6 entry daha
  • maddesizliği kuran ingiliz filozofudur. irlanda'nın kilkenney kontluğunda thomestown yakınlarında bulunan dysert şehrinde 12 mart 1685 yılında doğmuş, 23 ocak 1753'te oxfort'da ölmüştür.

    berkeley ilk öğrenimine kilkenne'de başladı. henüz on yaşındayken bu şehir kolejinin ikinci sınıfındaydı. on beş yaşında trinity kolejinde ve dublin üniversitesinde öğrenimini tamamladı. o dönemde buradaki öğretim temelini boyle, locke ve newton'un yazıları oluşturuyordu.

    descartes'in meditation adlı eserini ingilizce'ye çevirmiş, malebranche ve leibniz'in eserlerini bu üniversitede tanımıştır. bu arada asıl çarpışan newton'un doğa felsefesiyle descartes'in felsefesiydi.

    berkeley, bu yepyeni düşünce hareketleri arasında yetişti; ve hatta skolastik ilkelerine karşı biçimsel bir muhalif sıfatıyla bu hareketlere karışmış oldu. 1707'de bir sınavdan sonra 'sanatlar üstadı' diplomasını aldı ve aynı yıl matematik bilimlere dair latince olarak iki deneme yayımladı. bunların üzerinde yazar adı yoktur.

    berkeley gençken felsefenin esaslarını çizmiş bulunuyor; eğer felsefe ve bilim anlamsız soyutlamalarından ve karanlık terimlerinden kurtulacak olursa, inanma çatışkısı kaybolacaktır, diyor ve insanları deneye ve araçsız sezgiye yükseltmeye çalışıyordu.

    berkeley 24 yaşındayken "new theorie of vision (bir yeni görüm teorisine dair denem)" isimli kitabı çıktı. çok genç olmasına rağmen, hatta hatalarının bulunmasına rağmen yüksek bir metafizik değeri olan ve o zamandan beri bilimin geniş ölçüde onayladığı bazı gerçekleri, bu eserinde yeni bir sisteme temel olacak biçimde tespit edebilmiştir.

    berkeley bir öznelci değil, bir ülkücüdür. berkeley sisteminin ana çizgilerinin tamamlayıcı noktaları ile özetleyecek olursak şu sonuçları elde ederiz;

    soyut düşünceleri algılayamayız; örneklerle düşünürüz soyut düşüncelerle değil.

    bu düşüncelerin kaynağı dildir.

    soyut düşüncelere inanmak, felsefedeki yanılmalara neden olduğu gibi, bütün bilimsel ve ahlaksal soyutlamalara da kapılmamıza neden olur.

    felsefenin ruhtan ayrı ve bağımsız bir gerçekliğe inanmak suretiyle düştüğü yanılmada bu soyut düşüncelere bu soyut düşüncelere inanmak yüzündendir.

    varolmak demek algılanmış olmak demektir yada algılamak demektir. descartes'in iddiası gibi 'düşünüyorum öyleyse varım' değil 'algıladığım için varım'.

    bütün algıladığımız nitelikler şuurumuzun tasarımlarından başka bir şey değildir.

    biz varlığın özünü bilemeyiz; zaten öz diye bir şey yoktur.

    tasarımları algılayan 'ruh'tur. buna akıl veya şuur da diyebiliriz ki, düşünceleri yaratan budur; fakat ruhun kendisi düşünce değildir. zira ruh algılanmaz, algılar.

    düşünceleri algılayarak eşyayı meydan getiren ruhtur. bir düşünce bir şeyi meydana getiremez, düşünceleri de meydana getiren ruhtur. ruh, yarattığı düşünceleri oluşturmak suretiyledir ki, eşyayı meydana getirir.

    duyulur uzay sonsuz olarak bölünemez. dokunulup görünebilecek olan en az bir derece vardır ki, bundan aşağısı algılanamaz. eğer sonsuz bölünme kabul edilirse uzayın algılanmadan da varolacağını kabul etmek gerekir ki, bu olamaz.

    bu bakımdan matematiklerin konusu duyulur nesnelerdir. bunların dışında varmış gibi kabul edilen sayı, miktar gibi nitelikler yanlış ve soyut düşüncelerden başka bir şey değildirler.

    pratik ve yararlı olmayan bir hesap ve geometri sağduyuya uygun değildir. bu nedenle, ahlaka ve patik hayata yarayan bilgilerin bir değeri vardır.

    hareket, sayı, uzam, zaman newton'un zannettiği gibi, mutlak değil, relatiftir. zira bunlar bir takım matematik varlıklardır. doğa kanunları nedenler değil, belki işaretlerdir. mutlak bir zamanda yoktur.

    bunun içindir ki fizik nedenlerin değil kanunların bilimidir. nedenlerle metafizik uğraşmalıdır. insan doğal nedenlerden önce amaçlı nedenleri aramalıdır.

    maddenin, fiziğin bağımsız olarak varlığını kabul etmek, tanrıtanımazlığa götürür ki, bu, mistik filozofu, küçüklükler filozofunu oluşturur; bunlar, tanrının yüce eserlerini tanıyamazlar.

    spinoza'ya zıt olarak düşünceyle ruhu ayırır ve tanrı bilimde leibniz gibi düşünür; duyumculuktan başlayarak mistik bir ülkücülüğe kadar götürür.

    ruha verilmiş olan mutlak özgürlük sayesinde insan kendi yanılmalarını ve kötü eylemlerini kendi yaratır. o, bu suretle ahlaksal düzenin kurulacağına inanır.
59 entry daha
hesabın var mı? giriş yap