59 entry daha
  • uzun yazı, uyarayım.

    şununla alakalı (bkz: duygusal yeme).
    şu da var tabii (bkz: savunma mekanizması).

    içimdeki boşluğu artık yemeğin dolduramadığını aksine o boşluğu büyüttüğünü tüm benliğimle gerçekten fark ettiğimde, hatta bilinç düzeyinde kalmayıp bunu hissettiğimde yakamı bırakan yeme bozukluğu.

    kendimi tanıtayım, benim göbek adım "yapmam lazım". gün içinde en sık kullandığım ifade bu olabilir. tam bir görev, sorumluluk insanıyım. öğrencilik yıllarımdan beri checkbox'larla yaşarım. buzdolabımda, çalışma masamın her yerinde, telefonumun notlar uygulamasında, ajandamda checkbox'lar vardır. bunlara tik atıp atamamam başka bir konu, ama her zaman kendime maddelerce checkbox çizer ve kendimden hep bir şeyler beklerim. bir felaket olduğunda bile aklıma önce "e işler ne olacak?" düşüncesi gelir. çünkü yapmam lazım. diyet de bunlardan biri. kilo aldıysam kilo vermem lazım. onu yememem lazım. bunu yemem lazım. spor yapmam lazım. pilatese gitmem lazım. kardiyo yapmam lazım. yarış atı gibi koşmayı seviyor muyum ki ben? hayır, ama koşmam lazım. teoride sağlıklı olan her şey pratikte nasıl toksikleşir, çok net bir örneğiyim. ya da öyleydim.

    şimdi binge eating'e gelelim ama bunu zaten türkçeleştirdiler: "tıkınırcasına yeme bozukluğu". neyse, son 2 yıl bununla cebelleştim. diyet hayatımda hep vardı, ya hep ya hiç kafası hep vardı. hep diyetteydim. "e hani diyetteydin?" sorusunu duyduğumu çok hatırlıyorum. bu sorudan nefret ederdim. dolayısıyla bir gün artık tek başımayken yemeye karar verdim. sonra pandemi oldu, artık istemesem de hep tek başımaydım, yılların acısını çıkarırcasına canımın istediğini tek başıma yeme ritüelleri birer atağa, zor zamanlarda başa çıkma mekanizmasına dönüştü. 34 kilo aldım.

    sonra toparladım, geçen ekim ayında başlayıp yine checkbox'larla yaklaşık 20 kilo verdim. ama kafa değişmedi. kendime magnetli bir menü şablonu aldım, buzdolabına yapıştırdım. o hafta yiyeceklerim belliydi, her yediğimde bir tik attım. yemek yemeye tik atmak, içtiğin su miktarına tik atmak... aldığın nefes sayısına tik atmak gibi bir şey, baktığınızda tabii ki sağlıklı değil. ataklarım oldu, bazen 2 kilo aldım. o kiloyu hemen detokslarla attım. kendimle kurduğum ilişki mahkum-gardiyan, çocuk-fransız mürebbiye ilişkisiydi.

    temmuz ayında kedim hastalandı ve tabii ki onu yaşatma mücadelesi de bir checkbox olarak "görevlerim" listesine eklendi. diğer görev ve sorumluluklarımı elemeden. "zor bir zamandan geçiyorum, bir süre şunları şunları yapamayacağım" demeden. günde en az 5 saatimi kedime ayırmak zorundaydım ve diğer işleri de o günün geri kalanına sıkıştırıyordum. 48 saat uyumadığımı biliyorum. ben kızımı iyileştirmeye çalışırken aslında kızım da beni iyileştirecekmiş, bilmiyordum.

    ben en sonunda çöktüm, sağlam çöktüm. sonra çok sevdiğim bir arkadaşım müthiş bir tirad ile benim ağzıma en az çöküşüm kadar sağlam sıçtı. "senin bu kendine yaptığın sigara içmekten daha zararlı" dedi bir yerde, onu unutmuyorum. "doğru" diyerek sigarasından bir tane alıp yaktım. sigara da içmemem lazımdı. çünkü bırakmıştım. ve arkadaşım "e hani bırakmıştın?" demedi. onun çok doğru bir dost olduğunu anladım o an. "iyiliğim için" olacak en son şeyin o soru olduğunun farkındaydı. sonra da pek içmedim.

    bir ay önce diyet yapmayı bıraktım, diyet denen şey ataklarımı tetiklerdi zaten. son bir aydır diyet yapmadan, sadece acıktıkça yiyerek ve kilo vermek için değil, iyi hissetmek için yaptığım yürüyüşle, yogayla birincil amaç bu olmadığı halde daha da kilo verdim. 2 aydır da ataksızım ki bu son 2 yılda elde ettiğim en uzun süre. canım sağlıklı yemek istediği için sağlıklı yiyorum. sebzeyi çok seviyormuşum ben mesela. sebzeyi sevdiğim için yiyorum. çok açken kalorisi yüksek bir yemek yediğimde "oh be iyi geldi" dedim bir kez. binge eating'i bilenler bilir, kalorili bir yemek sonrası hissedilen duygu suçluluk olur genelde ve ardından sıkı diyetlerle cezalandırıcılık...

