84 entry daha
  • murat belge ne ezber bozandır, ne de belgeli konuşandır.

    artık anlamış bulunuyorum ki, ekşi sözlük sınırları içerisinde okumasını bilmeyen yazarlar var, olur şey değil hala şu sorulursa bana "olur şey değil" derim; birincisi; "murat belge nerede etmiş bu lafları?.. üstelik belge'nin halikarnas balıkçısı nı ırkçılıkla suçladığını gösteren bir belgeye rastlamadım." eh okumazsan rastlamazsın tabi, eh ne demiş bu adam neyle suçlanmış, suçlayanlar hangi verileri kullanmış oturup kafa yormazsan, verdiği kaynaklara hadi ulaşamadın, kaynağını vermiş olduğu eserlerden yaptığı alıntılara göz gezdirmezsen tabi ki göremezsin, bundan önce girmiş olduğum bu konuyla ilgili bütün entirilerde nokta dergisindeki röportajından, birikim dergisi'ndeki edebiyat eseri eleştirisinden söz ettim. "üstelik belge'nin halikarnas balıkçısı nı ırkçılıkla suçladığını gösteren bir belgeye rastlamadım." söz konusu dergi (nokta dergisi, tekrar tekrar yazıyorum ki; tekrar yöntemiyle belki kafalara sokarım bunu, konu hakkında hala bir yorumu olmayanların üsluba takılıp kalmalarından sıkıldım, ve demagoji sözü vermiş olmama rağmen, yine bilgi veren tek entiri benimkisi olacak anlaşıldı.) 14-20 aralık 2006 , s:7 künyeli kapağına şöyle bir başlık attı; "hümanist mavi anadolucular meğer milliyetçiymiş."
    yine söz konusu dergiden yola çıakrak alıntı yapmaya devam edeyim; "şimdiye dek yazılanlar arasında en sert eleştiri prof. murat belge'den geldi. birikim dergisinin ekim sayısında halikarnas balıkçısı'nın romanlarını analiz eden belge, okurlarının bugüne kadar sadece 'hümanist' yanıyla tanıdığı halikarnas balıkçısı için 'ırkçı' ve 'milliyetçi' sıfatlarını kullanmaktan çekinmiyor. belge, tespitini balıkçı'nın romanlarından yaptığı alıntılara ve o alıntılara uyguladığı metin analizlerine dayandırıyor." bu yazı dergide haberi işleyen hamza aktan 'a ait. (teker teker tüm bilgileri vereceğim ki üsluba takılmasınlar konunun özüyle ilgilensinler. hoş ilgilenmeseler de olur, onlar 50 ben tek kişi olsam da bu kavga sürecek, okumadan ahkam kesenlere prim vermeyeceğim.)

    "konuyla ilgili olarak murat belge'den önce ;son bir-iki yılda daha çok akademik sayılabilecek eleştirel metinler kaleme alınmıştı. özellikle iki genç akademisyen barış karacasu ve kaya akyıldız'ın mavi anadolucuların kemalist yanlarına dair yazıları bu tartışmanın içinde önemli bir toplama denk geliyor. yanı sıra edebiyat eleştiri dergisi pasaj'da reyhan tutumlu : nermin yıldız imzalı eleştirel metinleri de bu çerçevede anmak gerekiyor. 1930'lu yıllardan başlayarak 1960'lara kadar uzanan süreçte türkiye edebiyat ve sanat yaşamının en merkezi yerlerinde bulunan akımın sözcülerilerinin bu yönleriyle neden eleştirilmedikleri sorusunun yanıtları çeşitli. bir yanda, bu yazarların milliyetçi veya ırkçı metinler yazabileceklerini katiyen kabul etmeyen veya böyle bir eleştiriyi hak etmediklerini söyleyenler; bir tarafta da akımın içindeki yazarların edebiyatçı çevresiyle kurduğu ahbaplık nedeniyle şimdiye dek eleştirilerden muaf tutuldukları kanısını taşıyanlar." (yine hamza aktan'a ait.)

    ve işte "hani nerede ırkçı denmiş?" diye ortalıkta koşuşanlar benim evvelki yazılarımı okusalardı dergide geçen şu ifadeyi de göreceklerdi:

