billy wilder
-
50 seneyi aşan aktif yönetmenlik dönemi boyunca başyapıt olarak tabir edebileceğimiz birden fazla film ortaya koymuş, birçok yönetmeni de derinden etkilemiş, "usta" olarak tabir edebileceğimiz yönetmenlerdendir. ne var ki günümüzde alfred hitchcock düzeyinde bilinmemekle beraber, kanımca sunset boulevard, the apartment ve the lost weekend hitchcock'un başyapıtlarını geride bırakmıştır. dipnot olarak, david lynch en sevdiği 5 film arasında sunset boulevard ve the apartment'ı saymaktadır. wilder, toplamda 6 defa oscar heykelciğine uzanmıştır.
billy wilder filmlerinin ilk göze çarpan yönü, baştan sona her detayı düşünülmüş projeler oluşudur. bunun temel nedeni wilder'in yönetmenliğinin yanında büyük bir yazar oluşudur.
kısaca öne çıkan bazı filmlerini gözden geçirelim:
double indemnity: wilder'in kapalı mekan çekimlerindeki yeteneğini ve yönetmenliğinin yanında başarılı bir senarist olduğunu ortaya koyan yapımdır.
the lost weekend: alkolizm üzerine çekilmiş en başarılı filmlerden birisidir. roman polanski'nin bu filmden ciddi düzeyde etkilendiği kesindir. wilder, bu filmle birlikte hardcore psikoloji öğelerini modern sinemaya entegre etmeyi başarmıştır.
sunset boulevard:wilder'in hollywood'u yerden yere vurduğu başyapıtıdır. en iyi film listelerinde genellikle en üst sıralardan kendine yer bulmaktadır. bu film, wilder'in muhalif yanını gösterir. 50'lerin en önemli birkaç filmi arasında sayabiliriz.
sabrina: wilder'in komedi tarzına yöneliminin başladığı filmlerdendir. iddiasız bir senaryoya sahip olmakla birlikte, baştan sona gülümseyerek izlenebilecek bir filmdir. kadrosunda humphrey bogart ve audrey hepburn gibi starları barındırır.
witness for the prosecution: bu film hitchcock filmlerini anımsatır. finalinde twist yaşatan başlıca filmlerdendir. wilder'in finale kadar seyircinin ilgisini hep canlı tutan tarzı bu filmde doğrudan açığa çıkmıştır.
the apartment: wilder'in en önemli 2. filmi ve bir diğer başyapıtıdır.sinema tarihinin en başarılı finallerinden biriyle sonlanarak literatürde özel bir yere sahiptir.
avanti: wilder'in son dönem filmlerindendir, avrupa'da geçer. woody allen, avrupa'da aşk temalı filmler çekme sevdasına belki de bu film nedeniyle kapılmıştır. tarz olarak woody allen filmlerini anımsatır.
billy wilder'in sinema sanatındaki yeri, roman sanatında stendhal'ın yerine benzer. stendhal, ne tolstoy'un betimlemelerine ne jack london'ın enerjik diline ne de dostoyevski'nin karanlığına sahipti. ama bir şekilde farklı parçaları bir araya getirerek kırmızı ve siyah, parma manastırı gibi tarihin en önemli 10 romanından ikisini yazmayı başarmıştı.
billy wilder'in sinemadaki yeri de tam olarak böyledir. wilder, filmlerinde hitchcock ya da godard gibi karakterini yansıtacak tipik özelliklerini öne çıkarmaz. hatta her filminde ayrı teknikler denediği bile iddia edilebilir. wilder'in başarılı olduğu nokta filmlerinde ilk dakikalardan itibaren şiirsel bir dille izleyiciyi kendine çekmeyi başarmasıdır. onun filmleri birbirini eksiksiz olarak tamamlayan puzzle parçalarına benzer ve son sahnenin ardından tamamlanmış bir projeye dönüşür. bu nedenle filmlerini genellikle çarpıcı finallerle sonlandırır.
bütün bunların yanında wilder filmlerinde fark edilen bir diğer detay ise uç duyguların, komedinin ve dramın hardcore biçimde iç içe geçmesidir. bu duygu karmaşasını wilder düzeyinde bütünleştirmeyi başaran olsa olsa sinema tarihinde birkaç yönetmen vardır.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap