9565 entry daha
  • açıkça ve içtenlikle belirtiyorum: sağlıklı bir insanın türkiye’yle alakalı tüm beklentisini kaybetmesi en fazla iki, bilemediniz üç saatini alır. 2-3 saatten sonra belli bir uygarlık düzeyinde bilinci olan, gerçekçi, hassas ve hukuktan haberdar insanın türkiye’yle alakalı içinde olumlu bir his olmasının yolu yok. hele türkiye’de yaşayan yabancı bir kişi... onun söz söylemeye -bazılarının aklına göre- hakkı dahi yok.

    bayağıdır evden çıkmıyorum ama bu, içinde bulunduğumuz süreçle fazla alakalı değil: evden çalışıyorum ve haftanın 1-2 günü, 1-2 saat dışında evden çıkmam gerekmiyor. ben de çıkmıyorum. istanbulluyum. istanbul’da yaşarken bienale, müzeye, sergiye, sinemaya, tiyatroya gittiğim, dolaştığım; mahalleliyle, sokak çocuklarıyla kapı önlerinde konuştuğum; sokağın kedisini, köpeğini tanıdığım; dinlediğim, okuduğum, yazdığım; aklımda hiçbir şey yoksa arkadaşlarla 1-2 bira alıp, sokağa çıkıp yeni insanlarla tanıştığımız keyifli bir yaşamım vardı. bahsettiğim 5-10 yıl öncesi, fazla değil.

    şu an yaşanan ne varsa 5-10 yıl önce de vardı ama hiçbir şey böyle alenen yaşanmazdı, insanlar belki yine kötüydü ama kötülüğü böyle rahatça sağa sola yansıtmazdı: insanların genelinde tepki gösterme bilinci vardı, insanlar önemserdi tepki mefhumunu; bir şey yapacaksa bir kez daha düşünürdü, genelde yapmazdı. sokağa çöp atsa “n’apıyorsunuz?” diyen, bir kişi kendisine veya başkasına rahatsız edici şekilde baksa “neden bakıyorsunuz?” diyen; kediye, köpeğe zarar vermeye çalışan olursa “hayvanlara zarar vermeyin!” diyen insanlar vardı. hatırlıyorum: henüz 17 yaşımda bile değilken beni okulun girişine kadar takip etmeye çalışan kişiye simitçi tepki göstermişti, ona yanına kadar gidip “ne isteyeceksin?” demişti. adam da önce tanışıyormuşuz gibi yapmış, ardından yüzümdeki dehşeti anlayıp gitmişti. şu an yaşıyorsa simitçi aynı simitçidir, biliyorum ama orada o tepkiyi gösterse karşıdaki kişi ne gösterir; bıçak mı, faça mı, bilmiyorum. sokaktaki kişi başını çevirip bakar mı, bilmiyorum.

    böyle böyle ben kendi yaşamımı aldım, erteledim bir köşeye. tepki göstermeyen bir kişi olmadım, hâlâ değilim fakat türkiye’de insanların şu tavırsızlığının tekrar, tekrar tekrar, tekrar tekrar farkında olmanın ağırlığı bendeki yaşamaya meyilli hâlden hiçbir şey bırakmadı. heveslendiğim her an aklımdaki “ya öyle olursa, ya şöyle olursa?” fikri bende insanlara, insanlığa heves de bırakmadı.

    bahsedeceklerim, çoğunun her an yaşadığı konular, biliyorum ama bayağıdır evden çıkmayan, yaşamın insanın yüzüne her an bir tokat gibi çarpan yüzünü bayağıdır hatırlamayan bir kişi olarak bu akşam tekrar hatırladım ki türkiye’de sağlıklı insan, karşılaştığınızda yüzünden anlayacağınız kadar az. insanların geneline artık ne yazık ki olağan gelen konular olağan değil. bu bataklıktan kendimi soyutlayacak fırsatım olduğu için ben kendimi hiçbir an böylesine rahat hissetmemiştim, içimde hep eksiklik hissetmiştim. bu akşam anladım ki ben insanların genelinin şu anki hâliyle her an karşılaşsaydım açıkça gider, ruh ve sinir hastalıklarına “beni alın.” derdim. artık ne yazık ki haberdarım. alenen bilinçsizlik, hukuksuzluk, saygısızlık, şiddet, tedirginlik vb. bilumum mefhumu haiz bir filmde yaşıyoruz ama hiçbirimiz yaşadığımız hiçbir şeyin insan olarak, hâlâ insan olarak hiçbir şekilde karşısında dikilemiyoruz.