    '> halikarnas balıkçısı için rahatlıkla 'ırkçı' diyebilen murat belge <, sabahattin eyuboğlu, azra erhat, vedat günyol veya melih cevdet anday gibi isimler için daha temkinli. belge, bu yazarların daha çok kemalist-milliyetçi yanlarıyla öne çıktığını vurguluyor. hümanizmi savunan arkadaşlarının halikarnas balıkçısı'nı eleştirmeme nedenlerine ise ilginç bir yaklaşım getiriyor: "bu yazarlar adeta bir tapınma içindeler. e, bir şeye tapınıyorsan o tapındığın şeyin nebileri (peygamberleri) vardır. işte o nebinin de cevat şakir oiduğu anlaşılıyor. yoksa çok mümkün değil ki benim cevat şakir'le ilgili görüp rahatsız olduğum özelliklerinden onlar habersiz olsun. ama birini nebi kabul ettin mi, o zaman herhalde onun kusurlarını da görmüyorsun." ' (sf: 21)

    şimdi denebilir ki; "efendim, bu ifadede murat belge 'nin hb için rahatlıkla 'ırkçı' diyebildiği geçiyor ama kendi ağzından duymuyoruz ki?" derim ki; 1- murat belge bu haberi yalanladı mı? 2- aynı dergide, aynı sayıda murat belge ile yapılan şu röportajda kendi ağzından çıkan ifadelere ne demeli? şu soru sorulmuş:"peki, erhat ve eyuboğlu'nda milliyetçi veya ırkçı sayılabilecek yönler var mı?" bakın murat belge ne cevap vermiş:

    "önce genel bir şey söyleyeyim: bu tür sözleri erken söyleyen kişi bildiğim kadarıyla cevat şakir'dir. cevat şakir de bunu ağır bir milliyetçilik dozuyla söylemiş görünüyor. onu izleyen, ondan daha genç olan insanlar da ona bu yolu açıyorlar. hani bu kelimelerle olmasa da ona "aramızda ilk öten horoz sensin" der gibi bir saygı gösteriyorlar. onların daha kemalist olduğunu söylemek mümkün. eyuboğlu ve erhat öyleydi. aslında marksist olan melih cevdet de marksist olarak kemalizm'e olabileceği kadar yakın bir yerde dururdu. bu durumunun özellikle yaşlandıkça daha fazla öne çıktığını söylemek de mümkün. makalelerinde vardı hep bu. şimdi bu anadolu, ortadoğu, yakın doğu, buralarda yetişmiş, serpilmiş inançlar, medeniyetler, mitolojiler vs içinde "biz aslında bunların yoğurduğu insanlar olmalıyız" bilinci vardı. bu bence çok yanlış bir tez de değil. ama bu öncüllerden yola çıkıp atatürk'ün tamamen akıl dışı, bilim dışı olan güneş dil teorisi, uygarlıklar, oklar, orta asya gibi teorilerini sanki olabilecek rasyonel bir temele oturtmak gibi bir iş yapıyorlar. ********yani kemalizm'i rasyonalize etmek gibi bir iş yapıyorlar.********* bununla belki en az ilgisi olan cevat şakir, bu genel alanda ilk konuşan olduğu için işin içinde. marksist olarak buna en uzak görünen melih cevdet de sonuçta bu medeniyetlerle bir bağ kurmanın önemine inandığı için gene bu çevrede. ama bunun merkezinde bir "kemalizm'i rasyonelleştirelim arkadaşlar kampanyası" diyebileceğimiz de bir şey yatıyor. eyuboğlu kardeşleri, azra erhat'ı falan bu grup içinde değerlendiriyorum. tabii azra erhat'ın bir de cevat şakir'le başka türlü yakınlığı var. mesela bir hayranlığı söz konusu."

    görüldüğü gibi ben bu cevapla iki şeye birden cevap vermiş oluyorum:

    1- "murat belge nerede ırkçı demiş yahu?" sorusuna
    2- "murat belge kemalizmle nerede uğraşmış yahu?" sorusuna. zira bu soru önemliydi, düşünebiliyor musunuz, hb 'nin mustafa kemal 'in güneş dil teorisi'ni bu yönde rasyonalize etmeye çalıştığını? önceki entirilerimde kanıtlamaya çalıştım bunu, zira hb 'nin hiçbir eserinde güneş dil teorisine olumlu bir gönderme olmadığı gibi eleştirdiği de olmuştur. evet eleştirmiştir, aşağıda göreceksiniz, okuyacaksınız zaten.

