8 entry daha
  • sözlük bünyesinde atışma malzemesi de olduğu görülmüş hukuk teorisyeni. faşizme ve otoriteryanizme geçit verdiği su götürmeyen schmitt'in esin verdiği gruplar konusu güzel tartışmalara yol açabilir de kullanılan dilin "böyle dinci gibi, liberal, solcu gibi tuhaf organizmaların "bu ülkeyi sevenler" karşısında birleştiği" yorumundaki gibi olmaması şartıyla.

    bu dile yönelik eleştiri, ideolojik, politik veya duygusal olmak durumunda değil ama analitik olmak zorunda. yani, bu entry'i, kendimi ülkeyi sevmeyenler diye tanımlanan grubun içinde gördüğüm için değil (1) bu saptamayı yapan kişinin schmitt'in dost-düşman ayrımını anlamamış olduğunu ve (2) kendince yaptığı dost düşman ayrımının (ruhen hasta düşman paktı versus. ülke sevenler) "normatif" nüvelerinin farkında olmadığını düşündüğüm için bir de bu kurgunun ideolojik ve politik analizini yapmak istediğim için giriyorum.

    carl schmitt'in en meşhur katkısı malum siyasal alanın belirleyici unsurunun dost-düşman ayrımı olduğu argümanı. her sosyal ilişki, her insani etkinlik alanı bu tür ikiliklere indirgenir, diyor. etik doğru/ yanlış arasındaki ayrımdan gider, estetik güzel/çirkin, ekonomi ise kar/zarar karşıtlığı üstünden ilerler. liberalllerin hatası siyasal alana içkin bu ayrımı görmezden gelmeleri, siyasala etik ilişkiler alanıymış veya ekonomik vb. alanla eşdeğermiş gibi davranmalarıdır (*).

    siyasal olan, bir kolektif ile bir diğer kolektifin birbirlerini yaşamsal açıdan tehdit eden iki gruba ayrılmış olması durumundan çıkar. örneğin yarın, ülke, fenerbahçe ile galatasaray taraftarları olmak üzere ikiye ayrılsa ve bu iki güruh karşılaştıkları yerlerde birbirlerini ortadan kaldıracak kadar birbirlerine düşman kesilse, futbol siyasal bir mesele haline gelmiş olur.

    yine mesela, elimizde survivor veya lost adası gibi bir ada olsun. bu ada üstünde yaşayan kişiler, birbirlerini ölümcül anlamda tehdit eden iki grup olarak bölündükleri noktada (us vs. others) siyasallaşmışlar demektir. bu açıdan bakınca, türkler ve kürtler düşmanca bir karşıtlık haline dönüşürse schmitt'e göre bu siyasal bir kamplaşma olur; benzer şekilde kemalist/laikçi/ulusalcı ve dinci/muhafazakar gruplaşması ve kapışması da siyasal olanın ortaya çıktığı noktadır. biz, "terör siyasetin tükendiği noktada ortaya çıkmaktadır" derken, schmitt'e göre savaş tehdidi veya iç savaşa ramak kalma gibi durumlar siyasetin en yoğunlaştığı zamanlardır.

    bu sorunlu görünen siyasal tasvirinde çok önemli bir müdahele var yalnız. schmitt'e göre düşman diye tanımladığın adam/grup (hostis) kişisel olarak düşmanın (inimicus) değildir. kendini karşısında konumlandırdığın grubun ülkeye düşman, seninse ülkeyi sevdiğin iddiasında bulunamazsın. muhtemelen düşman olarak tanımladığın gruptakiler de sana ülkeyi sevdiklerini, kendi istekleri/idealleri doğrultusunda onu dönüştürmek istediklerini söyleyeceklerdir. ülke soyut bir kavramdır, ülkeye düşmanlık diye bir şeyden söz edilemez; düşman olarak tanımladığın aslında ülkeye değil senin ülke algına ve senin varlığına yönelik tehdittir. (**)

    schmitt'e göre siyasal düşman ahlaken kötü, estetik olarak çirkin olmak durumunda değildir. hatta tam aksine dost-düşman ayrımı, her iki grubun denk olması üstüne kurulur. schmitt'in kavramsallaştırmasından hareketle şunu diyebiliriz ki, düşmanlar birbirlerine saygı duyarlar, onurlu biçimde savaşırlar, sonra sonucu alıp yerlerine geçerler. birbirlerini ahlaki, fiziksel, ekonomik, estetik yollarla aşağılama yoluna gitmezler. yani düşmanını, "it sürüsü, orospunun evladı" gibi tanımlayamazsın. aslında bu, sendeki bir sorunun ifadesidir. düşman dediğin senin dengindir. onun seni bilmesi, senin onu düşman olarak tanıman kendine denk/tehdit olarak görmenden kaynaklıdır. (***)