    19.00 gibi çıktık, deniz kenarına gittik oturup konuşmaya, denizi seyretmeye. ben bayağıdır yoğun çalışıyorum, salt yoğunluk ve yorgunluktan vareste bir akşam istiyordum. sakin bir köşeye oturduk. ilk dakikada denizin içinde bira yüzüyor. denizin içinde balık değil, bira yüzüyor. balık tutanlar veya artık her kimse denize bira atıyor, sonra “denizde neden balık yok?” diyor.

    her neyse arkadaşım balık tutmaya çalışıyor, ben de oturmuşum, sakince kitap okumaya çalışıyorum. çalışıyorum zira hemen yanda, insanların içinde (öyle “şarkı dinlerken insanları rahatsız etmeyeyim, kendi duyabileceğim şekilde dinleyeyim.” diyemeyecek kişiler.) aniden hoparlörle şarkı dinlemeye başladılar. ama öyle bir gürültüye o an herhangi bir insanın “lütfen kısabilir misiniz?” demesi değil, direkt polis çağırması gerekir. öyle böyle değil. bir insan, bir insan bile çıkıp “merhaba, burada insanlar oturuyor. insanları rahatsız ediyorsunuz. biraz kısabilir misiniz?” demedi. bu 5-10 yıl önce olsa en azından 1-2 kişi de olsa uyarırdı. ama uyarmadı. biliyorum, hafif bir konu olduğu fikrinde çoğu kişi ama değil: isteyen annesine, babasına sorabilir komşu böyle bir kanunsuzluk, saygısızlık yaptığında tepkilerinin n’olduğunu. bu, açıkça ayıptı, saygısızlıktı. arabanın içinde benzer şekilde şarkı dinlemeyi de geçtim, insanların oturduğu yerde bu şekilde hareket etmek düpedüz saygısızlıktı. ben çocukken gittiğimiz ormanda benzerini yapan 4-5 insanı uyarmaya benim annemle dedem gitmişti, “bu nedir? bunu lütfen kısalım.” demişlerdi. ayıptı yahu. şarkı dinlemek değil, dinlediğini dinletmek ayıptı.

    neyse, ben 10-12 metre öteye gittim. orada, o gürültünün içinde 1-2 sayfa bile kitap okumanın yolu yok. arkadaşım da uyarmaya yanaşmadı. ben de belki birazdan kısarlar diye öteye gittim. ne mümkün: orada da aynı gürültü, aynı kişilerin gürültüsü. geri geldim, “ben birazdan kalkıyorum, aklım almıyor, başım kaldırmıyor.” dedim. o da “bekle, birazdan birlikte gideriz.” deyince, kendileri de kendi gürültülerinden rahatsız olmuş olacak ki şarkı da biraz kısılınca, biraz daha kalmamda bir beis görmeden bekledim. önde bir sokak köpeği oturuyor. çağırdım, koşa koşa geldi, hemen başını sevdirdi, yattı öylece. 5-10 dakika sonra önceki yerine geri gitti, yatıyor. iki çocuk yerde yatıp birbirine kum atıyor. ama corona var, ama insanlar yaşamlarını kaybediyor... derken çocuklardan biri yerden birkaç taş topladı, hiçbir insana hiçbir zararı olmayan köpeğin üstüne attı. ya arkadaş, hiçbir insan “n’apıyorsunuz?” demiyor. “n’apıyorsunuz?” dedim, bakıp, tedirgin olup gittiler. köpek de kenarda bir şeyler yakan bir adamın (kenarda bir şeyler yakan, bir şeyler yakan, yolda.) yanına gitti. bu kez adam köpeği süpürgeyle kovalamaya başladı. yahu bu hayvan vebalı mıdır, bu hayvan sizin şeytanınız mıdır? bu, ne nefret? bir insan bile adamın yanına gidip “beyefendi, n’apıyorsunuz? hayvanın size ne zararı var?” demedi. hayvan ta arabaların yoğun olduğu sokağa gitti. orada bir şey olsa çocuk mu suçlu, çocuğun ebeveyni mi suçlu, adam mı suçlu? siz hayvanlara zarar veriyorsunuz, verdiğiniz zararın utancı yüzünüzü kızartmıyor, çocuğunuzu da böyle yetiştiriyorsunuz. çocuğunuz çocukken böyle taş atıyor, büyüdüğünde aynı diğer adam gibi köpeği süpürgeyle kovalıyor. siz de içinizden “ben ne yetiştirdim böyle?” demiyorsunuz, aynını çocuğunuza, çocuğunuzun çocuğuna öğretiyorsunuz.

    benim çocukluğum bir köpeğin karnında yatarak geçti, bir sokak köpeğinin... sokak sakininin köpeğe saygısı vardı, korna çalmaz, köpek kalkmasın diye köpeğin yanından geçerdi. şu anda insanlar köpeği yolun kenarından kovalıyorlar. köpek havlıyor, orada kalmak istiyor, bu kez sokak köpeklerini şeytan ilan ediyorlar. kâfi gelmiyor, onlara şiddet gösteriyorlar. bir insan da kalkıp “siz n’apıyorsunuz?” demiyor. bunları benimsemiş insanlar var, bunları yıllarca seyreden insanlar var. aynı insanlar köpeği sokaktan kovuyorlar. bir kişi arkadaş, bir kişi, bir kişi yahu adamın yanına gidip “sokak köpeğini süpürgeyle kovaladığınızı gördüm. size tam olarak n’aptığını açıklar mısınız? ben size herhangi bir şey yaptığını görmedim.” demiyor.

