537 entry daha
  • ah babacığım, kıbrısın gündem olduğu günden bugüne 4-5 haftadır belki daha da fazladır, televizyonun başında kalkmıyor. benden bile dinç ve kuvvetli olan adam çürüyecek koltukta. anılarını yayınlayım internette belki ünlü olursun dedim, nerede diye sordu sözlüğü gösterdim. iyi, iyi dedi. bende hem bu vesile ile ince keten kağıtlara yazılı ve bozulmaya yüz tutmuş yazıları online ortama geçirmeye özen gösteriyorum. hemde sözlüğe bir faydamız olsun. bu vesile ile babamın yazılarından bayağı bir gelecek, kendi anılarımızı yazmaya bidolu vaktimiz var ileride, önce sırasıyla gidelim bakalım. saygılar.

    - babamın kendi yazısıyla...

    "32 yıl önce tam da bu günlere rastgelen savaş anılarımı yazıp, yazıp notlar almıştım.

    ilginç anılar;

    peşpeşe iki akaryakıt tankeri mevziye girip durdu.
    bir astsubay indi, gelip selâm verdi.
    -benzin ve mazot getirdim komutanım.
    -dün ikmal ettik, alacak yerimiz yok.
    -bir baktırsanız, belki vardır.
    -yok, biliyorum...depolar gıdığına kadar dolu.
    -çantabidonlar?
    -onlar da...
    selâm verdi, tankerleri alıp diğer birliklere doğru gitti.
    akaryakıt dolu iki tankerle ateş hattında dolaşmak çok büyük bir risk idi tabii.
    girne güneyinde dikomo bölgesinde toplarımızı mevziye sokmuş, magosa istikametine yapılacak ikinci taarruza hazırlanıyorduk.
    sözde ateşkes yürürlükteydi ama özellikle geceleri kazara bir silâh patlasa, iki taraftan da cayırtı kopuyor, dinmek bilmiyordu.
    bu ateşkes hem iyi hem hem kötüydü.
    iyiydi, çünki ikinci harekât için toparlanma ve hazırlık fırsatıydı.
    kötüydü, çünki iki tümen, iki tugay dar bir alanda sıkışık durumdaydık.

    bir seyyar bakım onarım ekibi geldi.
    -arızalı araç ve silâh varsa onarmaya geldik.
    -tayyaaar!..
    -emret komutanım...
    -ekip geldi, silâh arızamız yok, biliyorum ama araçları bir dolaş da sor.
    -sabah dolaştım, hepsi faal, bi tek sizin jipin dikiz aynası kırık.
    -nidecez dikiz aynasını oğlum, geri bakmak yok...ileri...daima ileri...
    -emredersin komutanım, unuttum bi de sellektör arızası var.
    -düşmana sellektör mü yapacaz tayyar, yürü git işine, bu ufak tefek şeyler için ekibin değerli vaktini almayalım.
    üç reo toz duman içinde mevziye girdi.
    bir astsubay öndeki reo'dan atladı selâm verdi.
    -mühimmat getirdim, ağır silâh, hafif silâh, roket, el bombası, hepsi var...
    -hafif silâh mermimiz yeterli ama top, uçaksavar mermisi ile roket alabiliriz.
    -tamam da şeyy...ben ulaştırma'cıyım hangi sandıkta hangi mermi var bilmiyorum, siz bir baksanız.
    -anladım tamam bakayım.
    baktım, sandıklar sarsıntıdan birbirine girmiş, ihtiyacımız olanları bulup indirmek epey zamanımızı aldı.

    bir üsteğmen geldi, harici üniformalı, gravatlı gömlekli iskarpinli.
    peşinde de beş tane yine harici üniformalı ceketli gravatlı iskarpinli asteğmen.
    -topçu okulu'ndan yeni mezun yedeksubayları getirdim, tabur karargâhına götürecektim ama bulamadım, sizin topları görünce...
    -hoş geldin üsteğmenim ama bu ne hal yahu, harp meydanına gravatlı iskarpinli gelinir mi, hele hele çelik başlıksız?
    -ben zaten teslim edip hemen dönecem de...
    -otur otur, bi soluklan, çay iç gidersin, siz de oturun arkadaşlar.
    yedeksubaylar endişe içinde sağa sola bakarak, kıyafetlerinin bu ortama uygun olmayışından tedirgin de olarak çaylarını içtiler, onları o gece mevzide misafir ettim, ertesi sabah bir araçla tabura yolladım.
    haa, gece nasıl mı yattılar?
    aynen bizim gibi...
    bir battaniyenin yarısını altlarına yarısını üstlerine çekerek toprakta...
    her gece olduğu gibi karambolden cayırtı kopunca da çok sıkıntılı saatler yaşadılar.