    şimdi yetinmem ben, bilen bilir 1962 'nin ocak ayında ikinci baskısı yapan anadolu tanrıları adlı eserinde halikarnas balıkçısı 'nın ibretlik sözlerinden yola çıkarak, onun ırkçı veyahut aşırı milliyetçilik dozuyla bir yol gütmediğini kanıtlamaya çalışacağım sizlere, umarım bu sefer yazdıklarım okunur da, okumadan bana yazı yazanlar, mesaj yollayanlar hatta çok kötü butonunu aşındıranlar biraz olsun kendilerine gelirler;

    "halikarnas balıkçısı 'nın anadolu tezleri" diye başlık atıyorum entirimin bu bölümüne;

    "bu sebepten dolayı biz, o medeniyetin, yani klâsik medeniyetin gerçekten vârisleriyiz. çünkü o kültür anadolu'da doğup gelişmiştir, anadolu'dan yunanistan'a geçmiştir. bu gerçeğin anlaşılması —bilhassa duygu alanına geçirilmesi—, zihniyet ve ruhî halet itibariyle, birçok hayırlı ve güzel neticelere ve değişikliklere sebep olabilir."
    ..

    "batı'da küçük çocuklara, yunan efsaneleri diye, anadolu efsanelerini okutup anlatırlar. işte bunlar, bizim elde etmek istediğimiz batı'lı kültürün kökünü ve temelini teşkil ederler. daha sonra, gençlik yağındaki çocuklar, klâsiklerle beslenip büyütülürler. bu suretle batı âlemi, tamamiyle yabancısı bulunduğu bir kültürün vârisleri yerine getirilir. bir taraftan da, hemen her fırsatta, grek'lerle aynı kökten —yani hint-avrupai— oldukları ilân edilir. bu surette de, grek'lerle kendilerinin arasında bir kan bağı, hâsılı bir soy sopluk ve hısım akrabalık kurulmuş bulunur. "

    [burada bir not düşmek istiyorum; dikkat ediniz rica ediyorum; "işte bunlar, bizim elde etmek istediğimiz batı'lı kültürün kökünü ve temelini teşkil ederler." bakın böyle diyor hb. satır aralarını çok iyi değerlendirmelisiniz!]

    "bugün avrupa kültüründe yüksek mevki tutan bir zat ile beraber, ege anadolu'sunun şehir ve mabetlerinin harabelerini gezerken, o zat, o berrak arşipel göğünün ve güneşinin altında, birdenbire durakladı ve bana: «çok tuhaftır! fakat ben, yunanistan'daki harabeleri dolaşırken, oralarını hiç yadırgamıyordum; oraları, eskideri beri tanıdığım kendi evimmiş gibi bir duygu içinde geziyordum. oysa burası, bana o duyguyu vermiyor!» dedi. bu şoven duygusunun, çocukluğundan beri kendisine yapılan telkinin bir neticesi olduğunu, eğer coğrafya bakımından yunanistananadolu, anadolu'yu da yunanistan saymış olsaydı, o zaman burasını benim seyip, orasını yadırgamış olacağını, kendisine söyledim."
    ..

    "ingiltere'de onuncu yüzyıldan onyedinci yüzyıla kadar, ingiliz'lerin troyalılar ahfadından oldukları tartışılırdı. 1200 yılında geoffrey of monmouth, eneas'ın (bkz: aeneas) torunu brutus'un, troya ırkının kalıntılariyle ingiltere'ye geldiğini ve troynovant yani yeni troya'yı kurduğunu (bu şehir, yazarın iddiasına göre, bugünkü londra şehridir) ve troya'lılardan önce ingiltere adasında ancak devler yaşamış olduğunu, ciddiyetle yazar. bu efsane, onsekizinci yüzyılın başına kadar, birçok aklı başında ve başı yerinde âlimler tarafından —meselâ stow tarafından 1605'de, speed tarafından da 1629'da— münakaşa ve kabul ediliyordu. hollingshead gibi bir adam bile, bu kanaatte idi. ilk ingiliz şairlerinden spencer ile dryton, bu efsaneyi şiir olarak anlattılar."

