6436 entry daha
  • bu ülke, mavi işaretli olanından sıcak su akan muslukların; odanın lambasını yakmak için yukarı kaldırılan anahtarların; bir türlü yerine oturmayan kapılar ve kilitlerin; hiçbir zaman zeminle aynı seviyede kalamayan rögar kapaklarının; yapılmasının üzerinden daha bir ay geçmeden kırılan, çöken kaldırımların, yolların; işini layıkıyla ve sonuçlarını öngörerek yapmayanların; başına bir yaptırım gelmeyeceğini bildiği için umursamayanların; ardından da başına gelen kötü olaylar yüzünden yanlış kişi ve kurumları suçlayanların; hiçbir meselenin bağlantısını kuramayanların ülkesi.

    bu ülke, niteliği ve eğitimi sayesinde değil, tanıdığı ve parası yüzünden mevkilere erişenlerin; eyyamı ve adam kayırmayı adetten sayanların; kendinden başka kimseyi düşünmeyenlerin; kendi çıkarı için başkalarının hakkını yemeyi gelenek edinmişlerin; eğitimi, bilgiyi hor görüp aşağılayanların ülkesi.

    bu ülke, eğitim kurumlarının geldiği rezil hale ses çıkarmayanların, ses çıkaranları bastıranların; hayatında tek bir kitabın kapağını kaldırmayıp, tek bir araştırma, inceleme, istatistik görmeyip, aydınına, okumuşuna saydıranların; onlarca çöp üniversitenin yüzlerce çöp bölümünden hayata, kültüre, sanata, bilime, eleştirel düşünceye dair hiçbir entelektüel birikim elde etmeden, batak oynayıp son gece çalışarak verdiği sınavlarla mezun olup kendini bir bok sananların; alanına, uzmanlığına hakim olup dünyadaki gelişmeleri takip ederek nitelikli bireyler yetiştirmeye çabalamak yerine, intihalle, kıç yalamayla koltuklarına yapışıp akademinin içine sıçanların; devletin okullarını gerici propaganda üslerine çeviren yılanların ve buna karşı organize tepki koyamayan veliler ile öğretmenlerin ülkesi.

    bu ülke, çıkar için her fırsatta kanun değiştiren iktidarların; vatandaşını tahakküm odaklı kanun yapan devletlerin; birkaç bin liraya satın alınan hâkimlerin; kendini milletin ağası, devletin tabancası gören savcıların; bunlara karşı durup diş göstermek için bir türlü örgütlenemeyen, çıkar peşinde avukatların; denetimsizliğin, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, her türlü kötülüğü yanına kâr kalanların ülkesi.

    bu ülke, bilime her konusu açıldığında direnç gösteren, yeri geldiğinde aşağılayan, fakat modern tıbbın nimetlerinden işi düştüğünde faydalanmak için ayakları kıçına çarpa çarpa koşan ikiyüzlülerin; göstermelik sosyal güvencelerin; rezil hastanelerin, doktor öldüren hasta yakını canilerin, yarım yamalak iş yapan ihmalkâr doktorların; sağlığına kavuşmaya çalışanları soymayı meşru gören yöneticilerin ülkesi.

    bu ülke, rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, sömürünün, zerre karşılığı alınamayan, iktidar ve yardakçılarının ceplerine doldurulan vergilerin; verdikleri avantalarla milyarlık ihaleler alıp, üstüne vergilerini sildiren, katma değer için değil, görmemişliğini doyurmak için çalışan, inşaatından medyasına, sanayisinden finansına bütün sektörleri iktidarın altına peşkeş çeken, doğasından dokusuna memleketin her yerini talan eden açgözlü şerefsiz patronların ve olan bitene bir türlü sesini çıkarmayan, “bir gün ben de onlar gibi olacağım!” umuduyla bekleyen onursuz çalışan ve işçilerin ülkesi.