    üstelik son bir-iki ayım dış etkenlerden dolayı mental bir işkenceden ibaret, en atağa açık zamanlar, buna rağmen ataksızım. elbette emziği elinden alınmış bir çocuk gibi hissettiğim oldu. zor zamanlar, sağlıksız da olsa bir başa çıkma mekanizmam vardı, şimdi o çökmüş durumda. midemi berbat şeylerle doldurmak istemiyorum ama "peki ne yapılır ki?". öylece yattığım oldu. çok müzik dinledim. aktif dinlemeden bahsediyorum, kulaklığımı takıp müziğe ve duygularıma teslim oldum. ağlamak istiyorsam ağladım. bu dönemde kendimi müziğe ve kitaplara tam anlamıyla adadım. başka bir şeyle beslenemiyorum, ruhum çok ve yemek artık doyurmuyor. ilginç bir şekilde eskisi kadar çok para da harcamıyorum çünkü alışveriş de ruhumu doyurmuyor.

    son bir aydır her gün obsesif bir şekilde tartılmıyorum, son bir aydır kilo vermek, bir biçime girmek artık umurumda değil. ben 34 beden olunca sevecek adam hiç sevmesin. 36 beden olunca kendime hak gördüğüm güzellikleri bugün de hak ediyorum. sevginin, ilginin koşullanmış, bir ödül olarak sunulmuş her biçimini reddediyorum, iyisi-kötüsüyle bir bütün olarak kabul ettiğim insanlardan aynı şeyi beklemeye ve beklediğimi alamadığımda gitmeye hakkım olduğunu 32 yaşıma iki ay kala fark edebildim. "yeterli olmaya" çalışmaktan bıktım ve yanımda sadece beni olduklarım ve olamayacaklarımla bir bütün halinde seven, sayan ve kabul edenleri istiyorum.

    özetle, checkbox'lar gitti, ataklar gitti. kendimden beklentilerim hafifledi, ben hafifledim. farkına varmadan sezgisel beslenme kafasına erişmiş olabilirim ya da sözlük diliyle sikerler eşiği de diyebiliriz.

    my body is a cage şarkısını çok severim. beni daha iyi ifade eden bir şarkı daha duymadım. yıllarca en karanlık anlarımda bu şarkıyı dinledim. "my mind holds the key" sözünü anlayabildiğimden beri artık o kadar karanlık bir şarkı değil.

    aaa 3 kişi okur zannederken debe olmuş edit: güzel mesajlar için teşekkürler. yalnız bir konuda ekleme yapmam lazım: elbette nefesi kuvvetli arkadaşım bir tiradla beni iyileştirmedi.* bu süreç, çok yanlış elementlerin aynı anda ve uzun süre çok doğru bir şekilde hayatımda yer almasıyla içimdeki bir şeyin (özümün?) "bir şey değişmeli yoksa boğulacağım" çığlığı sonucu kendiliğinden gelişen bir şey oldu. "yarından itibaren diyet yok, artık sezgisel besleniyorum" demedim, tam tersine hayatımda ilk kez yarın bir şeye başlamak, bir karar almak istemedim. o konuşma da çok doğru zamanda suratıma indirilen bir tokattı sadece.

    bununla ilgili 2 seans terapi aldım ve bıraktım, o dönem sezgisel beslenmeye açık biri değildim, zamanı değilmiş demek ki. zaten yeme bozukluğumun sebebi için yanlış yerlere bakıyordum, kendi mükemmeliyetçiliğimin bir sebep olacağı aklıma bile gelmemişti.

    herkesin hikayesi ve sebebi farklı, o yüzden şunu yapın diyemem. kendi hayatımın bile en komplike konusuyken başkasına öğüt verecek haddim yok ama çıkış var buradan ve herkesin kendi zamanlaması var, umudunuzu kaybetmeyin.

    sevgi ve her şeyiyle kabul edilme hissi çok iyileştirici bir şey (tabii ki kalp kıran, umursamaz, çıkarcı bir kancık olun ve buna rağmen sizi çok seven insanlar bulun demek değil bu, şu "koşulsuzluk" konusu dünyanın en suistimale açık muhabbeti olabilir). siz kendinizi kabul etmezken size bunu hissettiren arkadaşlarınıza, yakınlarınıza odaklanın ve onların gözlerinden kendinize bakmayı deneyin diyebilirim en fazla. tek çözüm olmasa da faydası kesinlikle var.
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap