18 entry daha
  • tevekkülün enayiliğe, salaklığa, dangalaklığa varacak ölçüde bir insan zaafı olarak görülmesini anlıyorum. buna karşılık onu bir kurtuluş olarak görenlerin çıkış noktasını da görüyorum. güdük asiler, tevekkül tasarımı karşısında onu ya nihai erek ya da insan soyunun en büyük zaaflarından biri olarak görmek zorunda hissediyor kendilerini. çünkü hiçbir şey bilmiyorlar. hiçbir şey bilmiyoruz. teselli arıyoruz; onu ya kabullenerek, ya da dışlayarak teselliyi bulduğumuzu sanacağız. bu biraz da bakış açımıza göre maske değiştirir. bu da eski bir oyundur. her ne kadar "tevekkül" kavram olarak islami ise de, içerdiği anlam bakımından daha eskiye giden köklere sahiptir. özellikle üzerinde durduğum için bu kaynaklardan birini stoa düşüncesi olarak gösterebilirim; erken dönem stoa düşüncesinin i.ö. 3. yy.'a kadar gittiğini düşünürsek, yavaş yavaş günümüze doğru gelindiğinde yavaş yavaş kaderciliğin nasıl bir "huzur"a dönüştüğünü görebiliriz. adım adım insan zihnine girmiş, kanına enjekte edilmiş bir düşüncenin ürünü tevekkül ve kadercilik.

    gâvurların "whatever happened happened" ya da "whatever happens happens" dedikleri bizde de "ne olacaksa o olacak", "olan olmuştur" şeklinde dile gelen yaklaşımlar, aslında insanı özgür kılma projesinin adı konmamış yasalarıdır. insan olana bakar ve onu değiştirmeye çalışmayarak heder olmaz ya da insan olacak olanı düşünür ve onu değiştirmekle mükellef olmadığına kanaat getirerek kendini rahatlatır. burada yargılanıp da, cezalandırılan, her şeyden sorumlu tutulan allah'ın kendisidir. tevekkül, allah'ın sırtına konmuş insan yüküdür. evvelce çeşitli entirilerde bunu söylemeye çalıştığımı hatırlıyorum; ya biz bu hikâyenin, bildiğimiz -bize geçmiştekiler tarafından anlatılan- rolün dışında başka bir rol sahibiysek? ya biz burada tanrı'yı mahkûm edip, tüm sorumluluğu üzerimizden atmışsak? stoa'da işte bu tartışma geçmiştir; yani insanın özgürlüğünün mümkünâtı meselesinin ne kadar zorunlulukla dolu olduğu konuşulmuştur. p. hadot'nun bildirdiği gibi, insanın özgürlüğünü açıklayabilmek için insan aklını kozmik akla dayandırmak -ki bu stoa düşüncesinin temelini oluşturur, kozmik aklı bir nevi tek tanrı olarak düşünebilirsiniz- yeterli olmaz; zira kozmik akıl -ibrahim'in tanrı'sı- kaba bir zorunluluğa bağlıdır. bu gerçekten de böyledir; zira stoacılar adına ateş denen, kendisini maddelere karıştıran ve her şeyi doğuran herakleitosçu sisteme göre kozmik düzeni tasarlamıştır. bunu her tohumun kaynaklandığı ve kendisinden gelişim gösterdiği bir üst tohum olarak düşünebiliriz (what is ancient philosophy?, tr. m. chase, harvard university press, 2004, p.130).