    "onsekizinci yüzyıla kadar, bütün avrupa'da kabul edilen bu gibi efsaneler, daha sonra, mahiyeti değiştirilerek ilmîleştirildi. bu arada, tarihçilere yakışmıyan bir taraf tutma ile, bütün hellenik noksanlar, aksaklıklar ve hoyratlıklar hasır altı edildi. pek güzel bir misâl değil, fakat yunan heykellerinin yanakları kırmızı, gözbebeklerî kara ve mabetlerle sütunların kahverengi, lâcivert ve başka renklerle boyandıkları bilindiği halde, «ak mermerden yapılma aphrodite, hermes heykellerinde», «joconde» un gülümsemesinden bin kere daha manalı ve kur'anın her ayetinde ham sofularca farz edilen yedi bin yedi yüz yetmiş yedi hikmetten daha hikmetli neler de neler bulunmadı! hele o mavi gökleri musiki notaları gibi, ding! dang! dong! diye dilim dilim eden kar beyaz hellenik sütunlarından, heyecan saraları ile sarsılarak bahsedildi. bir taraftan hellenik ne varsa böylece pöh pöhlenirken, öte taraftan da hellen'lere muarız sayılanlara istihfafla asyatik denildi. ve bu asyatik denilenlerin, hellenierden daha hâs «hint - avrupai» oldukları meydana çıkınca da, bu sefer yeni bir sıfat icat edilerek, muarızlara asyanik denildi."

    "ondokuzuncu ve yirminci yüzyılda avrupa'nın — ilmi araştırmalar yapan— tarihçileri, grek'lerin —ve bilhassa grek saydıkları akha'ların— kuzey avrupa'dan gelme, mavi gözlü ve sarı saçlı avrupa'lılar olduklarını, home-ros'un menelaos'tan ksantos —yani sarı— diye bahsettiğine, zeus'un en büyük ve en eski mabedinin kuzey yunanistan'da epiros'ta dodona'da bulunduğuna, grek'lerde bazan kuzey kabilelerinde pek ilkel şekilde rastge-linen ekklesia ve bule gibi kurultayların varlığına dayanarak, iddia ederler. euripides, danae eserinde, yunanistan'da esmerler pek çok, sarılar pek seyrek oldukları için, sarıların pek gözde olduklarını, bundan dolayı bazan kadınların, hattâ bazan da züppe erkeklerin «komes ksantizmata» kullanarak saçlarını sarıya ve kırmızıya boyadıklarını anlatır. zeus'a gelince, onun yapısında — çünkü birçok tanrıların birleşmesinden peydahlanmıştı— bir kuzeyli tanrı da mevcut olabilir. fakat homeros, zeus'un gözlerinin kara olduğunu kaydeder. sonra da, olympos tepesinde, kendisine yalvaran thetis'e «evet» makamında başını salladığını ve koskoca dağı temellerine kadar sarstığı zaman, sallanan ambrosia'lı saç büklümlerinin de kara olduğunu söyler. troya savaşında zeus, kuzey avrupa'lı tarihçiler tarafından kuzeyli diye tarif edilen akha'ların değil, fakat troya'lıların tarafını tutar."

    "ekklesia ve bule meclislerine gelince, bunların da ilkel şekillerinin, güney afrika'nın kapkara zencilerinde de, amerika'nın kırmızı derililerinde de, çin ile başka yerlerde de bulunmakta olduğu meydana çıkmıştır. binaenaleyh, amerika'lı zencilerin de aslen sarı saçlı, mavi gözlü kuzeylilerden gelme oldukları iddia edilebilir. son zamanlarda bir alman tarihçisi, bin küsur sayfa yazarak, grek'lerin teuton olduklarını isbat etti. chipier adında bir fransız tarihçisi de, efes artemis'inin papazlarına, byzos, baş papazına da megabyzos denilmesinden tutturarak, bu tanrıçanın, gal aslından, halis muhlis bir lâtin olduğunu ileri sürer. bu gidişle zavallı öksüz anadolu'ya, ilâç için olsun, bir tanrı bile kalmıyacaktır."

    "avrupa'lıların isa'dan iki bin yıl önce bir medeniyet veya kültür yaratmış olmaları imkânsızdı. çünkü onlar, ancak rönesans devrinde uyanabildiler; ve bu uyanışları da kuzeyden değil, güneyden geldi. oraya da doğudan geçmişti. akhileus'un hamburg'dan, artemis'in de paris'ten geldiğini iddia etmek, apollon'un alpoğlan'dan, artemis'in de erdoğmuş'tan gelme olduklarını ileri süren bâzı aşırı türkçüleri bile yaya bırakır. birleşmiş milletler, insanoğlunun tarafsız bir tarihini yazdıracakmış —pek güç ya— bu işi başarabilirse, ne mutlu ona!"