    gitmeden önce yandaki balıkçılardan biri balık tuttu, bayağı büyük bir balık. arada onlarla konuşmuştuk. kendilerine “ne balığı?” diye sorduk, “ayakkabı.” dediler. anlamadık. adam resmen ayakkabı teki tutmuş. denizden ayakkabı teki tutmuş. ya türkiye’nin üç yanı deniz, üç yanında deniz böyle, on yanı deniz olsa on yanı böyle olur. biralar yüzüyor, ayakkabılar dolaşıyor. denizde bir balık yok, bir balık yok! herkes öylece toplanıyor, geri gidiyor. balık gelmiyor değil, denizde balık yüzmüyor. deniz öyle deniz ki içinde balık yüzmüyor. seyretmek istesen, ekmek atmak istesen dolaşacak, ekmeği alacak balık yok. “rast gele!” diyorlar ama rast gelmiyor. gelmez ki.

    artık böylesine saygısızlık kâfi, içtenlikle, böylesine saygısızlık kâfi. balığın denizde, köpeğin çevrede yeri yok. kalkalım, dedik. ilerlerken yolda çekirdekleri, çöpleri yere atanlar; çocuğunun kolunu koparırcasına, sağa sola çarpa çarpa, bağıra çağıra yol alanlar; sokağa balgam atanlar, izmarit atanlar...

    eve vardım, öfkemi hâlâ içimde hissediyorum. açıklamaya çalışıyorum:

    uygarlıktan anlamayanlar, medeniyetsizler, sözüm size,
    bakın, medeniyetsizliğin medeniyetsize de faydası yoktur. medeniyetsizlik, hak edilmiş ağır bir ah gibidir. beddua gibi beddua edene geri gelmez, nereye gidecekse bekler, ağır hâl alır, ilerler ve ah edilene gelir. bir şekilde, öyle veya böyle gelir. siz yaşamasanız ileride çocuğunuza gelir, çocuğunuz yaşamasa onun çocuğuna gelir. rahatsız ettiğiniz her hayvan, her insan, sokağa attığınız her meta n’olduğu önemli olmaksızın bir şekilde sizi tanır ama bizi de tanır ve insanlık olarak bize topyekûn geri gelir. sizin yanınızda diğer insanlara da gelir. kestiğiniz her ağaçla, döktüğünüz her asfaltla sizin de soluğunuzdan alır. denize attığınız her çöple size balıksızlık olarak geri gelir. denize yol yaparsınız, deniz yolu yutar, parçalar, size böyle geri gelir. kediyi öldürürsünüz, fare, sıçan olarak gelir; tavuğu öldürürsünüz, kene olarak gelir; kurdu öldürürsünüz, yaban domuzu olarak gelir; çöpü sokağa dökersiniz, sinek ve bulaşıcı hastalık olarak size gelir, çöpçünün ahı olarak geri gelir. evine beş dakika önce gidebilecek insanın beş dakikasını alırsınız, size bir ömür olarak gelir. illa her konuda dava, hak, hukuk, yaptırım beklemeyin; aldığınız ah, sizde var olmayan sağduyuyu sizde yaratır, onun ağırlığı olarak gelir.

    bir hayvanın sokaktaki insandan kaçışındaki tedirginliğini hissettiğinizde anlarsınız neye neden olduğunuzu. bir ekmek vereyim, dersiniz ama hayvan size gelmez. o zaman o ah size vicdan olarak gelir. belki bu dünyada değil tam olarak ama ölüm döşeğinde, yanınızda olmasını istedikleriniz varken gelir. sizin aklınız illa o düşük ahlakınıza mütevazi mi olacak? dininiz size bunu belirtmiyor. bir çevreye bakın. kötü gördüğünüz her şey (görüyor musunuz ki?) bakın, geri geliyor. topyekûn geri geliyor.

    türkiye’nin ebesini bellediniz. denizinin, karasının ebesini bellediniz. en türk sizsiniz ama türkiye’ye en fazla zararı siz verdiniz. “allah’ın evi” dediniz çevreye, ağaca, ormana; çevreye, ağaca, ormana en fazla zararı siz verdiniz. balığı balık, dediniz, balığa zararı siz verdiniz; denizi deniz, dediniz, denize en fazla zararı siz verdiniz; ormanı orman, dediniz, ağaca, ormana en büyük zararı siz verdiniz. sokağında yürünmüyor, caddesinde çocuk tacize uğruyor; atı, eşeği, köpeği tecavüze uğruyor. bu zararı siz verdiniz. yabancı kişiler vermedi, siz verdiniz. hayvanların yüzüne bakacak yüzünüz yok, hayvana en büyük zararı siz verdiniz. kadını kadındır, dediniz, kadına en büyük zararı siz verdiniz. dağını, gölünü, havasını mahvettiniz, onlara da aynı milletten olduklarınıza da (sizin aklınızda önemli değil ama türkiye’de farklı milletten olduklarınıza da.) en büyük zararı yine ama yine siz verdiniz.

    sakin bir kişiye bile bunları dedirttiniz. ben türklükten, türk olmaktan utanmam ama bir türk evladı olarak sizden, sizin türk olmanızdan utanırım. siz türkiye’yi bu hâle getirmeniz nedeniyle utanın.
5340 entry daha
hesabın var mı? giriş yap