendiği teyit.org'un 3 bölümlük güzel bir çalışması var. dileyenler inceleyebilir. 1 2 3 teyit'in kitap dosyası serisine bakabilirsiniz. esg'nin türkiye'deki haber sitelerinden aldığı, kopyala-yapıştır yaparak kitabına eklediği; kitap alışverişinin, ihtiyaç listesinde 235. sırada yer aldığı ve türkiye'de kitaba yılda 5.5 lira harcandığı istatistiği de kaynaksız. esg rapora göre demiş ama ortada rapor falan yok yukarıda da belirttiğim gibi. biraz mantıklı düşünelim. kitap ihtiyaç listesinde 235. sıradaymış. ihtiyaç listesi dediğimiz şey ne? 235 tane ayrı kategorisi var en az. geri kalan 234 ihtiyacı bilmeden kitabın ihtiyaç listesinde 235. sırada olduğunu bilmemiz neden önemli olsun ki. anlayan varsa rica ediyorum, beni de aydınlatsın. zaten dediğim gibi ortada kaynak yok, sorunun ana sebebi bu. kaynak olsa açar okuruz ve değerlendiririz. araştırmanın yöntemini, kriterini bilmeden kuru kuruya istatistik bir işimize yaramaz.
    bir de istatistiğe bakarken kaynağın güvenirliliğine, istatistiğin nasıl elde edildiğine, istatistiğin güncelliğine bakmak elzemdir. bu sayfada esg'nin
    bunlardan hiçbirine bakmadığını görüyoruz. belirsiz bir kaynağa dayanarak bir fikir ortaya atmak çok özensizce. bu kitap okuma istatistiklerindeki kritik nokta zaten "kitap okuru" tanımına göre istatistiklerin dramatik bir şekilde değişeceği gerçeğidir. işbu yüzden sağlam bir rapora ihtiyacımız var. daha iyi anlamanız için örnek vermek gerekirse;

    kitap okuru= yılda en az 1 kitap okuyan
    kitap okuru= yılda en az 10 kitap okuyan
    kitap okuru= yılda en az 1000 kitap okuyan

    görülebileceği üzere "okur" tanımı istatistiği tamamen şekillendiriyor. eğer yılda en az 1000 kitap okuyan kişilere "okur" diyorsak oran bittabi %0.1 çıkabilir. işte tam da bu yüzden verinin nasıl elde edildiğini bilmek zorundayız. esg'nin, sitesi dahi olmayan, sözde araştırma şirketine dayandırdığı istatistiğin aksine eurostat'ın (avrupa birliği'ne bağlı bir kuruluş ) verilerine göre türkiye çoğu avrupa ülksine yakın bir okuma istatistiğine sahip. hatta hocanın gözdesi fransa'yı neredeyse 4'e katlamışız. tabii dediğim gibi verinin nasıl toplandığı da gerçekten önemli bir mevzu. işte tam da bu yüzden eurostat ekibine şu maili attım. onlar da bana ertesi gün şöyle bir maille geri dönüş yaptı. bana desam denilen kuruluştan daha güvenilir geldiler, siz ne dersiniz?

    aslında esg de kaynağa (yukarıda belirttiğim gibi ortada bir kaynak bile yok zaten ) güvenemediği için "kullanılan yöntem ve dayanılan kriterler açıkta belirtilmediği için, bu sonuçları sorgulayabiliriz" demiş. evet sorguladık ve bu istatistiklerin çöp olduğu kansına vardık. ama ardından esg durmuyor bir ölümcül hata daha yapıyor.

    istatistiksel hata 3 : "türkiye'de kitaba yılda 25 cent harcanıyor. "
    esg iddiasını "eski başbakan yardımcısı" mehmet şimşek'e dayandırmış. yani kullanılan istatistiğin dayandırıldığı kaynak bir kurum ya da rapor değil yine üçüncü bir şahıs.dikkatinizi çekerim şahısın çalışması değil şahsın kendisi. bir verinin doğruluğunu kontrol eden kişi için verinin kaynağı olan kişinin titrinin bir önemi yoktur. kişinin çalışmasına bakarsın, kişinin isminin bir önemi yoktur. bu çok açık bir argumentum ab auctoritate örneğidir. mehmet şimşek'in cidden böyle bir açıklaması var mı bilmiyorum ama google'da anahtar kelimelerle arama yapıldığında yine kaynağın haber siteleri olduğu görülüyor, onlar da mehmet şimşek'i kaynak olarak göstermiş. yine görülüyor ki ortada adamakıllı bir kaynak yok. türk basını kendi arasında aynı haberi, aynı ifadelerle döndürmüş durmuş. esg de " bak desam'a inanmadınız, mehmet şimşek'e inanın bari" demiş bir nevi. ama hayır burada da kaynak yetersiz, hatta kaynak diye bir şey yok ortada. o yüzden kusura bakma ama bu da olmamış esg.

    akıl yürütmeye itiraz:
    istatiksel hataların yanı sıra burada kurulan mantığı da doğru bulmuyorum. kitap okuma eylemine gereğinden fazla anlam atfedildiğini düşünenlerdenim. esg'nin kitap okuma oranları üzerinden yaptığı çıkarımlar (bu oranların hatalı olduğunu da belirtelim) çok indirgemeci. mesele kitap okuma değil bana göre. "okuma " eylemini kitap okumaya indirgemek 21. yüzyılı anlayamamaktır. biraz muğlak bir paragraf olmuş olabilir ama bunu da açarsam entry çok fazla şişecek. bunun üzerine bilahere oturup kitap okumak başlığına entry girebilir. o yüzden böyle kalsın şimdilik bu paragraf.

    sonsöz:
    bu kadar uzun bir entry'i neden yazdım. "kitabı ve yazarını daha iyi hale getirmek için" gibi bir yalan söylemeyeceğim. eleştirmeyi, hata bulmayı seven bir insanım kitabın sadece bir sayfasında böyle ciddi hataları görünce dayanamadım, geçtim klavyemin başına. esg'nin bu entry yerine "hozom übersiniz" entrylerini tercih edeceğini biliyorum ama belki kitabın bir dahaki baskısında bu sayfayı atar kitaptan. bana da bir teşekkür eder.

    esg'ye not: arada twitter'da görüyorum buralara bakıyorsunuz. ama genelde buradaki en alt seviye yorumlara cevap veriyorsunuz. bu tebaanıza "bakın beni eleştirenler eşek, kara cahil, aptal" mesajı vermek için güzel olabilir ama çok basit bir davranış. buradan size sesleniyorum. gelin bu entryi de masaya yatırın, ameliyat edin. yapabiliyorsanız bu entry ile de dalga geçin.
hesabın var mı? giriş yap