    [efendim; iyi okudunuz mu? ben tekrarlayayım sizlere: " akhileus'un hamburg'dan, artemis'in de paris'ten geldiğini iddia etmek, apollon'un alpoğlan'dan, artemis'in de erdoğmuş'tan gelme olduklarını ileri süren bâzı aşırı türkçüleri bile yaya bırakır." diyor halikarnas balıkçısı. çok net, bu sözleri sarfedebilen balıkçı, nasıl olur da aşırı milliyetçilik dozuyla eserler yazmış olabilir!! nasıl olur da kimse okumadan onu ve arkadaşlarını tam tersi bir yönde onları eleştirebilir!! okuyun, sadece okuyun, "okumuyorlar efendim" diye kendimi parçalıyorken, birisi mesaj atıvermişti, "neyi okuyalım?" diye, eh konuyla alakalı araştırma yapıldığında, kim ne demiş, nasıl demiş, hangi maksatla demiş, biraz araştırın, beyazıt merkez kütüphanesi boşuna dikilmemiş oraya.]

    "sarı saçlılık veya kara gözlülük münakaşası —bazı toparlak gözlü miyop ve gözlüklü, burun uçları kalkık ve yaşları geçkin anglosakson missislerinin sırtlarına uzun yenli ionya peplosları giyerek, zarif ionya dansları ediyoruz diye ortada sıçramaları kadar— gülünçtür. "

    [bu hususta belirtmekte fayda görüyorum; bu tartışmayı gülünç buluyor hb. yani onlar sarı saçlı değil, kara saçlı olmalı bizimkiler gibi demiyor, bu tartışmayı başlı başına gülünç, manasız buluyor.]

    " çünkü homeros devrinden çok önce — hele anadolu'da — ırklar, bulamaç halinde karışmıştı. grek'lerde akha'ların menşeleri hakkında biricik hâtıra, pelops efsanesidir (bk. anadolu efsaneleri'nde tantalos, pelops ve niobe efsaneleri). bundan başka batı anadolu'da, bütün adalar denizi adalarında, yunanistan'da yer, deniz, burun, dağ ve nehir adları aynı kökten olduklarına göre, yunanistan ve adalar denizinde oturmuş olan insanların, anadolu'da oturmuş olan insanlardan oldukları anlaşılıyor."

    [şimdi okuyacaklarınız ise, asıl 'ezber bozma çabasında olan'ın kim olduğunu gözler önüne serecek!]