    bu açıdan bakıldığında, schmitt'in dost-düşman ayrımı gayet harbi, onurlu bir siyaset algısı çiziyor gibi görünür. bu nedenle, 9/11 sonrası ortaya çıkan bush yönetimindeki medeniyetler çatışması, doğulu vs. batılı ayrışması, "ya bizdensiniz ya onlardan" diskuru, her ne kadar schmittçi olarak tanımlanmak istense de aslında değildir. schmitt'ten ilham alan bazı kuramcıların da gösterdiği gibi, modern liberaller, akılla, medenilikle eşleştirdikleri düzenlerine "tehdit" olarak gördükleri grupları "marjinal", "irrasyonel", "terörist", "geri" olarak tanımlamakta ve bu grupları anormal oldukları gerekçesiyle imha yoluna gitmektedirler. kurdukları dil, dost-düşman ayrımını dönüştürmüştür. buna göre düşman siyasal niteliğini yitirip kişisel düşman haline gelir. dolayısıyla son derece apolitik bir ideoloji/pratik/sistem olan liberalizm politik bir niteliğe bürünür ve sinik biçimde zaferine ulaşır.

    schmitt'in dost-düşman tanımlamasında görülen bir diğer yanlış anlama da dost/düşman ayrımının özsel nitelik taşıdığı iddiasıdır. (mouffe'un da böyle algıladığı söyleniyor) oysa ki bu ayrımlar bağlamsaldır, değişebilir. yani yunanlıları türkiye cumhuriyeti kurulana kadar düşman ilan edersin ama sonrasında dost tanımının içine dahil edebilirsin. yalnız bu, dost-düşman ayrımının stratejik nedenlerle ortaya çıktığı anlamına gelmez; schmitt'in kuramından yola çıkarak dinci, liberal solcu karışımı grupların ülkeyi batırmak için ittifak kurduklarını iddia etmek mümkün olmaz. bu tam da liberalizmin geçit verdiği bir mefhumdur. bu perspektiften bakmanın, ekonomik kriterlerle eylemenin ve düşünmenin sonucudur.

    -------------------------------
    (*) yani, siyasal alanda doğru/yanlış ayrımı yapmaya çalışmak, ortak akıl (public reason) bulmaya çalışmak, tartışarak, uzlaşarak meşru bir düzen kurgulamaya çalışmak hem yanlış hem de ikiyüzlüdür. çünkü istenci ile yönetilen, her anlamda kar maksimizasyonu ile kafayı bozmuş birey kurgusuna dayalıdır kuramları. liberallerin kusuru bir değil çoktur, schmitt'de bunları birer birer ele alır, parlamenterizm neden sorunludur, liberalizmle demokrasi neden uyuşmaz anlatır durur. tüm bu eleştirilerin dayandığı ise siyasalı tanımlayan dost-düşman ayrımı ve siyasalın varlığının ayrılmaz bir unsuru olan egemen/devlettir. devlet, liberallerin savunduğu ya da inanmak istedikleri gibi teknik, bürokratik bir yapı değildir. devlet son kertede düşmanın kim olduğuna karar veren, düşmanla savaşmak için vatandaşlarından ölüme gitmelerini isteyecek tek örgüttür. hiçbir dernek, sendika, tarikat böyle bir hakka sahip değildir. bu nesnel durumu saptamak schmitt'e göre şarttır.

    (**)schmitt'in insanlık adına açılmış savaşları reddi, insanlığa karşı işlenmiş suçların olamayacağı iddiası bu argumanı destekler.

    (***) bu yaklaşımın izlerin homeros'un tarih yazımında görmek mümkündür der kimileri. örneğin truvalılarla spartalılar arasındaki savaşı aktarırken taraf tutmaz homeros; halklardan biri diğerinden üstün değildir. yine, akhilleus de hektor'da kahraman olarak tasvir edilir, birisi aşağılık bir adam diğeri pür-i pak bir yiğit değildir. patroklos'un ölümüyle öfkelenen akhilleus'un, hektor'u öldürdükten sonra cesedini bir arabanın arkasına bağlayarak truva surlarının önünde sürümesi ölüye ve düşmana saygısızlık olarak algılanır. bu yüzden priamos gidip akhilleus'tan oğlunun cesedini ister, akhilleus da davranışını düzeltmek için hektor'un ölüsünü elleriyle yıkayıp, cenazesinin yapılması için babasına teslim eder.

    edit: ulem bir onceki entry'nin yazari, niye yazdiklarini silip kactin?
56 entry daha
hesabın var mı? giriş yap