    yine bir reo geldi.
    bir levazım astsubay indi selâm verdi.
    -sigara getirdim komutanım.
    -sigara mı, ne sigarası?
    -fahri korutürk sigarası...
    -haydaa...o da neymiş?
    -cumhurbaşkanımız, erler dahil tüm personele birer paket verilmek üzere kendi özel sigaralarından yolladı, mevcudunuz kaç?
    -yüzotuzyedi.
    -tamam, ondört karton bırakıyorum.
    bıraktı gitti, bir kartonu açtım baktım, uzunca bir kutu idi, üzerinde cumhurbaşkanlığı amblemi ve fiyakalı bir yazı ile s. fahri korutürk yazısı vardı.
    dağıttık, bazıları içti, benim gibi sigara içmeyenler de hatıra diye sakladı.

    top başında dürbün ayarları ile uğraşıyordum, doktor üsteğmen ahmet, sıhhiye ekibiyle geldi.
    -tifo, kolera ve tetanoz aşıları yapmam gerekiyor...
    -hepsini birden mi?
    -yok, bugün sadece tetanoz, öbürleri sonra.
    -iyi de herkes silâhının başında, toplayacak mıyız?
    -gerek yok, biz tek tek yanlarına gidip yaparız.
    asteğmen gelip selâmı çaktı.
    -komutanım mutemet geldi, maaşları verecekmiş.
    -vay bee...bugün 1 ağustos, devletimizin hassasiyetine bak, bir gün bile sektirmeden harp meydanında maaş veriyor.
    -buyur komutanım tam tamına seksenbeş sterlin.
    -sterlin mi, niye gâvur parası?
    -kıbrıs'ta maaşlar böyle ödeniyor.
    -tüü allah kahretsin, kıbrıs'ı yunan'a peşkeş çeken kalleş ingiliz'in parasını taşımam ben.
    -girne'ye ziraat bankası şube açacakmış, orada bozdurabilirsiniz isterseniz.
    -iyi tamam ver bakalım, şu rezil paraya bak, ingiliz kraliçesi nasıl da hain hain bakıyor...

    yanımızdaki dikomo kasabası (şimdiki adı dikmen) boşaltılmış idi ama yine de emniyetimiz açısından bir dolaşıp boş olduğundan emin olmak gerekirdi.
    evler bahçe içinde tek veya iki katlı binalar idi, yeni yapı olduğu belli olan birine girdim ama temkinliyim, elimde tomson makineli, belimde colt, başımda çelik başlığım var, ayrıca yalnız değilim.
    kaliteli eşyalarla zevkli döşenmiş bir evdi, salondaki sony tv.dikkatimi çekti, renkli miydi acaba?
    açtım, aaa çalışıyor...üstelik renkli.
    aklıma türkiye'de yeni aldığım renksiz beko tv. geldi, halâ taksidini ödüyordum, kendi kendime güldüm.
    yatak odasına girdim, lüks bir otelin süit odası gibi.
    aynalı tuvalet masası üstünde çerçeveli bir gelin damat fotoğrafı var, gayet mutlu ve geleceğe güvenle bakarak poz vermişler.
    gardrobu açtım, askıda bir gelinlik...
    yeni evli olmalılar, evdeki tüm eşyalar sıfır kilometrede çünki.
    acaba yakın bir zamanda türk askerininin postallarıyla yatak odalarına kadar girebileceği hiç akıllarına gelmiş miydi?
    rahatlık batmış bunlara diye düşünerek çıktım.
    -komutanım, komutanım!..
    -ne var?
    -bunları bulduk, ne yapacağız?
    evlerden birinde yaşlı bir rum çift bulmuşlar, yatalak vaziyette olduklarından bir battaniyenin arasına koyup getirmişler.
    baktım, 90 yaşlarında olmalıydılar, yerde battaniyenin üstünde birbirlerine sarılmış yatıyorlar, korku ile bize bakıyorlardı.
    çömeldim, konuşmak istedim ama sadece inliyorlardı ve dudakları kupkuruydu.
    kaldırıp oturttuk, matramı çıkarıp uzattım ama dehşet korku içindeydiler, almadılar.
    matrayı kendi ağzıma götürüp bir yudum içtim tekrar uzattım, bu kez kadın aldı, yarısını içti adama uzattı, adam da içti bitirdi.
    zehirleyeceğimizi düşünmüş olmalıydılar baştan...
    -"bunları evlerine götürün, tekrar yatırın, burada olduğumuz sürece bunların yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılayacağız."dedim.
    vicdansız evlâtlar, kaçarken bu yatalak ebeveynlerini kendi hallerine terketmişlerdi anlaşılan.
    bir türk bunu yapar mıydı acaba ?...

    not: arkadaki fotoğrafta, vurduğumuz bir rum zırhlı muharebe aracı içinde daha sonra inceleme yaparken görülüyorum.(sağdaki ben)"

    görsel

    bu anı 2006 yılının haziran ayında yazılmıştır.
164 entry daha
hesabın var mı? giriş yap