    "biz bir yandan batı kültürünü benimsemiye kalkışırız. batı ise klâsik kültürünü benimser ve kendisini o a-sıldan bilir. fakat biz, vaktiyle anadolu'da yaşamış olan ecdadımızın yarattığı o kültürü yadırgar ve yabancısarız. dudaktan olarak batılılaşmaktan söz ederiz. ne var ki, anadolu'daki eski kültürün sözü geçtikçe. «adam sen de! yunan kültürü!» dîye omuz sîlker ve konuyu baştan savarız. buna sebep, batının kendisini sütbesüt klâsik aslından, bizi ise barbar aslından asyatik sayması, bizim de batının bu kanaatına içten içe katılmarnızdır. evet, bu noktayı ağzımızla ikrar etmiyor, fakat kalbimizle tasdik ediyoruz. zaten, böyle olmasa, batıyı taklit etmemize lüzum kalmazdı. bu duyguya bir tepki ve bu hale bir protesto olarak, her şeyin türk olduğunu isbata, teselli kabilinden de, kazanmış olduğumuz eski muzafferiyetlerle övünmiye kalkışıyoruz. hindistan'da bir ingiliz, eski pantolonunu ve yeni pantolonu için kumaşı, tutup bir hint'li terziye götürerek, ona eski pantolonunun aynısını yapmasam tembih etmiş. terzi, yeni pantolonu dikince, eskisiyle beraber ingiliz'e götürmüş. ingiliz, iki pantolonu birbirinden ayırdedememiş. çünkü birindeki leke ve yırtıklar, ötekinde de aynen ve aynı yerde varmış. îşte taklit böyle olmamalı! biz batıdan elektrik lambasını, buzdolabını, şehir planını alınca, artık batılı ve modern olduk sanıyoruz. halbuki batılı zihniyet, o ampulden daha iyisini ve daha ilerisini yapmıya savaşan zihniyettir. bu ilerleyiş dolayısiyle batıdan harfiyen aldıklarımızda pek geç kalıyoruz. mesela, şimendifer yapmiya kalkıştık; biz onu yapıncaya kadar, şimendiferin modası geçmiş bulundu; ve batı şose, kamyon ve otobüsü icat etti; yani biz bir pantolonu taklit ederken, batılı yeni bir pantolon yaptı. yıllarca sonra ikmal edilecek şehir planları da, bittabi aynı akıbete uğrayacak. daha iyisini ve ilerisini yapma isteğinin, yani yaratıcı atılışın kökünde tecessüs ve merak duygusu vardır. bu duygu, hiçbir pratik neticeyi gaye edinmez. yalnız öğrenmek ister ve araştırır. pratik netice keşiften çok sonra gelir. taklit etmemiz lâzım gelen bir şey varsa, o da, bu araştırma gücüdür, ve bu araştırma gücüdür ki — bittabi her sahada—bilhassa bu bizim anadolu'muzun eski kültürünün gerçeğini meydana çıkarma işini başararak, ilerleyişi köstekleyen birçok kompleksleri ortadan kaldırır. biz bu diyarın gerçek vârisleriyiz, dedik. fakat, bu mirasımızı, şimdiye kadar dört bucağa pek mirasyedicesine saçtık. osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi hârikasının, yedisi de osmanlı toprakları içinde idi. o mirasın, elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, batının çeşitli müzelerindedir. o «ne olacak? gâvur putu! yabancı şeyler.» dedik. o eski mimarlık ve heykeltraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür serveti vardır. onu da, bizim başımıza kondurmadan «adam sen de! vazgeç! asklepios, aftospiyos, kıtıpiyoz yunan kültürü» diye, batılıların başlarına savurmuş bulunuyoruz. şimdi biz, şapka diye, onların külahlarını taklide çalışıyoruz."

    "eski muzafferiyetlerle —yâni arkaya bakarak— iftihara gelince, bir milletin tarihindeki muzafferiyetlerle iftihar etmesi kadar tabiî bir şey olamaz (kazanılmış yüzlerce zafer dolayısiyle başka milletlere kıyasla, daha bol iftihar vesilesi elimizde de var). yalnız bütün bakışlar ve bilhassa gayretler, tamamiyle arkaya dönmüş olmasın! bu vaziyet, bu takdirde pek gayri tabiî olur."

    "dante'nin îlâhî komedi'sinin cehennem'inde, istikbali görmek iddiasında olan kâhinlerin cezalandırıldıkları bir yer vardır. bunların yüzleri, boyunları burkularak, tam arkalarına bakar ve, kıçın kıçın geriye doğru yürürlerken de, ilerlediklerini sanırlar. dante onlar hakkında:

    'forse per i'orza gia di parlasia
    si travolse cosi alcun del tutto;
    ma io nol vidi, ne credo che sia.'

    der, yani: «belki felç dolayısiyle yeryüzünde insanların biri bu mertebe tersine burkulmuştur. fakat, doğrusunu söylemek gerekirse, ben (dünyada) böylesine hiç rastgelmedim ve ne de (dünyada) böylesinin var olduğunu sanıyorum.» der.

    gerçekten de böyle bir durum anormal olur, iftihar edilen o zaferler, geçmişin bir anında veya gününde elde edilmişlerdir. bu an ve gün ile o an ve günün bir farkı yoktur. bu anda ve bu günde, o anda ve o günde kazanılan zaferler gibi —başka çeşitten de olsa— bir zafer kazanılabilir. yepyeni günü, geçmiş günün bir olayına ta mamiyle kurban etmekle, güzelim yepyeni güne yazık edilmiş olur!
    "
    "günlük edebiyatta, sürüm sağlamak amaciyle geçmiş tarihî olayların kahramanlarına— gerçekte hiç de böyle olmadıkları halde— bir kabadayılık, hattâ bir hoyratlık ve hunharlık atfedilir. meselâ, üstün stratejisi ve zekâsiyle ün salmış birisi de olsa, ondan: «koç boynuzu bıyıklarını burup burup— ha hayt! kuman evlâtlarım! — diye bir nâra saldı ve koca palasını sıyırdı» şeklinde bahsedilir. bu makule külhanbeyimsi hareketlerle —manialar olmasaydı— müsamahası dolayısiyle isviçre gibi bir siyasi teşekkülü yaratmıya namzet olan bir osmanlı devleti değil, fakat alelade bir çadır bile kurulamaz. bazı basının sırf paraca kazanç kaygusuyla yaptığı bu iş, biraz da fransız'ların kaz karaciğerlerinden bol bol «foie gras» (kaz karaciğeri ezmesi) elde etmek için, kazları hasta ederek, karaciğerlerinin büyümesine sebep olmalarına ve bu münasebetle gövdeye atacak karaciğer ezmesi tedarik etmelerine benzer."