    stoa düşüncesinde, insanların hoşuna gitsin ya da gitmesin, her şey olacağına varır, evrensel akıl kusursuzdur (p. hadot, a.g.e., p.130). insanın işte bu kusursuzluk önünde tevekküle kapılmaması mümkün mü? sorumluluğu üzerinden atan insan tipinden bahsediyoruz; bu insan tipi önüne iki felsefi disiplin iki farklı kosmos açıklaması sunmuştur: biri epikuros'un diğeri stoa'nın açıklaması. ilki evrenin, kendi rotasından sapan atomların tesadüfi bir araya gelişinden oluşan maddelerden meydana geldiğini söyleyerek kozmik birliği / evrensel aklı reddetmiş; ikincisi yani stoa ise kozmik birliği ve her şeyin her şeye muhtaç olduğu evrensel aklı ön plana alıp dinî bir söylem geliştirmiştir. yanılmıyorsam f. thilly söylüyordu, hıristiyanlık yahudilikle stoa felsefesinin oğludur diye; hiç de hatalı bir çıkarım değil. stoa felsefesinin köken bakımından, dönemin diğer yunan ekollerinden farklı olarak doğu menşeili olması da mezopotamya'ya kolayca bağlanabilirliğini gösterebilir. bertrand russell şöyle diyor: "stoacılık çağının diğer felsefe okullarından çok daha az yunan'dır. erken dönem stoa geleneği suriyeli, geç dönem stoa geleneği ise romalıdır. stoa üzerindeki keldani etkisini iyi düşünmeliyiz. stoacılık önceki yunan felsefe disiplinlerinden farklı olarak duygular bakımından kısıtlıydı ve ziyadesiyle fanatiklik içeriyordu. bunun yanında dünyanın ihtiyaç duyduğu dinî unsurları da içinde barındırıyordu. bunu yunanlar sağlayamazdı!" (b. russell, history of western philosophy, routledge, 2004, p.241)

    islam'ın tevekkül anlayışının ortaya çıkışına kadar bu kavramın içerdiği anlamların hangi aşamalardan veya hangi savaşlardan geçtiğini düşünebiliyor musunuz? aslında ironik bir şekilde evreni tesadüfi çarpışmalarla açıklama geleneği ile kozmik bir akılla yani bilinçli tasarımla açıklama geleneği arasındaki savaşı görebiliyor musunuz? lakabı küçük kendisi büyük seneca'nın (geç dönem stoacılarından) mens universi / evrenin zihni dediği tanrı bizim görebileceğimiz ya da göremeyeceğimiz; kısacası her şeye sızmış ve kendisinden pay vermiş bir üst tohumdur. bu tasarı karşısında bir stoacı ile gerçek bir mümin aynı şekilde tevekküle kapılır. ama başta da bildirdiğim gibi, mesele teselli aramak. şu an şu satırı yazarken bile birisi ölüyor ve onu seven bir başkası teselliyi sigarasında arıyor olabilir. ancak hastane koridorunda sabahlayanlar ya da morga teşhis için getirilenler bilir en kuvvetli hislerin bile dermanının kalmadığını. "neden kötülük var" problemini daha iyi çözümleyebilen bir disiplin çıkmamış. şura suresi 36'da "inanıp rablerine tevekkül edenler için allah katında bulunan ise daha hayırlı, daha kalıcıdır." deniyor; bu aslında teselli aradığının bile bilincinde olmayanlara enayilik olarak görünür. çünkü bırakılmışlıkta da anlatmaya çalıştığım gibi, mistik eckhart'tan heidegger'e uzanan gelâzenheit serinkanlılığı gerektiriyor. "ölüm varken ben yokum, o halde ölümden korkmamalıyım" diyen epikuros'un bile teselli aradığını bu şekilde kavrayabilirsiniz. mesele inanmaktan öte serinkanlı olabilmek.

    din adına yakılan giordano bruno'nun evren=sonsuz=tanrı eşitlemesinde bile bir serin duruş vardır. bazen imansızlık imandan gelir; bunu görmek yeterli olsa gerek.

    not: ufoların peşine düşen ya da zeitgeist'tan venus project'e taşan tipleri görünce bilmemkaç bin yıllık teselli arayışının farklı maskelerini görmüş gibi oluyorum. gibisi fazla aslında; onların tevekkülü başka bir vechenin esiri olmuş. hele ki "bu sistemi tümden değiştireceğiz" diyenlerin, kendilerini yaratanın da yine bu sistemin dişlileri olduğunu görememeleri ise en beter sonuçtur.
145 entry daha
hesabın var mı? giriş yap