1 entry daha
  • en manasız yalpalamalardan biridir; 'kendimi keşfettim'
    neden insan kendisine soru sormakla başlıyor, neden çevresiyle başlıyor; çünkü kültürel çevresine doğmuştu, neden kendisini henüz keşfedemeden, belki de salt keşfedebilmek için kendisine yöneliyordu? keşif amaçlı kendisine yönelimi ne kadar dramatikti oysa;
    bakın kendisini keşfetmek için önce vücudunun çeşitli noktalarına dokundu;
    göğüs uçlarına dokundu, tüyleri ürpermedi henüz, daha yeni başlamıştı keşfe; muktedir değildi, oysa ghiçbir keşif muktedirlik statüsünde değildir ki.
    göğüs uçları, tıpkı vücudunun diğer yerleri gibi aynı kayıtsızlıktaydı.
    kaydını tamamlamak zorundaydı, kayıtsızlıkla keşif olmazdı. tertemiz, bembeyaz göğüs kafesi, aşağısı aha o da ne göbek deliği, vücudun engebesizliğine vurulan ilk darbe; zira göğüs uçlarından başlayınca, insan göbek deliğine şaşırır tabi.
    rahatsız edici belki, belki değil ama sonuçta böyle bir oyuk.
    biraz daha aşağılara inince bu sefer daha çok şaşıracaktı.
    insanın kendini keşfetmesi bir savaştır, savaşın kendisi bizzat değişimdir, değişimin kendisi zorunludur. hatta çemberin çevresinde başlangıç ve son ortaktır.
    biraz düşünün bunu lütfen; kosmos zamansaldır. ebedi ve ezeli bir dönüş vardır; dönüşerek dinlenir sürekli olarak ölüm ile yaşam, bolluk ile kıtlık, yaz ile kış yer değiştirir, ama kozmik düzenin kendisi her zaman var olmaya devam eder.
    biz de devam edelim keşfe;
    artık cinsel farklılığını, varlığını kavramıştı. bacaklarının arasında onu niteleyen, karakterize eden bir şey vardı. bunun keşfi, insanlığın yazıyı keşfetmesi gibidir.
    artık adını koyabiliyor, adını koyabildiği için mevzunun, ucundan tutabiliyor, ucundan tutabildiği için büyüyebliyor, büyüyebildiği için de kendini keşif süresi daralıyor. düşünebiliyor musunuz; insan yaşlandıkça; keşke'leriyle daha çok yüzleşir oluyor, yüzündeki çizgileri aldırmak bir kenara, bizzat onlara bakınca korkuyor, ölümden korkan ne epikuros'a yaranabilir, ne de zenon'a. fakat modern kişinin zaten yaranma gibi bir derdi yok ki bunlara; kendisine koyulmuş sınırlarda, deli numarası da yapabiliyor, rasyonel dünyada en az bedelle en fazla mutluluk peşinde de koşabiliyor, terbiyesizdir çünkü keşke'lerinden korkar, herakleitos işte bir ile birçok 'un uyumundan bahsederken, bundan farklı bir şeyi iddia etmiyor. çünkü insan birdir, güneştir; sol güneş demektir, solus yalnız demektir, güneş yalnızdır, tanrı yalnızdır, şeytan yalnızdır, ay yalnızdır. oysa bir zamanlar tanrı yalnız değildi, şair dini söz konusuydu, paganizm çılgınlıkları gereğince, do ut des pazarlığına girişebiliyordu, artık pazarlık kalktı, pazarlık kalkınca, yalnızlaşınca yönetenler, kişinin kendisi de yalnızlaştı.
    yalnız kişi artık bir olgun olarak (hayatta ne zaman olgun oluruz ki) kendini keşfetmeyi sürdürür; bilir ki, çevresini keşfetmesi demek, kendisini keşfetmesi demektir.
    çevresi oysa sadece kültürel bir çevredir.
    insan düşünsel çevresinde değildir çoğu zaman. yine herakleitos devreye girer; "ana babasını dinleyen çocuklar gibi olmamalıyız; yani bize aktarıldığı gibi." (fr. 74; çev: cengiz çakmak)
    çevresindeki geleneksel bilgiyle yüzleşen adamın yaşamı trajiktir, kendisindeki öz bilgiyle yüzleşen adamın yaşamı da bu yüzden trajiktir, trajik olan insan'ın kendisidir.
    modern insan trajk bir yaşıyor olmak sürecindedir, ne içindedir ne dışında, yaşayanın ta kendisidir. zira artık pazarlık kalkmıştır, pandora 'yla kadın elde edilmiştir, prometheus'la ateş.
    artık insan kendini keşfetmiştir, insan olmuştur.
    bulduğu şey sadece yaşıyor olan bir insan.
    bir insan ama değişen bir insan; o halde gençliğini bitirmiştir adamımız;
    artık son demlerinde geçmişe bakar; soru sormaya göğüs uçlarından başladığı için, artık ulaşabildiği tek yer ayak parmaklarıdır. oysa platon 'un mağarasından ara sıra kafamızı dışarı çıkarıp bakmak, güneşe bakmak, o yalnız güneşin ışığına bakmak değil mesele, asıl mesele o mağaradan çıkabilmekti!
    mağarasından çıkmayan insan, omzunu keşfedemedi.
    akılcıydı, da vinci tablolarındaydı, dante'nin sorgusundaydı, aydınlanmıştı ama kıçını görememişti.
    mağarasından çıkamadan yaşlanmıştı, yanlış sorudan başladığı için belki de;
    o sanatsal bir formla yaratılmış topuğunu bile görememişti.
    göremeden ölmek üzereydi.

    asıl trajik olan nedir bilmek ister misin ey okuyucu;
    kendini keşfettiğini sanıyordu gözlerini sonsuza dek kapadığında.
hesabın var mı? giriş yap