    bu ülke, yanlarından ayrılmanın birkaç saniye sonrasında arkandan konuşmaya başlayanların; terbiyesizlerin, gıybet meraklılarının, yan gözle bakanların, tepeden görenlerin, açık kollayanların; kendini en ahlaklı, en düzgün, en doğru göstermeye çalışıp, kapalı kapılar ardından en rezil, en ahlaksız, en leş hayatları yaşayanların; sözünün arkasında durmayanların; bir dediği diğerini tutmayanların ülkesi.

    bu ülke, “s*ken”, “a*ına koyan” erkeklerin; "delikanlılık" taslayıp karısını aldatanların, dövenlerin, öldürenlerin; tecavüzcülerin, pedofillerin, cinsel sapkınlıkların; kadın, lgbt, kürt, alevi, ne kadar kendinden farklı varsa hepsine nefret kusanların; zalimlerin, siyasal islamla iç içe geçmiş ataerkilliğin; biri sünni, türk ve erkek olmadığı sürece zaten sınırlı sayıdaki özgürlüklerine el koyulabilmesini, gerekirse hayatlarının ellerinden alınabilmesini meşru görenlerin; pisliğin, kokuşmuşluğun ülkesi.

    bu ülke, zevksizlik abidesine dönmüş şehirlerinde tek mimari ortak noktaları gerçek kıblelerine dönük çanak antenli evlerinde oturup, devletin propaganda kutusuna dönmüş televizyonlarındaki nefret saçan dalkavuk çığırtkanları, beyin öldüren yarışma ve programları, zerre entelektüel derinlik barındırmayan seri üretim rezil dizileri izlerken ağızlarından sular akan milyonların; ölüm haberleri verilirken muhabir arkasından gülerek kameraya el sallayanların; papağan gibi iktidar ne derse tekrar eden andavalların; aksini söyleyene sansürün, yasağın, baskının, dayatmanın; aksini söylemeye ortam sağlayabilecek resmin, müziğin, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın, mimarinin, heykelin suratına tükürenlerin; olanı, işleyeni, estetiği, güzeli satan, satamıyorsa da yıkıp yerine kendi iğrençliğini dikenlerin ülkesi.

    bu ülke, nefretin, hoşgörüsüzlüğün, ayrımcılığın, düşmanlığın, mezhepçiliğin, hemşericiliğin, ırkçılığın, terörün, patlayan bombaların, parçalanan cesetlerin; sokak ortalarında, bodrumlarda, nöbet yerlerinde, görev başlarında, hapishanelerde, gözaltı odalarında, minare diplerinde infazların; ölümlerin, katillerin, ölülerin arkasından ölülere de, ölülerine feryat edenlere de küfredenlerin; haykırışlara sırtlarını dönenlerin; düşene bir tekme de kendileri vuranların ülkesi.

    bu ülke hiçbir zaman aydınlanmaya dönük, her alanda eşitliği, her anlamda özgürlüğü, temel insan haklarını, sosyal adaleti, mutlak barışı, yalnızca kendisi için değil, herkes için huzur ve refahı isteyenlerin ülkesi olmadı. çünkü bu ülkede bu değerlerin hiçbiri savaşılarak kazanılmadı, dolayısıyla gerçek değerleri anlaşılamadı.

    bizler hiç bunların savaşını vermedik ve bugün bu ülkede nefret edilen bir diğer azınlıktan başka bir şey değiliz. sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün katmanlarındaki bu çürüme ve yozlaşma, bu ölçülemeyen boyutlara ulaşmış nefret, patlayan bombalar, söndürülen hayatlar, temennilerle, lanetlemelerle sona ermeyecek. eğer “bu ülke bizim de ülkemiz!” diyebilmeyi, içinde bulunduğumuz bataklıkta binbir zorlukla edindiğimiz bu “evrensel” değerlerin benimsenmesini, içine doğduğumuz bu lanetli toprakların da bizi ve bu değerlerimizi benimsemesini istiyorsak, bunun savaşını vermekten başka çaremiz yok.

    aksi takdirde “yabancısı” olduğumuz bu ülkede, hiçbir zaman yerimiz olmayacak.
8469 entry daha
hesabın var mı? giriş yap