    "ormanda şaşırıp yollarını kaybedenler, kurtulacağız diye yürürlerken, artık, fasit bir daire üzerinde, tekrar tekrar dönüp dolaşırlar. bu fasit daireden kurtulmak için, nereden yürünmiye başlanmışsa, gene oraya varıp, oradan yeni bir istikamet almak gerekir (güzel sanatlarda dekadans başgösterdiği zaman, primitiflere dönüş, böyle bir harekettir.) buradaki konuda —sırf türk diye bilinen tarih ve kültürü ihmal etmemekle beraber — batı kültürünün ilk ve daha önceki çağ anadolu'suna dönmek, yukarıda anlatmıya çalıştığımız birçok iyi neticeleri verir, bir yandan da, osmanlı devletinin kurulmasında ilk çağ anadolu'sunun ne büyük tesirleri olduğu anlaşılır. bu arada ahilerin, bektaşilerin, mevlevîlerin, zeybeklerin, tahtacıların ve kızılbaşların da muammaları çözülmüş bulunur."

    "klâsik medeniyetin menşei araştırılınca, klâsik kültürün sarih olarak ilk belirdiği —yani kendilerine sonraları hellenik diyen toplumun, kendilerini barbar dedikleri yabancılardan ayırdıkları ve olympos'lu tanrıları teşkil ettikleri- yerin, anadolu'da ionya olduğu anlaşılır. bu iş, zaman bakımından, isa'dan önce dokuzuncu ve belki de onuncu yüzyıllarda oldu. çünkü homeros ve ondan önce gelip de meçhul kalanlar, o sıralarda yaşadılar. homeros «îlyada» ve «odysseia» yi ion lehçesinde, dokuzuncu yüzyılda yazdı. ion kelimesi grekçe değil, anadolu'lu bir dile mensuptur. başlangıçta ionya'lılar (yâni yunanlılar) bu kelimeyi iavan diye yazıyorlar ve böylece telâffuz ediyorlardı. bu anadolu'lu insanlar, kendilerini iavan oğulları sayıyorlardı. sonraları, bu kelimenin «v» si kaldırıldı, kelime iaon ve daha sonra da îon şekline girdi (tevrat'ta ve yahut încil'in pentateuch'nde, ki isa'dan önce onbeşinci yüzyılda yazılmıştı. javan iafes'in oğlu olarak anılır. oradaki bu sözün, îon'larla ilişiği olmasa gerek), ion'ların anadolu'lu yerli halka nasıl karışmış bulundukları, herodotos'un ve thukydides'in eserlerinde okunabilir. ne var ki, dor'ların istilâsından kaçtıkları rivayet edilen bu halk, homeros 'un akha'ları ve danao'ları oldukları söylenir. bunlar ise, daha önce bahsettiğimiz gibi, vaktiyle anadolu'dan yunanistan 'a göç etmiş olan halklardı." (a.g.e., sf: 8-16)

    [bu konuya anadolu tanrıları başlığında devam edeceğim.]

    sonuç itibariyle halikarnas balıkçısı 'nı aşırı milliyetçi dozuyla süslü gören bay murat belge 'nin aslında bu satırlardan bihaber olduğu, tarihteki zaferlerle övünmekle uygarlığımıza katkımızın olamayacağınıbelirten hb 'nin humanizma anlayışını kavrayamadığı açıktır. peki ya onu savunanlar? onlar zaten hiç okumadılar, bu konuda da hiçbir fikirleri zaten yok..
907 entry daha
hesabın var mı? giriş yap